İsteklerimiz, arzularımız, önü alınmaz ihtiraslarımız bir türlü bitmiyor. Hep farklı olmanın ve farkı yaşamanın peşindeyiz.
Sahip olduklarımıza değil, ulaşamadıklarımıza yoğunlaşıyor, onlarla ruhumuzu yoruyoruz adeta. Ulaştığımız hedeflerimiz bile yetinemiyoruz zamanla.
Yani doyumsuz bir yapımız var insan olarak; doyamıyoruz ve huzuru yakalayamıyoruz bir türlü. Bir yerlerde hata işlediğimiz kesin!
Mutmain olmayan kalp mi asıl problem yoksa isteklerimizde mi bir isabetsizlik var?
Elbette ki isteklerimizde bir isabetsizlik var. Neyi nerede aramamız gerektiğini bilmiyoruz.
Sakat arabasına kavuşan engellilerin sevinmesini görmeyip boyu posu; sağlığı sıhhati yerinde olanların burun estetiği yaptıramadım diye üzüldüğünü görüyoruz. Bir lokma ekmekle mutlu olabilmek mümkünken yedikçe doymayanlar bile var…
Başını sokacağı bir evi olmayanı göremeyip yatım- katım, yazlığım villam yok diye üzülen ve ızdırap duyanlar da yok değil…
Çölde ölen, susuzluktan ölürken “Ne mutlu gölde ölene hiç olmazsa kana kana su içerdim” demiş. Gölde ölen de çölde ölene “Ne mutlu çölde ölene. Keşke çölde olsaydım da hiç olmazsa sular içerisinde kalmazdım” demiş.
Ayağı yaralı adamın şükrüne şaşıran ahmak birisi soruyor: “Ayağın yaralı sen hala şükrediyorsun. Adam: “Ayağı olmayanlar da var. Benim ayağım yaralı ama iyileşince yine onu kullanacağım. Ama onların böyle bir imkânı yok nasıl şükretmeyeyim.” Diye cevap veriyor. Öyle olmalı değil mi zaten?
Çok zengin birinin şu itiraflarını hiç unutmam. O gün bugün ihtiraslarım dokunduğunda kalbime hemen aklıma o gelir. Bu zengin parayla elde edeceği her şeye sahip... Ya paranın satın almadığı şeyler olursa ne olacak peki? İşte tam o kabilden; kızının tükürük bezleri tükürük üretemiyormuş. Çare bulamamış. Ağzını ıslatsa olmuyor ıslatmasa gönlü razı değil. O tükürüğü üretecek bir makine da yok. Çaresiz bir halde… Bu zengin, kızı gözünün önünde eriyip giderken şöyle diyor:
“Vallahi kızımın ağzında bir damla tükürüğü olsun bütün servetimi vermeye hazırım.”
Bir damla tükürüğe servetini verecek insanların serveti ağzımızı sulandırırken her gün tükürüğü üreten bu organa karşı şükrümüzü neden yerine getirmiyoruz?
Bir tükürük kadar kıymeti olmayan şu dünyanın çarkına tüküreyim, diyesi geliyor insanın. Bu kadar fırıldağa değer mi bir tükürük kadar kıymeti olmayan şu dünya için.
Sabah gözlerimizi açıyoruz görmek için; hala nuru tükenmemiş o gözlerin. Isıtan güneş doğmayacak diye şüphemiz yok. Bin bir çeşit nimetler, rengârenk meyveler en güzel lezzette ki gıdaları yiyor, içiyoruz; dilde sıkıntı yok. Acıyı farklı, tatlıyı farklı tadıyoruz; hiç biri ötekine karışmıyor. Ağız harıl harıl öğütüyor, mide saat gibi çalışıyor. Yürüyoruz ayaklarla; nereye istiyorsak götürüyor bizi. Tutuyoruz ellerle hiç zorlanmadan.
Suyun sunisini üretmek mümkün mü? Aldığımız havanın parasını kime ödüyoruz hiç düşünüyor muyuz? Vücudumuzda ki bu kadar mükemmel çalışan sistem de bizim katkımız ve emeğimiz mi var sanıyoruz?
Kısaca: Şükrümüz nimetlerin artmasına vesile iken şükürsüzlüğümüz o nimetlerin de elimizden gitmesine sebep olur. Kanaat zenginliği ile mutmain bir hayat sürmek varken şükürsüzlük içerisinde varlığın yükü altında ezilmek akıl işi değildir.
Yükümüzün hafiflemesini istiyor isek kanaat, kanatları altına girmeli, teslimiyet gemisiyle yol almalıyız.
Midemizin doyumu kadar ruhunuzun doyumuna da önem vermeliyiz.
Mide çok dolunca tefekkür uykuya dalar, tefekkür uykudayken akıl işlevini yapamaz. Aklı kullanmadan yol almak ise rehbersiz, nereye varacağı belli olmayan yolculuğa benzer.
Bedenin istekleri üzerinde yoğunlaşan insanlar ruhun ameli olan huzuru yakalayamaz.
İhtiras, dizginlenemeyen at gibidir sahibini er veya geç bilinmez kuytulara atar.
Dünyanın yükü ile meşgul olanın ahret diye bir kaygısı olmaz.
Sahip oldukları ile huzuru yaşayamayan insanın bu dünyada ki cezası sahip olmadıklarıyla meşgul olarak dünyayı zindan bir halde geçirmektir.
Bir ayetle bitirelim inşallah: “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz elbette size ( nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! Diye bildirmişti.” (İbrahim,7)
Selam ve dua ile…