Şüphesiz ki şu kâinatta mükemmel bir dengenin ve nizamın bir parçası olan insanın rızkını, her canlıda olduğu gibi yüce Allah takdir ve tayin etmiştir. Bütün canlılar bu dengenin bir unsurudur. Çalışıp çabalamak, takdir edilen rızkın ele geçirilmesi için nasıl ki bir vesileyse toplumun huzur ve refahının korunması içinde bir vesiledir.
Bizim çalışmamız sadece rızkımızın bereketlenmesine, sebepler dairesinde bir vesiledir. Yoksa ezelde takdir edilen şeyin değişmesini sağlamak değildir. Bazı insanlar aşırı "kadercilik" kurbanı olarak Sünnetullahı göz ardı ederek Allah'a karşı farkında olmayarak mücadeleye girişmiş oluyorlar. "Nasıl olsa benim için takdir edilmiş rızık gelir beni bulur, o zaman çalışmama ne gerek var." diyerek iradelerinin hakkını verme hususunda gevşek davranıyorlar. Hâlbuki bizim dinimiz kıyamet kopacağını bile bile elimizdeki bir fidanı dahi dikmeyi tavsiye etmiştir. Allah çalışanı sever, tembel tembel oturup başkalarına muhtaç duruma düşenleri kınar. "İnsana, uğrunda çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir"(Necm,39) ayeti kerimesi insanı uyarmakta ve her hususta çalışmayı emretmektedir. Bu çalışma sadece dünya hayatı için değil, ahret için de söz konusudur. Dünyaya çalışıp ebedi âlemi ihmal etmekte uygun olmaz. Her şeyi rıza-i ilahi doğrultusunda kur’an ve sünnet ölçüleriyle sağlam bir denge üzerine oturttuğumuzda dünyada çalışmak bile ibadet hükmünü alır. Bu sefer dünya ahret dengesini sağlamış hem dünya da hem de ahrette mükâfata nail olmuş oluruz.
Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ki:
"Sizin hayırlınız ahretini dünyası için dünyasını da ahreti için terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır."( Keşf'ul-Hafa,1251)
Araştırmalara göre insanın rahatı çalışmakla ve bir meşguliyetle uğraşmakla sağlanabilir. Bu nedenle atalarımız "Çalışmak insanın aynasıdır" Çalışan demir paslanmaz" demişlerdir. En çok strese ve bunalıma girenler boş boş oturan, hiçbir şeyle meşgul olmayan insanlardır. Tembel tembel oturup atıl vaziyette hayatlarını geçiren insanlar ağır streslere muhatap olmakta, hem bedenen hem de ruhen tatmini yakalayamadıklarından bunalıma girmektedirler. Çalışan insanlar işle meşgul olduklarından gayrı meşru işlere daha az meyillidirler. Dikkat ederseniz olayların en çok olduğu yerler işsiz insanların en yoğun olduğu yerlerdir aynı zamanda.
Çalışmayı, bir insan maişeti alanındaki sorumlu olduğu aile efradının rızkını temin etmek gaye ve niyetiyle gerçekleştirirse emanete riayet etmiş olduğundan daha farklı bir mükâfat söz konusu olmuş olur.
Çalışıp helalinden kazanıp, kazanılan şeylerin hakkını vermek yani zekâtı ve sadakayı vermek bu hayatın dengesi açısından çok daha önemli bir unsurdur. Herkes "veren el" olmaya gayret eder, fakir düşen insanların da boşluğunu ve ihtiyacını giderirse fakir ve zengin arasında kin, nefret, düşmanlık, kıskançlık çekememezlik olmaz. Yine bir kesim çalışıp, diğer bir kesim çalışanları sömürürse düşmanlık zuhur eder ve huzurdan söz etmemiz mümkün olmaz. Yani kısaca herkes iradesinin hakkını verecek, çalışıp çabalayıp Allah'ın takdirine razı olacak.
Çalışırken dünyanın cazibesine de aldanmamak gerek. Bir taraftan yaparken öte taraftan yıkmak söz konusu olabilir. Çünkü dünya hırsı, tamahkârlık daha fazla kazanıp daha fazla tüketme arzusu insanın gözünü öyle kör eder ki, bu sefer hassasiyetler aşınır, helal ve haram ayrımı söz konusu olmaz, herkes bir başkasının malına mülküne gözünü diker hırsızlık, haksızlık, gasp, rüşvet önü alınamaz bir hal alır.
Kısaca şunu ifade etmeli: Evet, çalışmalı insan, lakin çalışıp çabalamayı da denge üzerinde tutmalı. Bu denge hiçbir ekonomik sistemle kıyaslanmayacak kadar elzem olan Allah’ın koyduğu helal ve haram dengesidir. Faiz üzerine kurulu bir sistemde hakkaniyet olmadığından zengin daha fazla zengin, fakir daha fazla fakir oluyor. Haksız kazancın olduğu bir pazarda, aldatma üzerine kurulu bir ticaret anlayışının hüküm sürdüğü bir ortamda, herkes ne kadar çalışırsa çalışsın kazanmak bencilce olduğundan zarara uğratılan kesim hoyratça ve acımasızca sömürülüyor. Böyle bir durumda yine dengeden ve düzenden söz etmemiz mümkün olmuyor. Allah böyle bir dengeyi yakalamamız gerektiğini şu ayetiyle bizlere bildiriyor:
"Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin. Eğer gerçekten yalnız Allaha ibadet ediyorsanız O’nun nimetlerine şükredin."(Nahl, 114)
İnsan, Allah’ın verdiği nimetlerden en güzel bir şekilde faydalanacak ancak her nimetin şükrünü o nimetin cinsinden yerine yetirecek. Bir insanın, sahip olduklarını kendinden bilmesi, kulluğun başka bir ayarını bozmak anlamına gelir. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın, ne kadar kazanırsa kazansın bütün bunlar Allah'ın istemesiyle gerçekleşir. Çalışıp kazanamayan kazanıp yiyemeyen bir sürü insan var.
Selam ve dua ile...