Benim öğretmenim

Selami Mutlu

Vaktiyle bizde çocuktuk, her çocuk gibi okulun yolunu tutar coşkuyla okul bahçesinde andımızı okuyarak derslere girer pür dikkat öğretmenlerimizin anlattıklarını dinler not ederdik. Ailemiz bizi okula verirken eti senin kemiği benim diye verirdi. Bizde öğretmenimizi anne ve babamız gibi görür aynı saygı ve sevgiyle davranış sergilerdik. Okul dışı davranışlarımız ilişkilerimiz bile öğretmenlerimizce kontrol altında tutulur denetlenirdi. Tüm davranış ve sorunlarımız ailemiz ile bağlantı kurularak dile getirilir, ortak bir tutumla öğrencinin topluma kazandırılması için çaba harcanırdı. Öğrencinin okula gidemediği günlerde bile öğretmenimiz ailemizle hemen bağlantı kurar nedenini sorardı. O günkü yaşam koşulları bunu gerektiriyordu.

O dönemlerde öğretmen de öğrencide –ailemizde yetinme erkiyle yaşar yerli malı kullanarak tutum haftası düzenleyerek eskiyen ayakkabılarımızın altına pençe yaptırarak azla yetinerek kanaat ederek ve bunlara şükrederek bugünlere kadar geldik.

Günümüze gelince hayat nasıl seyrediyor birde ona bakalım. Devir değişmiş teknolojiye akıl sır ermiyor hayattan beklentiler yaşam standartları sınırsız. Ama öğretmen zorlu yaşamın bir parçası olmuş hayata tutunmaya çalışıyor. Bir taraftan yaşam kavgası veriyor kendi ailesini ayakta tutmaya çalışıyor öte yandan öğrenciye ne verebilirim kaygısı taşıyor. Ortaya çıkan tablo istekleri karşılamıyor.

Öğretmenlerin çoğunluğu yoksulluk sınırında bir gelirle hayatını sürdürüyor. Geçinemediğini söyleyenler %73 mesleğe büyük bir sevgiyle bağlandığını ancak daha iyi yaşam koşulları bulabildiği zaman meslekten ayrılacağını ifade edenlerin sayısı % 69 u buluyor. İş gelip bugünkü yaşam koşullarının yükselmesiyle oluşan ekonomik zorluklara dayanıyor. Şimdiye kadar atanamayan öğretmen sayısı on binleri buluyor.  Bir tarafta öğretmen geçinemiyorum diye feryat ediyor. Diğer tarafta atanamayan genç öğretmenler isyan ediyor. Dünkü öğretmenin beklenti ve yaşamıyla bugünkü öğretmenin yaşam standardı bir türlü bağdaşmıyor. Oysa öğretmenleri günün ekonomik yaşam koşullarına uygun bir düzeye getirmek devletimizin en başta gelen görevlerinden biri olmalıydı.

Geçmiş yıllarda bir gazeteci arkadaşımla birlikte Avrupa ülkelerine kara yoluyla uzun bir yolculuk yaptık. Amacımız toplumların yaşam biçimini incelemek,  bilgi görgü ve deneyimlerimizi geliştirmek ve de gözlemlemekti. Mola verip birkaç günümüzü araştırarak geçirdiğimiz ülke Çekoslovakya oldu. Daha önceden ülkeler arası çocuk festivalinden tanıdığımız ve dost edindiğimiz bir okul direktörünün bizim deyimimizle okul müdürünün  ROZENBEROG ilinin SİLİYAÇE ilçesinde ki evine konuk edildik. Okulun direktörü olan MİLOŞ ve eşi MARİA bizi evlerinde günlerce ağırladılar. Zaman içerisinde okulu gezmek öğrencileri –öğretmenleri tanımak şansı bulmuştuk.

Devlet okulu projelendirirken arazisini geniş tutmuş okulun bir köşesine öğretmen sayısına yetecek sayıda dört katlı sabit möbleli lojman yaptırmıştı. Lüksü yoktu ama işlevseldi sorun çözer nitelikteydi. Öğretmenin kira sorunu yoktu, Ev bulma sorunu yoktu bizim bazı yörelerimizdeki gibi okulların odalarında yatıp kalkmıyorlardı. Lojmanın içi tertemizdi, merdivenleri halı kaplı, her gün lojmanda oturan bir öğretmen tarafından temizliği yapılıyor siliniyordu.

Sonraki günlerde okulun bahçesindeki diğer bir köşede öğrencilerin öğretmenleriyle tarım dersi dolayısı ile yaptıkları sebze bahçesini gördük. Akıllara durgunluk veren güzellikte bir öğrenci-öğretmen çalışmasıydı. Böylece öğrenci toprağı tanıyor ekiyor ve maydanozla-dereotunu birbirinden ayırma şansını bulabiliyordu. Bizde temel eğitim almış olan gençlere sorun bakalım yüzde kaçı dereotuyla-maydanozu birbirinden ayırabiliyor? Her şey bir taşla birkaç kuşu vurmak gibi. Sorunlar okulun içinde çözülmüş. Fen ve Biyoloji derslerinin yapıldığı yer laboratuvara dönüştürülmüş. Kavanozlara sığacak boyutta alkolle yıkanmış kurutulmuş çiçek- böcek örnekleriyle dolu. Öğrenciler pratikte görerek karasineği-kurbağayı-böcek türlerini ayırt ederek öğreniyorlardı. Okulun diğer tarafında spor salonu-müzik salonu-konser salonu var. Sanırsınız bir Üniversitenin minyatür yerleşim alanı gibi.

Spor kompleksin de, üniformaları giydirilmiş vaziyette 8-10 yaş grubu öğrenciler hocalarının ve doktorun bulunduğu antrenörlük yapan eğitmenin olduğu bir sahada futbol öğreniyorlar. Müzik salonu derseniz yine hocalarının eşliğinde her türlü müzik aletinin bulunduğu bir ortamda yapılıyor. Eloğlu böyle çözmüş eğitim sorununu. Toplumsal mutluluk bu işte. Öğrenci mutlu öğreniyor, öğretmen mutlu öğretiyor, Aile mutlu çocuğunun yetişmesinden. Devlet iyi yetişmiş eğitilmiş eleman sorunu yaşamıyor. Bütün bu anlattıklarım Konya ilinin Cihanbeyli ilçesi benzeri bir bölgede yaşanıyor. Başkent PRAG ta değil.

İçimize bir hüzün çöküyor, gözlerimiz doluyor, buruk vaziyette ayrılıyoruz  ROZENBEROG’UN, SİLİYAÇE ilçesinden. Aklımıza Anadolu da ki çocuklarımız geliyor, onların aldığı eğitimle içimizde yanan TÜRKİYE ateşiyle yola koyuluyoruz. Gözlerimizin önünden birer-birer geçiyor evinden okuluna odun taşıyan çocuklar. Her sabah erkenden gelip okulu temizleyen sobayı yakan Anadolu’nun kırsalına atanmış genç öğretmenlerimizin korkuları açmazları. Yüreğimize bir kor düşüyor, kahroluyoruz. Bütün bu zorluklara rağmen ayakta kalmaya çalışan öğretmenlerin darp edilmesi okullarının canilerce yakılması affedilir gibi değil. Ancak yine de bu koşullara rağmen öğretmenlerimizin yılmadan yorulmadan bütün bu güçlüklere rağmen yollarına devam edeceğinden eminiz. Bizlerde aynı zorlukları yaşıyoruz. Bezmek vazgeçmek yok yola devam sevgili öğretmenim.

Evet sevgili öğretmenim seni okulundan koparan öğrencisinden ayıran feryadına kulak vermeyenler, buna neden olanlar utansın.

Benim öğretmenim biliyorum için buruk boynun bükük çaresiz bir gün yaşıyorsun ama senede birde olsa GÜNÜN KUTLU OLSUN...!