Oğlu Kadir’in edepsizliklerinden bıkan Hacı Murtaza, "BİR ADAMDA UTANMA OLMAZSA BÂ (BEY) GİBİ YAŞAR!” derdi. Kadir'in edepsizliklerinin ceremesini Hacı Murtaza çeker, Kadir adına o utanır, onun yüzü kızarır, o başını yere eğer pazar yerinde Hacı Murtaza’nın yakası toplanır, itilir kakılırdı. Öyle ya, Hacı Murtaza Kadir’in babasıydı!
Bu tür insanları her yerde, her konumda, her meslekte görebiliriz, bunlarla her yerde karşılaşabiliriz. Bunların yaptıkları kötülüğün, uğrattıkları zararların, yıkımın, ihanetin cezasını yakınları, ülke, o ülkede yaşayan insanlar çeker. Anadolu insanı bu gibi durumlarda; “YIRTILAN TÜFEKÇİ BEKİR’İN YAKASI!” der. Deyimdeki Tüfekçi Bekir, oğlunun yaptıkları edepsizliklerin cezasını çekip, pazaryerinde oğlunun utanmazlıklarından, rezilliklerinden dolayı yakası toplanıp aşağılanıp, itilip kakılırken oğlu, sanki hiçbir şey olmamış gibi kendisini komşu çocuklarının kandırdığını, bu suçlara bu günaha onların ittiğini söyleyecek kadar pişkindir. Hep iyi niyet ve temiz kalpli oluşunun cezasını çektiğini, bilmeden yaptığı bu hatalardan işlediği suçlardan dolayı kendisinin affedilmesini hem insanlardan hem de Allahtan ister! Şayet suçlu ise, bunu ancak Allah’ın bileceğini, Allah’a hesap verip, cezasını öbür dünyada çekeceğini söylerken hata yapmaya, har vurup harman savurmaya da devam ederler…
Utanmak insana özgüdür, insan dışında hiçbir canlıda utanma duygusu yoktur. Bir maymunun Hindistan’da muz tezgâhından muz çalarken yakalandığında başını yere eğip; “okadar çok utandım ki, yer yarılsaydı da içine girseydim” diyemeyeceği gibi, Ali Çetin’in oğlu Muktedir’in boz eşeğinin de Halil Emmi’nin bahçesine girip kavakları kemirirken görüldüğünde yüzü kızarıp özür dileyemeyeceği bir gerçektir.
Bilimsel temelde utanma duygusu: Gurur mahcubiyet, suçluluk gibi duygularla birlikte sosyal duygular olarak tanımlanarak insanların sosyal yaşamlarını düzenler. Bu duygu biz insanları sosyal olarak kabul edilen biri yapabileceği gibi, başarılarımızı engelleyip bizim zor durumda kalmamıza sebep de olabilir. Utanma duygusunun kişiliğimizdeki baskısı çok büyüktür, yaptığımız bir hatanın, bir hatalı davranışın sonunda “Yer yarılsaydı da içine girseydim! “der, olayı hafızamızın derinliklerine atmaya çalışırız çünkü; her hatırlayışta olayı yeniden yaşıyormuş gibi oluruz.
Utanma duygusu insanların davranışlarında kendini gösterir yüz kızarır, gözler kaçırılır, baş yere eğilir, kalp atışı hızlanır…
İnsan kısım kısım yer damar damar,
Kaşların Lamelif yüzlerin Kamer,
İnce bel üstüne olayım kemer,
Yakışır bellere sar beni beni.
Sivaslı Aşık Ali Demir’in de belirttiği gibi, insan kısım kısım, yer de damar damar olduğundan insanların karakterleri, fiziksel yapıları, dünya görüşleri başka başkadır. Bir kısmı yüce gönüllü, ahlâk sahibi utanan, yüzü kızaran kimseler olurken bir kısmı da utanmaz, yüzü kızarmaz ahlâk, ar, hayâ yoksunu kimselerdir.
Utanma duygusu olmayan insanlar, belli bir yere gelebilmek için tüm insanlık erdemlerini, ahlâk kurallarını, yetiştiği toplumun maddi, manevi değer yargılarını bir tarafa iterler. Toplum içindeki kendi konumlarının; karakterinin, eğitim durumlarının, öz geçmişlerinin, aile yapılarının tecrübelerinin, gelmek istedikleri işe uygun olup olmayacağını sorgulamayacak kadar ihtiraslı, en yakınından en uzağına kadar herkesi kendine rakip, görecek kadar kötü niyetli hedefine ulaşmak için ise, her yolu geçerli görecek kadar gözü dönmüştür.
Utanma duygusunu yitiren insanların karakteri, gıptayla, kinle, ihanetle, ikiyüzlülükle, fırıldaklıkla, adam kayırıp adam tavlamakla oluşmuştur. Küçük gözlerini önce sabit bir noktaya kilitlerler daha sonra da küçücük beyin kapasitelerini aşan küçücük sorunları bile gözlerini yuvaları içinde döndürerek kendi lehlerine çevirmeye uğraşırlar.
Bu tür insanlar ikiyüzlüdürler, onlarca şahidin yanında hatta günümüzün teknolojik aygıtları ışığında televizyonlarda söylenip, gazetelerde yazılarak belgelenmiş olmasına rağmen dün söylediklerini bugün inkâr ederler. Bunu o kadar sık yaparlar ki, olayın yanında olan sizler bile acaba ben yanılıyor muyum? Çelişkisine düşersiniz!
Bunların doğru dürüst eğitimleri yoktur. Diplomaları, Sertifikaları, belgeleri hep sahtedir. Bilgi dağarcıkları laf ebeliklerine, başkalarından duyduklarını, başkalarından aldıkları fikirleri kendi düşünceleri, kendi görüşleriymiş gibi parlatıp söylemekte ustadırlar.
Bu tipler dini kendi çıkarlarına alet ederler, yaptıkları hırsızlıkları dini kılıflara uydurmada çok beceriklidirler. “Türkiye’nin bir İslâm ülkesi olmayıp Lâik bir ülke olduğunu, bu nedenle “İslâm olmayan bir ülkenin mallarının İslâm olanlarca yağma edilmesinde bir sakınca yoktur” diyerek kişisel hırsızlıklarına kılıf bulduklarını sanırlar!
Geçmişleri karanlıktır. Geçmişlerindeki sır perdelerini aralamak olanaksızdır. Kendilerine yakın buldukları aynı yolun yolcusu, çıkar ilişkisi içinde bulundukları kişilere, tarih yazdırıp, kendileriyle birlikte soylarını asalete, geçmişlerini kahramanlıklara dayandırırlar.
Bu türler Bukalemun gibidirler, çıkarları için gerektiğinde zil takıp oynarlar, gerektiğinde papaz elbisesi giyip kilisede zangoçluk yaparlar, gerektiğinde en büyük demokrat, insan hakları savunucusu, çevreci gibi görünerek bir kısım insanları inandırmayı da başarırlar!
Acımasızdırlar, kendi gelecekleri için ya da, kendi geleceklerini tehlikede gördüklerinde ucunda ülkenin bekası bile olsa acımadan yakarlar, olayları lehlerine çevirirler…
Hayali düşman yaratırlar insanların, yarattıkları hayali düşmanlara odaklanmasını sağlayarak hatalarını yanlışlarını ihanetlerini kapatmaya çalışırlar…
Kirli ilişkiler içindedirler bu ilişkiler, yakınlarında olduğu gibi uzaklarında da olabilir. Çıkarları uğruna konumlarını bir tarafa bırakarak iblisle bile ortaklığa girebilirler…
Çok kibirlidirler, bu kibirleri onlara geldikleri konumlarını, eğitim durumlarını geçmişlerini geldikleri yeri unutturup, kendilerinin dayanılmaz olduğuna kendilerini inandıracak kadar ruh sağlıklarının bozuktur!
Milli değildirler, hep milli olduklarını söylerler, ama babadan dededen kalma ne varsa, kendi düşmanlarına bile satarlarken yürekleri sızlamaz. Babaannelerini, Anneannelerini kandırarak, kandıramazlarsa boyunlarına bıçak dayayıp ihtiyarların yumurta satarak, kanaviçe örerek, bir tarafa attıkları kefen paralarını bile hiç acımadan harcarlar!
Yalancıdırlar, anlatımları hep dinleyenlerin hoşuna gidecek şekildedir. Gelenekleri görenekleri aklı izanı bir tarafa bırakıp, her tür insanla her türlü gizli ilişkiye girebilirler!
Çok korkaktırlar, kendilerini yanlarına aldıkları güçlerle, yol arkadaşlarıyla birlikte korkusuz gibi gösterselerde; sopa gösterildiğinde kuyruklarını popolarının arasına kıstırarak yerlere yatıp şebeklik gösterilerine girerler…
İnsan, onursuz ve haysiyetsiz yapıya sahipse nihayet günün birinde ar damarı çatlar, perde yırtılır. Ar damarı çatlayıp perde yırtıldı mı, artık o insan insanlıktan çıkar! Yüzü kızarmaz ve kötülüklerle hep iç içe yaşar…
Utanmazlığın daha ileriki ve son aşamasına ise toplumumuzda; “AR DAMARININ ÇATLAMASI” denir. Ar damarının çatladığı var sayılan insan, sadece insana özgü olan bu yüce duyguyu yitirir, insanlıktan çıkar artık o, rezilliğin hayasızlığın, arsızlığın utanmazlığın içinde; Hacı Murtaza’nın dediği gibi; “Bâ (Bey) gibi yaşamaktadır!”
Ülkede insanlar itilip kakılırken, soygun hırsızlık yağma yapanın yanına kalırken, yapanlar adına hep bizler mi utanacağız, hep bizim mi pazaryerinde yakamız toplanacak? Hacı Murtaza gibi bizde; “BİR ADAMDA UTANMA OLMAZSA BÂ GİBİ YAŞAR” deyip geçiştirecek miyiz?
Yazımı, Neyzen Tevfik’in yıllarca önce yazdığı bir taşlama (Yergi) şiiriyle bitiriyorum;
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! Dediler…
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, o şimdi mebus dediler!
Saygılarımla…