Tutsaklığımızı gönüllü bir esaret haline getirdik, sevgisi aşk'a dönüşünce dünya denen metanın. Hakikatin aslı dururken gölgesiyle oyalandık, masiva kalbe düştü bir kere.
Yandıkça yandık dünya için; eritti kızıl elmas cürufunu. Elması unuttuk da cürufa talip olduk, bilemedik nefsin oyununu önü alınmaz ihtiraslarımız duygularımızı kör düğüm haline getirdi; çöz çözebilirsen esaret zindanında.
Bizi bizden kopardı bizden zannettiklerimiz, kalp diyarında. Çölde susuzluğu tattık serap zannedip kum yığınlarını.
Katılaştıkça katılaştı günahın tokmağıyla yufka yüreklerimiz. Öyle bir zincir vuruldu ki kulluğumuza, yıkıldı iman direğimiz.
Yorulduk, hem de çok yorulduk günahın peşinden koşmaktan; bir imtihan bitmeden diğeriyle muhatap olmaktan
Varlığımızla kibirlenip boşlukta kayıp olduk. İmtihanlarla acizliğimizin tam farkına varmışken kendimizi ölümün kucağında bulduk...
Günler... Günler zamanın erittiği ömür törpüleri. Ne olur dur desin karanlığı yırtan şu çığlığa birileri günahtan kurtuluşu müjdelesin, kayıp olduğumuz dünyamıza açılan kapı gibi adı REGAİP, MİRAÇ, BERAAT MEVLİT ve KADİR olsun.
Benliğimizi kayıp edip kulluğumuz bize sunsun. Evet, çıkmaz bir sokaktayız. Akıl, aklın dehlizlerinde kayıp olmuş. Bu oyunu gündüz kadar açık güneş kadar şeffaf, ay kadar berrak, yıldız kadar ışıltılı bir gece bozsun, adı da Beraat olsun…
BERAATİMİZ KUTLU OLSUN