Bugünün eksiklikleri bizi hep geçmişe götürüyor. Bugünün varlığının içinde bulamadıklarımızı, geçmişin yokluğunun içerisinde bolca bulunan sevgi ve muhabbeti dilendirerek “Ah o geçmiş günler! Ama ne günlerdi o günler. Keşke geri gelse” diye özlemle yâd ediyoruz. Niye bu kadar özlenir ki o günler diye sormuşumdur hep. Şimdi artık daha iyi anlıyorum, çünkü:
Duygu vardı o günlerde.
Menfaate endeksli değildi ilişkiler.
Sevgi katıksızdı, sevince adam gibi sevilirdi.
Nefretler, kinler bile kırmazdı insanları her nedense. Çünkü yangına körükle gidilmezdi. Kimse kimsenin küslüğünün üzerine yatmazdı; barıştırmak için harekete geçenler bir kova suyla giderlerdi ve ateşi söndürmeden de geri dönmezlerdi.
Yardımlaşma vardı, iyilik etmek için yarışılırdı.
Hissiyatlar güçlüydü, insanlar duyarlıydı yani kalplerde can vardı; canandı her insan bir başkasına.
O günlerdeki sofralarda bir kap yemeyin varlığı sizi aldatmasın! Kaşıklar hep beraber gidince lezzet tüterdi yemeklerden. Muhabbetin en güzeliyle başka bir havaya bürünürdü sofralar. Bugün sofrada yemeklere koyacak yer kalmıyor. Lakin kalplerin istediği sevgi ve muhabbet yemeğini pişirecek mutfak tarumar edilmiş; bereket yok, lezzet yok. Çok fakir düştük çoook..
Komşu, komşudan ekmek almak, bir kap yemek almak için kendi mutfağına gider gibi giderdi. Komşu hakkı diye verilirdi, verince. Sanki evde kalan yemeye tuz biber katılmış gibi olunurdu. Komşuyla beraber olmaktı biraz konuşup rahatlamak, az oturunca ateş almak için mi geldin komşu, biraz oturalım, bir bardak çay içelim, denirdi. Gelen bir aran önce gitsin diye saatlere bakılmazdı. Misafir varken gizli konuşmak ayıp görülürdü.
O günleri hatırlıyorum da! Sokaktan komşumuzun bir cenazesi geçince erkenden uyandırılırdık, yatmak saygısızlık olur diye. Komşudur; keder zamanı hep beraber kederli olalım diye. “Bana ne” denmezdi kimse/ diyemezdi. Televizyon herkesin evinde yoktu. Ancak radyo bile açılmazdı, şimdi piyes dinleme türkü dinlenme zamanı değil, diye inanılırdı.
Bir cenaze namazına katılmıştım yakın bir zamanda, hiç unutamam! Eksiklerimiz, yıkıntılarımız, duyarsızlıklarımız, bencilce tutum ve davranışlarımız, gaflet içerisinde kendi benliğimizi kayıp edişimiz o günlere götürdü beni bir kere daha. “Nereden nereye” dedim kendi kendime.
Bir tarafta cenaze matemi, hemen yan komşuda düğün heyecanı; kin ve öfkeye müsait bir zemin değil mi? Kimse kimsenin ne yaşadığından habersiz, ortaklık yok, duygudaşlık yok. Matem sahibi, doğal olarak, çok öfkeli ve gözleri yaşa dolu. Titrek bir ses tonuyla kulağıma yanaşıp fısıldadı. “Ah hocam bir söyleseniz komşuma, şimdi eğlenmeseler cenazemiz kalktıktan sonra devam etseler düğünlerine” diye. Gidip uyardığımda “ Hocam ne yapalım hayat devam ediyor” diyecek kadar insanlığın öldüğüne şahit oldum. Asıl matem, tutması gereken düğün sahipleridir, ağlayacak olan kalpleri ölmüş bu insanlardır, kalkacak cenaze ise öldürdüğümüz gelenek ve göreneklerimizdir inanç ve değerlerimiz, diye düşündüm.
Evet, hayat öylesine devam ediyor. Başkalarını eze-eze etmemeli bu hayat. Başkalarının üzülmesi pahasını mürüvvetini görmemeliyiz evlatlarımızın. Bugün onlara olan matem yarın bize çok yakın onu anlatamıyoruz işte.
Hâlbuki eskilerde böyle bir durumda düğünü yapmayı bırak, işe bile gidilmezdi cenaze sahibinin kederine tam ortak olunsun diye. Birkaç gün geçince cenaze sahibinin tarlada hasılatı yerde kalmasın, komşu zarar etmesin diye hemencecik elbirliğiyle işleri görülürdü.
Üç gün her evden yemek götürülürdü cenaze evine şimdi onlar kederli, yemek yapamazlar düşüncesiyle. Çocukluk ya işte! Üç günün bitmesini dört gözle beklerdik arkası yarının tekrarı olmasa da yeni bölümlerini dinlemek için sorardık “Şimdi radyoyu açabilir miyiz? Onların üzüntüsü azalmış mıdır? Diye. Şimdi gelenekleri dinin önüne geçirdik. Yapmaya çok hevesli olduklarımıza dini kılıf uydurduk.
Bugün beraber olduğumuz arkadaşımızın yarın cenazesini sırtımızda taşıyoruz. Aynı gün miras ve hesaba oturuyor eş dost ve evlatlar. Kubbede hoş bir seda bırakmış mı bırakmamış mı bilemeyiz. Lakin kalplerde ölüm adına hiçbir ses yok. Tefekkürün yerini dünyevi yeni hesaplar almış, boşalan yerin kim doldurulacağı hesabı ilk gündemi oluşturmuş.
Bir caddede düğün arabasıyla cenaze arabası aynı anda yürürken ne düşünüyoruz. Düğün arabası içerisinde olmayı mı yoksa o tabutun içerisinde olmayı mı? Hâlbuki ikisi de hayatın bir gerçeği. Girmeyi istemediğimiz tabutun içerisinde geri dönmemek üzere gireceğiz. Bugün hesap ve kitap yapanlar geleceğe dair, hesap ve kitapları dürülmüş insanlar olacaklar. Unutmamalı! Sözlerin en güzeliyle bitirelim.
Yüce Allah buyuruyor ki:
“Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görülmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”(Cuma,8)
“Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse onun mükafatını görecektir ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür”(zilzal,7-8)
Selam ve dua ile…