Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, son Mısır temasları sonrasında, ABD başta olmak üzere, bütün İsrail yardakçılarına, “Biz bu oyunu oynamıyoruz…” cümlesiyle çok önemli bir mesaj vermişti.
Nedir bu ‘oyun’? İran ile örtülü Batılı müttefikleri arasındaki köşe kapmaca… En basit tanımıyla böyle…
İran ile Batı arasındaki kayıkçı kavgasını daha iyi anlayabilmek için, filmi biraz geriye saralım:
İran’da, 1979’da ‘İslam Devrimi’ (!) oldu. Paris’te ikamet eden Molla Humeyni, devrimin lideri olarak Fransa’dan İran’a ‘uğurlandı’.
Devrimin ilk önemli icraatı, ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nin basılıp 52 Amerikalının rehin alınması ve 444 gün rehin tutulması oldu. Devrim sırasında binlerce İranlının ölümüne mukabil, rehin alınan 52 Amerikalı, burunları bile kanamaksızın, 20 Ocak 1981’de serbest bırakıldı.
45 YILLIK TÜLUAT TİYATROSU
Sonrasında, Saddam Hüseyin kışkırtılarak, Irak’ın İran’a saldırması sağlandı. İran da sahipsiz bırakılmadı; ABD, Fransa ve Almanya başta olmak üzere, Batılılar el altından İran’a silah ve malzeme satmayı sürdürdü. Aracılar da büyük Yahudi şirketleriydi.
Satıştan elde edilen gelirle, Nikaragua’daki darbe finanse ediliyordu. Skandal patlak verince de, bütün sorumluluk Oliver North isimli bir yarbayın üzerine yıkılarak, mesele kapatıldı.
1979’dan bu yana tam 45 yıl geçmiş. Bu süre içinde, Batılı emperyalistler, güya İran’a ambargo uyguladı. Her yıl en az birkaç kez ABD ve yancıları ile İran arasında kontrollü gerilimler sahnelendi. Ne zaman ki petrol fiyatlarının yükseltilmesi gerekti, Hürmüz Boğazı’nda derhal bir gerilim tezgâhlandı. Gün geldi İran, ABD veya başka bir Batılı ülkenin gemisine/tankerine el koydu. Ya da Batılılar, İran’ın bir köşesine bir-iki füze gönderdi.
Sonrasında ‘nükleer gerilim’ tiyatrosu sahne aldı. ABD ve yancıları, İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmaları gerekçesiyle, ağız dalaşını yükseltti. Öyle günler oldu ki, “ABD İran’ı bu gece mi vuracak, yoksa sabaha mı bırakacak?” yollu bahisler bile oynandı.
İran rejiminin de zimnî onayını alan suikastlarla, Kasım Süleymani gibi bazı isimlerin ortadan kaldırılması sayılmazsa, geride kalan 45 yıldaki sayısız gerilime ve ağız dalaşına rağmen, Batılı ülkeler İran’a fiske vurmamaya gözen gösterdi.
Fakat bu dönemde Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan başta olmak üzere, birçok Müslüman ülkenin başına getirilmeyen kalmadı. Dikkat buyurunuz!... Ağız dalaşı İran’la yapılıyor; fakat işgaller, darbeler, iç savaşlar ve katliamlar, bilhassa Sünnî Müslüman ülkelerde yaşatılıyor.
ABD, IRAK’I KİME TESLİM ETTİ?
İran, güya Batılı ülkeler karşısında Müslüman Dünyanın hamisi, ağabeyi, koruyucusu, şemsiyesi, tutunacak dalı gibi bir konuma oturtulurken; bu ülkenin, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan gibi ülkelere sızmasına ve buralarda vekil savaşçı gruplar oluşturmasına imkân sağlandı.
Bu arada, atlanmaması gereken çok önemli bir kırılma noktası daha var: Irak…
ABD, Afganistan ve Irak’ı işgal için 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne, kaçırılmış uçaklarla yapılan intihar saldırılarını gerekçe yapmıştı. Bu bahaneyle ABD, Afganistan’dan sonra, 2003’te Irak’ı da işgal etti. Yıllarca kukla olarak kullandığı Saddam Hüseyin’i, bizzat Iraklı yeni kuklaları eliyle yargılatmak suretiyle, bir bayram sabahı idam ettirdi. İşgal yılları boyunca, ezici çoğunluğu siviller ve çocuklar olmak üzere, 1 milyon 500 bin kadar Iraklı öldürüldü.
Siyaseten de Irak’ın genetiği bozuldu. Meclis Başkanlığı Sünnilere, Başbakanlık (İran güdümündeki) Şiîlere ve Cumhurbaşkanlığı da Kürtlere tahsis edildi. En etkili makam olan Başbakanlığa, İran güdümündeki Nuri el Malikî getirildi. Bu İran kuklası, ülkedeki Sünnî Müslümanlara elinden gelen kötülüğü yaparken, bir yandan ABD himayesi altında, öbür yandan da İran’ın desteğiyle yol yürüdü.
İşgalin ‘savaş’ olarak nitelenen 8 yılının ardından, Irak’taki askerî varlığını azaltan ABD, bu ülkeyi göstere göstere İran’a teslim etti. Dahası, 2016 yılı başlarında, ABD ve yancılarının laboratuvarda ürettiği terör örgütü IŞİD’e (DEAŞ) yol verilerek, güya Irak’taki Şiî hedeflere saldırtıldı. Elbette IŞİD’in karşısına dikilecek güçler de İran’ın Haşdişabi milisleri ile ABD’nin ‘kara gücü’ (!) olan PKK ve türevleriydi.
Tiyatro, böyle böyle sahnelenip gitti. Her perdenin ardından, İran, Sünnî Müslüman dünyaya karşı biraz daha güçlendirildi, o ülkelerde taban bulması sağlandı.
GAZZE’DEKİ SOYKIRIMI PERDELEME SAHNESİ
Nihayet geldik Gazze’de 10 ayı aşkın süredir İsrail adlı terör örgütü tarafından yürütülen soykırıma…
Sahnede sanal bir İran-Batı savaşı havası estirilirken, katliamın çıplak gerçekliğini Gazze’deki Filistinli Müslümanlar yaşıyor. İsrail azgınlığı, Gazze’nin barışçı müzakerecisi olan HAMAS Siyasî Lideri İsmail Haniye’yi, stratejik bir tercihle, İran’ın başkenti Tahran’da bir suikastla katledecek kerteye ulaştı.
Sonrasında İran ve Ortadoğu’daki vekil örgütleri, İsrail’e karşı intikam saldırıları yeminleri ettiler. Her yeni günde İran ve müzahirleri, İsrail’e ‘ağır saldırı’ imalı yeni yeni tarihler, hatta saatler verdiler. İşin tuhaf yanı, bu saldırıların tarihi, saati, yeri, yönü ve şiddeti konusunda hep ABD kaynakları ‘uyarıcı açıklamalar’ yaptı. Elbette İran da, böylesi yorumlara malzeme verecek ‘kriptolu açıklamalardan’ geri durmadı.
Neticede dünya, İsmail Haniye’nin katledilmesini ve Gazze’deki soykırımı unuttu, ‘saldırgan İran/masum İsrail’ moduna geçti. Tabi bir de ABD ve Batılı yancıları, Ortadoğu’yu denizlerden ve karalardan iyice kuşatmak için altın değerinde yeni bahaneler bulmuş oldu.
TULUAT TİYATROSUNA DEVAM
Merak etmeyin, İran ile Batılılar ciddi bir savaşa tutuşmaz. ABD’nin başındaki mumya zaten işaret fişeğini, “Gazze’de ateşkes sağlanırsa, İran’ın İsrail’e saldıracağını sanmıyorum…” mealindeki açıklamayla çakıverdi.
Bu oyun şöyle devam edecek: Muhtemelen ‘sınırlı-sorumlu bir ateşkes’ sağlanacak. Bu arada İran, İsrail’e ‘kimsenin burnunu kanatmayacak şekilde’, koftiden füze ve dronlar gönderecek.
Böylece İran açısından hamamın namusu kurtulurken, İsrail-ABD-Batı ekseni, Ortadoğu’da yeni mevziler kazanmış; Gazzeli masumlara yönelik soykırım da dünya gündeminden düşürülmüş olacak.
Biz artık İran ile Batılılar arasındaki bu ‘oyun’dan, tuluat tiyatrosundan, danışıklı dövüşten, kayıkçı kavgasından ziyadesiyle sıkıldık. Müslüman dünyanın dayanılmaz acılar yaşamasına ve İslam coğrafyalarının fiilen işgaline zemin hazırlayan bu kontrollü gerilimi sonlandırmak için etkili bir darbe gerekiyor. Türkiye’den başka bu darbeyi vurabilecek ülke de yok.