Yaşar Bey’in kafasının içinde bu sözler yankılana dursun. Bora, aynı kattaki oturduğu daireden içeriye girdiğinde yine yaptı yapacağını, “anca gidersin moruk, yaş yetmiş iş bitmiş” dedi. Taha yine aynı ciddiyet ve suskunluğunu sürdürdü. Bora’nın bu tavrını ve Yaşar Bey hakkında arkasından konuşmasını tasvip etmediğini yüzüyle belli etti. Ancak o anda sükut etti. Zaten Bora’yı önceden bir kaç uyarmış, “insanları arkalarından dedikodu etmenin, alaycı ifadeler kullanmanın yanlış olduğunu” belirtmişti.
Yaşar Bey de dairesine girmişti. Misafirliğe geciktiği için telaşlı idi. O telaş içerisinde dahi, eşi Asuman Hanım'a, Bora ve Taha hakkında yine birkaç kelam etmeden geri durmadı. “Bora, aslan Bora. Çok seviyorum kendisini. O Taha var ya Taha, hep sorunları gündeme getiriyor. Baş ağrısı bir tip” diyerek söylenmeye başladı. Zaten, Taha’nın “deprem, deprem, deprem” şeklindeki sözlerinin ağırlığı hâlâ yakasını bırakmamıştı. Hem bir misafirliğe yetişme telaşı, hem de Taha’nın o ikazları o akşamki neşesini epey kaçırmıştı Yaşar Bey’in. Evin içinde bir o tarafa bir bu tarafa dolanıp dururken de söyleniyordu. “Çokbilmiş Taha, sana mı kaldı deprem tedbirleri, bize bir şey olmaz, ne depremi, bu apartman kaya gibi kaya” diyerek evin içinde bir müddet rastgele dolaşıp durdu.
Asuman Hanım, güngörmüş, saygılı, sevgi dolu bir hanımefendi ve soylu bir ailendendi. Eşinin o akşamki vaziyetinden hoşnutsuzdu. Zaten, Eşinin Taha ve Bora hakkındaki, o sathi değerlendirmelerine de itibar etmiyordu. Asuman Hanım, insanları gerekli bir biçimde tanımadan yüzeysel değerlendirmelerin doğru olmadığına inanan bir kişiydi. Eşinin Taha ve Bora hakkındaki kanaatlerine katılmadığını belirterek, “sırf birkaç iltifata kanarak Bora hakkında bu kanaate nasıl varıyorsun, Taha apartman hakkında, deprem gerçeği hakkında seni devamlı sıkıştırdığı için onun hakkında niye böyle olumsuz düşüncelere kapılıyorsun” diyerek Yaşar Beyi bir kez daha ikaz etti. Eşinin gözünün içine bakarak “her yüzüne güleni dost sanma, her güzel söze aldanma, seni eleştirenleri de düşman olarak görme” dedi.
Saat o anda yatsı namazını biraz geçmiş, gece 22:00 suları idi. Asuman Hanım: “Yaşar Bey, vakit oldukça geçti. Misafirliğe bu vakitlerde gitmek çok da uygun değil. En iyisi biz yatsı namazlarımızı kılıp uyuyalım. Bunda da bir hayır var. Sen Cengiz Bey'i arayıp mazeret bildir ve katılamayacağımızı söyle” dedi. Yaşar Bey, eşinin bu şekildeki bir sözü karşısında birden hiddetlendi. Zaten gergin ve asabiliğiyle maruf bir yapısı vardı: “Sen Cengiz Bey’in nasıl bir insan olduğunu bilmezsin. Bana gönül koyar ve küser. Ben arayıp da söyleyemem. Hem misafirlikte şehrimizin ileri gelen iş insanları, müteahhitleri de olacak onlarla görüşmek ve sohbet etmek benim ticari işlerim açısından çok mühim.”
Asuman Hanım: “Ne yapalım senin ticari işlerin mühim ise, eve geç gelmeseydin o zaman. Zaten hepinizin işi gücü hep dünya. Bu dünya malından, mülkünden başka gayeniz yok.”
Yaşar Bey, “İşiniz gücünüz hep dünya” sözünden alınmışa benziyordu. Başını süt dökmüş kedi gibi öne eğerek: “Benim niye geciktiğimi biliyor musun?” Asuman Hanım, sesini biraz yükselterek: “Nereden bileyim, tabi ki bilmiyorum, anlatırsan öğreneceğim.” Yaşar Bey devam etti: “İşyerinde tansiyonum mu yükseldi, başka bir şey mi oldu, bilmiyorum, aniden başımın arka tarafında şiddetli bir ağrı oldu. İşyerime doktor çağırdık. O nedenle bir müddet dinlenmek zorunda kaldım.”
Asuman Hanım, eşinin rahatsızlanmasından dolayı üzüntüsünü ifade etti: “Ne oldu, anlat bakalım, inşallah ciddi bir durum yoktur.”
Ardından ekledi: “Kendini son zamanlarda daha fazla işe verir oldun. Bırak bu kadar işle uğraşmayı. Dünya malı Dünya’da kalır. Sanki bu malları yiyecek çocuklarımız mı var.”
İnsanoğlunun mal ve mülk sevdasının çoluk ve çocukluğuna mal ve mülk bırakmak isteğinden kaynaklanmadığının açık göstergesi budur. Öyle mal varlığı çok insanlar var ki, kimi kimsesi yoktur, ancak hırsla servet biriktirir durur. Bunu garipsememek mümkün değildir.
Yaşar Bey ne kadar mal düşkünü ise eşi Asuman Hanım o kadar mal ve mülkle alakası olmayan, “Dünya malı dünyada kalır” anlayışlında olan bir hanımefendiydi.
Asuman Hanım, eşini bir kez daha mal ve mülke ilgili hırsından dolayı eleştirdikten sonra “tamam işte, bak mazeretin de var. Cengiz Bey'e misafirliğe gelemeyeceğimizi ve işyerinde rahatsızlık geçirdiğini ve o nedenle bizi mazur görmelerini rica et” dedi.
Yaşar Bey, istemese de, gönülsüz olsa da, Asuman Hanım’ın dediklerini yerine getirdi ve o gece misafirliğe gitmekten vazgeçtiler. Cengiz Bey’i arayıp misafirliğe gelemeyeceğini belirtti Yaşar Bey.
Cengiz Bey’in lakabı “Dünyacı Cengiz” idi. O şehirde müteahhitlik yapıyordu, onlarca apartman yapmış, onlarca dükkan ve daireye sahip bir kişi idi Dünyacı Cengiz. Şehirde boş bir alan görse hemen aklına oraya beton dökmek gelirdi. Tüm müteahhitler toprak düşmanı mıdır? Yoksa Dünyacı Cengiz mi toprağa düşmanıdır? Bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Bu sorunun cevabını bilmiyor olsak da, şunu çok iyi biliyorduk Dünyacı Cengiz gayrimenkul zengini idi. Kat kat evleri, sıra sıra dükkanları var idi.
Züğürtlerin çenesi çok çalışır. Zenginlerin malı da züğürtlerin çenesini yorar. Bırakalım bir kenara Dünyacı Cengiz’in malını ve servetini de, Yaşar Bey ve Asuman Hanım’ın o gece yatmadan önceki hallerine bakalım. Karı ve koca, her ikisi de o gece yatmadan önce yatsı namazlarını kıldılar. Sonra yatak odalarına geçip kısa sürede uykuya daldılar. Ancak, uykuya dalmadan önce aralarında şu diyalog da geçti.
Yaşar Bey: -Bugün günüm çok kötü geçti.
Asuman Hanım: -Şükret, beterin beteri var. Hem şunu unutma. Daha gün bitmedi.
Yaşar Bey: -Ne demek istiyorsun Asuman Hanım. Bırak da sabaha kadar mışıl mışıl uyuyayım. Bak gün bitti işte.
“Daha gün bitmedi” de ne demek? Asuman hanım o sözü neden söylemişti. O sözün hikmeti o gece anlaşılacaktı.
Asuman Hanım: -Sen öyle san, daha gün bitmedi. Uyuyup uyuyamayacağımızı bilemiyorum.
Asuman hanım ısrarla “daha gün bitmedi” diyordu..
Normal, mutat anlayışa göre, yeni bir gün gece saat 12:00’den sonra başlar. Ertesi gün saat gece 12:00’de biter.