Daha ertesi gün aylardır hatta yıllardır söylediğinden, yazdığından döner mi insan? Birkaç gün bekle, bir yutkun. Seçimin ertesi günü, yere göğe koyamadığı, her söylediğine arka çıktığı siyasi parti liderini, ona destek diğer liderleri de demet yapmış, çalılara vuruyorlar. İlkesizlik ve değersizliğin dibi desen, bunların dibi de yok, kara delik artık.
Aylardır yaptığı hatayı biliyordun da niye toplumu uyarmadın? İktidar yandaşlarına bile bırakmadan, seçimin ertesi günü önce sen dövüyorsun desteklediğin adayı. Hem yanlış adamı seçtirip hem de “Yanlış yaptık” mı diyecektin? Kendin bile gidemezsin bu tutarsızlığın ardından, 85 milyonu niye sürüklemeye kalkıştın?
Akıl alacağımıza akıl veriyoruz
İktidar ve muhalefet yandaşından ibaret, raydan çıkmış bir medyamız var, arası kalmadı. Bütün mesleki ilke ve değerler ayaklar altında, taraftar tribünlerine ayrılmış, karşılıklı sloganlar, hakaretler, aşağılamalarla hatta neredeyse parti sözcülüğüne soyunarak tarumar ettiler milletin aklını. Aradakileri yaşatmıyorlar, boru mantık; taraf olmayan bertaraf olur.
Bir de bu taraflı basın camiasını körükleyen akademisyen, bürokrat, asker, sivil toplum örgütü yöneticileri ile ihtiyaca göre meslek erbabı katıldı tribüne. Akıl alacaklarımıza, akıl verecek duruma geldik.
İnanılır ve güvenilir değiliz
Oysa yasama, yürütme ve yargıdan sonra denetleyici güçtür medya, kamuoyu adına hakemdir. Tribüne çıkar mı hakem? Ayrıca taraflı hakeme sahalarda nasıl tepki verildiğini biliyorsunuz. Medyanın hakemliği, milletin yüzde 14’ünden destek buluyormuş, yüzde 86 inanırlık ve güvenirliğini yitiren hakeme ne inanıyor ne güveniyor.
Kameralara parmaklarını sallaya sallaya iktidar-muhalefet terbiyeciliği yapmak, boş beleş haberlerle bülten doldurmak, her haberin önünü arkasını doğru ya da yanlış bir yorumla bağlamak, kreş çocuklarına seslenir tonlarla haber sunmak, ergen tartışmaları kıvamında programlarla konukları birbirine vurdurup, milletin zamanını boşa harcamak değil bizim işimiz.
Bir medyamız var mı?
Elindeki bilgi ve belgeyi toplumla paylaşmak, kitabını yazmak, filmini çekmek medyacının görevi. Bir fikrin yobazlığına odun taşımak değil. Kamuoyu aklı, kendi doğrusunu yorumlar zaten, senin taraflı, kıt aklın yetmez onu yönlendirmeye. Kenarlara, uçlara hapsolmuş fikirleri müşteri edersin, bir kez daha görüldü ki kamuoyu aklından daha akıllı olamazsın.
Uluslararası ajanslar ve yabancı medya da bizimkilerden cesaret alarak katıldı modaya; edep adapları kalmadı bizim memlekete has. Yanıltıcı, iddia seviyesindeki dedikoduları haber yaptı, bilgiyi çarpıtan makaleler yazdı köşelerinde, programlar yaptılar televizyonlarında. Ciddiyetine karlar yağdı koca koca dünya çapında medya kurumlarının.
Öyleyse eğer, toplum adına “bir medyamız var” diyebilir miyiz?
Nasıl yarılır bu kuşatma?
Toplum adına medya, dünyada kalmadı. Bir avuç adamın çıkarlarına hizmet ediyor dünya medyası. Bağımsızlık kişiliği taşıyan ülkeler yaracak bu kuşatmayı. Türkiye de bunlardan biri olacak.
Yeni dünya ihtiyacı, ekonomik ve toplumsal açıdan kaçınılmaz oldu. Ekonomik, siyasi ve toplumsal sistemin çöküş alarmı, 22 yıl önce 11 Eylül 2001’de, İkiz Kuleler’in yıkılışıyla verilmişti. Türkiye, yeni dünyada yerini almakta kararlı devletlerden. Ancak bizim gibi bu çürümüş, lime lime olmuş medya kumaşıyla yeni dünyaya ne biz ne de hiçbir ülke açılamaz.
Geleceğimizden çalınıyor
En azından 16 yıl önce bu medya yıkılmalı, yenisinin temelleri atılmalıydı. Direndi eski sistem. Boşa direniyor, bir yol da alamıyor, alamaz. Son genel seçimimiz, bir kez daha ispatladı bu gerçeği.
Yeni dünyaya, yeni medyasıyla uyarlanabilir Türkiye. Medyamızın, köklü bir yıkımdan geçip, yeniden kurulması kaçınılmaz bir koşul önümüzde. Kendi eliyle kendini zaten yıktı medyamız ama kabullenmeme inadı, geleceğimizden çalıyor.