Tarihimizi zamanla yok etmeye kalkmışlardır
Epey zamandır gazetemizin sayfalarında, Kazakistan Cumhurbaşkanı, Sayın Nursultan Nazarbayev’in “Büyük Bozkırın Yedi Yönü” ünlü makalesi etrafında Türkiye’nin kıymetli siyaset ustaları – TÜRKSOY Genel Sekreteri, Sayın Prof. Düsen Kaseinov ve eski Turizm ve Spor Bakanı, Sayın İlhan Akümüz; Prof. Dr. Fırat Purtaş, Türkoloji alanda dünya ünlü bilim adamı, Azerbaycan Atatürk Merkezi Başkanı, Milletvekili, Akademik, Prof. Dr. Nizami Ceferov, TBMM Milletvekili, deneyimli siyaset adamı, Sayın Şamil Ayırım fikir ve düşüncelerini beyan ettiler. Dünya Türklerinin Bozkırın bu uçsuz, sonsuz çöllerinden dünyaya nüfuz ettiklerini dile getiriyor, Sayın Nazarbayev’in bilim adına kıymetli makalesinin doğruluğunu tastık ediyorlar.
Gazetemizin bu günkü misafiri Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı “RESPUBLİKA” Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, Prof. Dr. Teymur Ahmedov’dur. Azerbaycan edebiyatının usta araştırıcısı, binin üzerinde ilmi makalelerin basılmıştır, ayrıca Cenubi Azerbaycan edebiyatı üzerine iki Ciltlik muhteşem kitapların yazarı, tanınmış bilim adamı Prof. Dr. Teymur Ahmedov da Sayın Nazarbayev’in bu muhteşem makalesini alkışlıyor:
TERÖR-DÜNYAYI VE TÜRKİYE’Yİ TEHDİT EDİYOR
“Dünyadaki kutuplar arasındaki çekişmeler, Orta Doğu’daki savaşların sonucunda Irak ve Suriye’de her gün yüzlerce Müslüman kardeşlerimizin öldürülmesi içler acısıdır. Bu gün dünyada Türklere karşı sanki kıyam başlamış, Amerika ve Emperyalist güçlerin Türkiye sınırlarında PKK, YPG ve DEAŞ terör gruplarına ağır silahlar dağıtması ve kardeş Türkiye’nin sınırlarında savaşın ateşlenmesi hepimizi rahatsız ediyor. Çünkü biz “Aynı millet, iki devletiz”(Haydar Aliyev). Dünya Türkleri, Emperyalist kuvvelerin ateşlemiş olduğu bu savaşların arkasındaki niyetlerini iyi biliyordur. Orta Doğu’daki savaşın ateşlenmesi sürecinde Sayın Nazarbayev’in bu kıymetli makalesini yayınlaması dünya Emperyalist güçlerine Atom bombası ağırlığında uyanmamızgerekiyor işaretini veriyordur, diye düşünmekteyim. Yani biz Türklerin yaratılış tarihini anlatırken sanki dünya Türklerini de bir nevi uyandırıyor. Kökünüzü, aynı kökten yaratılmış olmamızı bir nevi “BİŞRLEŞMEMİZE ÇAĞRI” niteliğindedir sanki. Zamanlaması da çok önemlidir. Bakın nasıl başlıyor makalesi:
“Mekân her şeyin, zaman ise tüm vakaların ölçüsüdür. Mekân ile zaman birleştiği çağda ulusun tarihi başlar. Bu sıradan bir özdeyiş olarak değerlendirilecek tespit değildir…”
Sayın Nazarbayev dünya Türklerine örnekler sunuyor ve köklerimizle övünmemiz lazım diyor ve Almanları, İtalyanları ve başka halkların tarihini açıklıyor: “Gerçekten de Almanların, İtalyanların veya Hint halklarının yıllıklarına baktığımızda bu milletlerin binlerce yıllık tarihlerindeki büyük başarıların önemli bir kısmının mekân tuttukları bölgelerle bağlantısı meselesi akla gelmektedir. Elbette kadim Roma demek bugünkü İtalya demek değildir, lakin İtalyalılar tarihî kökleriyle övünebilmektedir. Bu övünç, yersiz değildir. Bunun gibi eski Gotlar ile bugünkü Almanlar da aynı ulus değildir, fakat onlar da Almanya’nın zengin tarihî geçmişinin bir parçasıdır. Çok uluslu zengin bir kültüre sahip eski Hindistan ile bugünkü Hint halkını tarihî süreçte kesintisiz gelişmesini sürdüren tek bir medeniyet olarak kabul etmek mümkündür.
DÜNYA UYGARLIĞI TÜRKLERİN YARATILIŞIYLA BAŞLIYOR
Bu, tarihe doğru bakabilmenin sonucudur. Zira bu şekilde köklerimizi bilme, derinlemesine eğilerek millî tarihimizin karmaşık sorunlarını çözme imkânı doğmaktadır.
Kazakistan tarihi de parça-parça ele alındığında değil, ancak çağcıl bilim penceresinden bir bütün olarak bakıldığında anlaşılabilecektir. Bunun için gerekli dayanaklarımız da mevcuttur.
Birinci olarak, yaptıkları katkılar aşağıda ele alınacak ilk devlet örgütlenmelerin tamamı Kazakistan bölgesinde kurulmuş ve Kazak etnik kimliğinin başlıca unsurlarını meydana getirmiştir.
İkinci olarak, söz konusu ettiğimiz büyük kültürel başarılar dışarıdan getirilip önümüze hazır biçimde konmamıştır, bilakis bunların büyük kısmı bu uçsuz bucaksız ülkede medyana gelmiş, sonra da Batı’ya, Doğu’ya, Kuzey’e ve Güney’e yayılmıştır”. Bunları okurken kurur ve kıvanç duydum. Bilim adına çok kıymetli tespitlerdir, diyor Teymur muallim.
“Üçüncü olarak, son yıllarda ele geçen tarihî buluntular, atalarımızın kendi devirlerindeki en gelişmişi ve en ileri teknolojik yeniliklerle doğrudan ilgili olduğunu ispat etmektedir. Bu buluntular, Büyük Bozkır’ın dünya tarihindeki yerine yeni bir bakış açısıyla bakma imkânı vermektedir…
…Avrupai bakış açısı Sakalar, Hunlar gibi bugünkü Türk halklarının tarihî ataları sayılan etnik toplulukların, tarihî teşekkülümüzün ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğini görmemize engel oldu”. - Tarihimizi, yaratılış dönemi devamlı bizlere unutturmuşlar. Büyük Türk halkının kahramanlıklarla dopdolu tarihimizi tahrif etmişler, bizlere anlatmamışlar. Türkler gerçekten de tarihte ilk büyük güç olmuşlar, Avrupa ve Asya’da en büyük topraklara sahip olmuşlardır. Fakat vahşi Batı ve Emperyalist güçler zaman diliminde Türklerin topraklarını parsel-parsel ellerinden almışlar ve devamlı küçülmüşler, diyor değerli bilim adamı, Prof. Dr. Teymur Ahmedov ve ekliyor: “Bakın, Sayın Nazarbayev, usta siyaset dehası gibi dikkatlerimizi kökümüze, yaratılış tarihimize yönlendiriyor:
“…Bugün tarihimize doğru ve dikkatli bakmamız gerek. Ancak herhangi bir tarihî vakayı yalnızca seçici ve toplu durumluk (konjonktürsel) açıdan değerlendirmek doğru değildir. Ak ile kara birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Bunlar birleştikleri zaman kişilerin de toplumların da hayatlarına benzersiz renkler katarlar. Bizim tarihimizde acılı devirler ile üzücü olaylar, kanlı savaşlar ile çarpışmalar, toplum açısından tehlikeli sınavlar ile siyasi ovuşturma ve sürgünler az değildir. Bunları unutmaya hakkımız yok. Çok yönlü ve geniş tarihimizi doğru anlayarak olduğu gibi kabul etmemiz gerektir.
Biz başka ulusların rollerini küçülterek kendi büyüklüğümüzü göstermek çabasında değiliz. Tam tersine sağlam bilimlik belge ve bilgilere dayanarak dünya tarihindeki rolümüzü dikkatli ve doğru biçimde tespit etmek zorundayız. Büyük Bozkır’ın yedi yüzü, yedi yönü üzerinde duralım”. Makalede devamlı olarak tüm dikkatimizi köklerimize inmeye, büyük ananeye ve geleneklere sahip olduğumuzu hatırlıyor bizlere.
“…Büyük Bozkır’ı mekân tutan eski insanlar nice teknik şeyler icat etmişler, o vakte dek görülmemiş yeni araç ve gereçler yapmışlardır. Günümüzde insanoğlu, dünyanın dört köşesinde hâlâ kullanmaktadır. Eski yıllıklar, bugünkü Kazakların atalarının geniş Avrasya kıtasında siyasi ve iktisadi tarihin gidişatını defalarca kökünden değiştirdiğini ortaya koymaktadır… Ata binme kültürü ve at yetiştiriciliğinin yeryüzüne Büyük Bozkır’dan yayıldığını tarih belirtmektedir… Ülkemizin kuzeyinde bulunan Bakır Çağı’na ait Botay adlı yerleşim yerinde yapılan kazı çalışmaları atın ilk kez bugünkü Kazakistan topraklarında evcilleştirildiğini göstermektedir”. Bu gerçekten de öyledir. Ata binme, at üzerinde hareket etme kültürü kadim Bozkır Türklerinin geleneğidir ve Batı’ya taşınmıştır. Tarımda ve askerlik alanlarda da kadim Türkler olağanüstü devrimlere imza atmışlardır. Kazılarda bulunan bayrak taşıyan atlı asker tasviri, Türklerin göçebe dünyasından haber veriyordur.
Makalede Türklerin yaratılış tarihi güzel anlatılır
Dünyanın her yerine kadim Kazak topraklarından yayılan bu büyük teknolojik devrimin meyvesini insanoğlunun on dokuzuncu yüzyıla değin yediğini unutmamalıyız.
Makalede ayrıca “bugünkü giyim tarzının temel bileşenlerinin kökleri, Bozkır Medeniyeti’nin ilk dönemlerine dek uzanmaktadır”, denir. Şu bir gerçektir ki, “Ata binme kültürü, atlı askerin derli toplu giyiniş tarzını doğurdu. At üstünde rahat ve kullanışlı olması için atalarımız ilk kez giyimi alt ve üst olmak üzere ikiye ayırdılar. Böylece malum pantolonun ilk örneği meydana çıktı”, denir. Ve Avrupa ve Batı dünyası Sayın Nazarbayev’in de ifade ettiği gibi, “Yine bugünkü bütün çizme çeşitleri, göçebelerin ata binerken giydikleri yumuşak ökçeli uzun deri çizmenin “mirasçıları” olduğu açıktır” denir. “Bu ise atlı kişilerin at üstüne hüner göstermesine ve çarpışırken rahat hareket etmesine imkân sağladı. Bozkırda yaşayan halk, deri, keçe, kendir, yün ve kenevir pantolon diktiler. Binlerce yıl geçmesine rağmen bu giysi türü hiç değişmedi. Kazı çalışmalarında bulunan eski pantolonların bugünkü pantolonlardan hiçbir farkı yoktur”. Hocam, gerçekten de bütün bunlar tarihi gerçeklerdir: “At üstünde gezen göçebeler, atlarına erkin binmek ve onları istedikleri gibi denetlemek için yüksek eyer ile üzengiyi icat ettiler. Bu buluş ise binicinin at üstünde çakılı kazık gibi sağlam oturmasına, ayrıca elindeki silahını da kolay ve verimli kullanmasına imkân sağladı”. Ok atmak, kılıç oynatmak da biz Türklere has geleneklerdir. Makalede bütün bunlar yazılıyor: “Atalarımız çapmakta olan atın üstünde iken yay kullanmayı olabildiğince geliştirdiler. Buna bağlı olarak bu silahın yapısı da değişmiş, gittikçe daha karmaşık, kullanışlı ve güçlü olmaya başlamıştır. Arkasına kuş tüyü takılan demir uçlu ok, çelik zırhı delen bir silah hâline gelmiştir”.
Aziz Hocam kılıç, süvarilerin zırhı, ateşli silahlar M.Ö. Türkler tarafından bulunduğu aşikârdır. Makalede Madencilikten de söz ediliyor. Bu da doğru. Yakınlarda Nahçıvan topraklarında M. Ö. Beş bin yıllarına ait altın Kolye bulunmuştur Siz de “Anadolu” gazetesindeki köşenizde Kolyenin resmini ve bulunmuş tarihi hakkında yazdınız. İster Bozkırda ve ya Azerbaycan topraklarında da kadim insanlarımızın evde kullandıkları mutfak eşyaları, kolyeler, kıymetli altın işlemeleri bulunuyor ki çok-çok kadimlerde Türkler bunları yaratmışlardır. Atalarımızın yeni ve dayanıklı madenler üretimini geliştirmesi, teknolojik açıdan hızlı bir şekilde ilerlemesini de sağlamıştır. Kazılarda bulunan maden eritme ocakları, el yapımı süs eşyaları, eski çağlara ait ev eşyaları, savaş araç ve gereçleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. Makalede bütün bunların eski Çağlarda “bizim topraklarımızdaki bozkır medeniyetinin teknolojik açıdan ne kadar hızlı geliştiğini göstermektedir” denir. Evet, kadim Nahçıvan topraklarında da aynı kıymetli eşyalar, altın işlemeleri bulunuyor. Azerbaycan tarih Müzesi’nde sergilenen eşyaların çoğu Azerbaycan topraklarında bulunmuştur. Fakat makalede doğru denir ki, Türklerin yaratılışı kadim Bozkırın göbeğinde, yani kadim Türkistan topraklarında mevcut olmuştur.
Sayın Nazarbayev doğru öneride bulunuyor:
Biz Türkler köklerimize inmeliyiz, geçmişimizi iyi bilmeliyiz, çünkü Türkler gerçekten de tarihte en kadim halktır, bunu dünya böyle anlamalı ve bilmelidir. Geleneklerimiz, örf adetlerimiz, buluşlarımız, kısacası kültür hazinemiz Türkistan’da bulunmuştur ve dünyaya yayılmıştır. En son 1969 Kazakistan’ın Esik kurganında bulunan, sanat tarihçilerince “Kazakistanlı Tutanhamun” diye adlandırılan “Altın Adam”dır. Türkler gerçekten de insanlığı hayrete düşürebilen yüksek sanat eserlerini dünyaya getirmiş kahraman halk olmuşuz. Bununla övünmemiz lazım. Bu yeni buluş gerçekten de Bozkır kültürünün yüksek manevi estetik gücünü dünyaya yayıyor. Hala Orta Asya bölgesinde bulunan eski yazı örnekleri de ayrı bir mucizedir. Dünya tarihinde ilk göçebe İmparatorlukları da Türk topraklarında mevcut olmuştur. M. S. ilk binyıllarda Türk dünyasının teşekkülü ve dünyaya yayılması tarihi gerçeklerdir. Tarihi İpek Yolu Asya’yı Batı ile birleştiren ana damar olmuştur. Bu engin sahraları kahraman Türkler geçerek dünya ile ticareti genişletmişler. Ayrıca bu kadim Türk topraklardan dünyaya Ebu Nâsır El-Farabi, Türk uluslarının manevi Önderlerinden Hoca Ahmet Yesevi de Türkistan şehrinde yaşamışlar. Azerbaycan’da ise dünya şirinin Güneşi, dünya Rönesansçının yaratıcısı, deha şairimiz Nizami Gencevi, Orta Çağların Şiir Güneşli Muhammed Fuzuli, İmameddin Nesimi gibi şairlerin yaratıcılıkları da dünya edebiyatına inciler olarak dâhil olmuşlardır ve Batı edebiyatının gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Ne yazıktır ki, dünya şirinin Güneşi sayılan Nizami Gencevi’nin “Leyli ve Mecnun” eserinin el yazısı Azerbaycan topraklarından çalınarak İngiltere’nin Kraliyet Müzesinde korunuyor. Bu el yazıının Azerbaycan’a getirilmesi gerekmektedir. Ve Shakspeare, “Romeo ve Julyet” trajedisini de “Leyla ve Mecnun” eserinin motiflerinden yararlanarak yazdığı da başka bir gerçektir. Sayın Nazarbayev olağanüstü önerilerde bulunuyor. Müzeler, Arşivler kurulmalıdır, diyor. Çünkü kadim Türk kültürü - Çin, Hint, Fars, Akdeniz, Yakın Doğu ve İslav medeniyetlerini birbiriyle buluşturdu. Bozkır’ın yüzü ilk ortaya çıktığı andan itibaren Büyük İpek Yolu haritası esasen Türk imparatorluklarının topraklarını içine alıyordu. Büyük Bozkır halkı, İlk Çağ ve Orta Çağ’daki çok önemli ticari ilişkilerin de başlıca aracısı sayıldı. Orta Asya’ya Türklerin hükümran olduğu dönemde Büyük İpek Yolu, uluslararası iktisadın artmasında ve kültürün gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Makalede Lale çiçeğinin ve elmanın vatanı Bozkır topraklarıdır denir. Yüce Alatav’ın yamaçlarının elma ve lalenin ana vatanı olduğu ilmî açıdan ispatlanmıştır, denir. Çok doğru, zaten Almatı kentinin adı elmadan alıntıdır. Lale çiçeğinin de vatanı gerçekten bozkırdır.
Kısacası Hocam, makaleden de gözüküyor ki, Sayın Nazarbayev çok büyük Türkçü ve Türk insanıdır. Hepimize doğru yolu, hedefi gösteriyor. Evet, biz Türkler uyanmalıyız, çünkü pek çok dünya devletleri zamanında Türk topraklarını işgal etmişler. Dünya halkları Türklerden korkuyorlar. Fakat Türkler tarihte adil, barışçıl ve hoşgörülü halk olarak tanınırlar. Dünyada barışı savunan ülke bu gün Türkiye ve Türk devletleridir.
Büyük Atatürk çok güzel demiştir: Ne Mutlu Türküm Diyene!
Prof. Dr. Teymur Ahmedov