Sadece İstanbul’u değil, Ankara’yı İzmir’i ve tüm şehirlerimizi beton yığınına çevirdik. Evet, ihanet ettik şehirlerimize ve etmeye de devam ediyoruz. Sadece şehirlerimize mi ihanet ettik, insanımıza çevremize doğamıza da ihanet ettik. İnsanımızın yaşam alanları olan ormana, doğaya suyumuza ihanet ederek katlettik.
Suyumuzu kirleterek, denizlerimizi çöplüğe çevirerek, kıyılarımızı ranta kurban vererek ihanet ettik. Ne çevre kaldı ne orman ne doğru dürüst zeytin alanları ne de denizlerde balık. Hep ihanet içersinde olduk ve sonuç ortada. Buğday ithal, pirinç ithal kurbanlık dana ithal saman bile ithal eder olduk.
Bütün bunlar aklın-mantığın evrensel çağdaş dünyanın ve bilimin gereğini yerine getiremediğimizden kaynaklı. Bir toplum bilim sanat ve teknolojiden uzaklaşırsa kanatlanıp uçamaz. Kanatlarını kullanabilen bilime ve teknolojiye üretim ekonomisine yaslanmış toplumlar onun gereklerini uygulayarak yaşamına geçirmiş toplumlar uçar özgür olur, mutlu olur mutlu yaşarlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkasından yumurtalarının alındığının farkına bile varmaz. Sen üretmeyip sadece tüketirsen gelişmiş ülkelerin ilerlemesinden esinlenmez de hep aldatılanların ve aldatanların kuyruğuna takılırsan her önüne gelen şeyi ithal edersen borçta bitmez güçte yetmez.
Elinden sağlıklı yaşam koşullarını çevresini, suyunu, doğasını rant uğruna feda edenler, bilimden ve sanattan uzak durarak sadece seyredenler elbette uçamaz tavuk toplum olurlar. Estetik olmaz, sanat yok edilirse ortaya çıkan tabloda yer alan insan modeli rant toplumunun yarattığı, içinde bulunduğu sistemin insan modeli olurlar. Böyle bir insan modeli de sadece kendi çıkarlarını düşünen karına ve paraya gönül vermiş benmerkezci-hep bana Rabbena diyen insan modeli olurlar.
Ülkede var olan siyasette hakim sınıfların, sermayenin, siyaset üstü rant baskısı oluşturan egemenlerin etkisine girmiş emperyalizmin kuyruğuna takılmışsa, bu denetimsiz neme lazımcı tavuk toplumunun yaşamı bu kısır anaforun içersinde döner durur. Böylesi toplumun ne estetik ne bilimsel ne de doğaya ve insana yatırımı olmaz. Hele bir de ülke borç ile dönüyorsa, dosta-düşmana avuç açılıyorsa, o toplumun insanı da mutlu ve üretken değildir. Günü kurtarma hesabındadır.
Sermaye baskısı ile tetiklenen siyaset sadece popülist çıkışlara, kara dayalı yatırımlara dayanır ve yol verir. Her şeyin en büyüğünü yapmak, en büyük havaalanı-en büyük hastanesini yapmak gibi heveslere kapılır. Hiç bir işlevselliği ve ekonomik getirisi olmayan yatırımlara adım atar. Amaç insana yatırım değildir. Önemli olan siyasetin egosudur. Çark böyle işleyince de ülkenin şehirlerine, insanına doğasına çevresine ihanet edilmiş olur.
Tüm odaların ve bilimsel kurumların üniversitelerin uyarı ve ikazlarına aldırış edilmez sadece kendi doğruları ile hareket eden siyaset, yapılan uyarıları da kabullenmez kendine yapılan karşıt düşünce olarak görür.
Plansız-programsız olarak bu anafor içersinde gelişen şehirlerimiz işte bu kısır döngünün rant tutkusunun, bilimsel değerlerden ve çağdaş yaşam koşullarından uzak durmanın sonucu bu hale gelmiştir. Evet, sadece ihanet etmedik şehirlerimizi ve ekonomik varlıklarımızı da beraberin de katlettik. Vaktiyle uydu kentler yaratarak oluşturulan Ümitköy-Batıkent gibi benzeri uydu kent yerleşim merkezleri, şehir merkezinden uzak ve sakindi.
Şehir merkezi sayılan Kızılay-Ulus gibi yaşam ve iş merkezleri ile uydu kentler arasında uzun bir mesafe vardı ve yol kenarları yapılaşmaya açılmamıştı. Bu ulaşım yolları üzerindeki boş arazileri de ranta kurban verip beton yığınına çevirdik. Tıkanmayan trafik tıkanır oldu. Şehrin her yeri sefertası gibi ucube binalarla doldu taştı. Her alanı beton tutkusu ve ranta peşkeş çekerek ne doğa bıraktık ne çevre.
Elimizde kalan sadece beton yığınları oldu. Ne soluyacak havamız kaldı ne çevremiz ne de suyumuz. Şimdi de bir inat ve kendi doğrularıyla hareket edenlerin günahını yaşıyor şehirlerimiz.