Yıl boyu süren sessizliği ve sakinliği ile dikkatleri çeken camiler bu günlerde cıvıl-cıvıl çocuk sesleriyle şenleniyor. Hangi camiye giderseniz gidin adeta gül bahçesine dönmüş gibi… Camiler çocuklarla çiçek açıyor. Nasıl ki bahçe gülsüz olmazsa gül bahçesi camiler de çocuksuz olmaz. O cennet bahçesinin güleri ve çiçekleri çocuklar bizim içinde göz aydınlığı ve geleceğimizin teminatıdır. Cami ve çocuk iki masumiyeti ifade eder; birinin saf ve temizliği ötekinin güzel iklimiyle birleşerek gelecek nesillerin ahlaklı ve erdemli yetişmelerine vesile olmak. Camiler sadece beş vakit namazların kılındığı yerler olarak görüldüğünde o camilere, manevi ruhunu ve fonksiyonlarını daraltarak en büyük haksızlığı yapmış oluruz. Çünkü böyle daraltılmış bir mescit anlayışı asla kabul görecek bir anlayış değildir. Peygamberin mescidine baktığımız zaman hayatın bütün renklerini orada görmemiz mümkündü. Adeta cami hayatın merkezi konumundaydı. Cami günlük hayatın kontrolü ve istikameti için olmazsa olmaz yer olarak bilinirdi; ilim, irfan soluklanır, hidayet yudumlanırdı. Hayatın yorgunluğu oranın manevi atmosferinde giderilirdi. Peygamberin mescidi yuvasızlara yuva vazifesi görür, devlet işleri bile orada karara bağlanırdı. Onun mescidi çocuklara, annelere sonuna kadar her kesimden insana açıktı.
Bugün çocukların camide yer almasına tahammül edemeyen, onları öteleyen, kıran, üzen bir kesimin olduğunu inkâr etmemiz mümkün değil. Bu davranışlar, İslam’ı tam anlamıyla özümsememenin, Peygamberi anlayamamanın bir göstergesidir. İslam robot yetiştirmiyor; insan olmamızı, Müslümanca yaşamamızı, evlatlarımızı ahlaklı bir birey olarak yetiştirmemizi istiyor. Bu yolda sonuç almak, anlayış ve kabiliyete bağlı olduğu kadar ihlas ve samimiyetle de bire bir ilgilidir. Ne cemaat şuuru nede İslam ahlakı kimseyi dışlamayı kabul etmez. Camiler insanın nefsinin azgın ve kötü taraflarını terbiye etmeli, insanın hidayetine vesile olmalı, delaletine değil. Mescit hoşgörü yeridir, çünkü orası Allah’ın evi, oraya gelenlerde Allah’ın misafiridir. Hele hele bu çocuklar için çok farklı bir anlam ifade eder.
Çocukların eğitilmesi ve kuranla buluşması daha bir gayret ve müsamaha gerektirir. Her hususta olduğu gibi bu konuda da Peygamber-i eğitim metodunu esas almalıyız. Biz kafamıza göre Müslümanlığı yaşayamayız. Başöğretmen Hz. Muhammed’i takip etmeliyiz. Mesela O’nun şu deruni bakışı ve anlayışı bütün ön yargıları ve bahaneleri geçersiz kılmaktadır:
Bir bedevi camiye bevletmiş, sahabeler belki duyguyla hareket edip onun üzerine yürümüş ve onu şiddetle kınamış. Peygamberimiz gösterilen bu tepkiyi doğru bulmayıp “bir kova su dökerek orası temizlenir” diyerek uyarmıştır sahabeleri. Peygamber insanların hidayeti için bu kadar uğraşmış, kaba saba insanları bile hoş görüsüyle kazanmış. Hepimiz insanız hata işlemeye meyilliyiz. Ancak mümin olarak işlediğimiz hataların en azamisi bir kova suyla temizlenecek kadar olmalı. Yoksa nefret ettirdiklerimizin günahları öyle bir boyuta ulaşır ki onu temizlemek için binlerce kova su bile yeterli olmayabilir.
Evet, bedevide olsa onu adam etmenin kaygısını taşımalıyız. Bizi öldürmeye gelenler bile bizde dirilmeli. Yanlışının farkında olmayan insanları dışlamak, onları kovmak işin kolayını seçmek olur. Biz zor olsa da doğru olanı yapmak mecburiyetindeyiz. İslam dini nefret ettirmeyi değil, sevdirmeyi zorlaştırmayı değil, kolaylaştırmayı emreder. Kimseye gücünün üstündekini yüklemez. Fıtratlara uygun davranmayı emreden İslam, onu tebliğ ederken kabiliyetleri de dikkate almamızı ister.
Çocukların masumiyeti ve temizliği her yaptıkları hatayı daha peşinen silip süpürmektedir. Bir görgüsüze bile müsamahakâr gösterilmesi gerektiğini bilen bir Müslüman nasıl olurda hataları nedeniyle çocukları camiden uzaklaştırmayı dini bir vecibe olarak algılayabilir. Peki o eli sopalı çatık kaşlı kardeşlerimize soralım: Peygamberimizin sırtına secdedeyken torunları bindiklerinde heveslerini alsınlar diye niye secdeyi uzattığını? Ne diyecek merak ediyorum! Dehada ötesini örnek vermek istiyorum: Resulüllah bir gün hutbe irat ederken koşa koşa torunlarının kendisine geldiğini görüyor, hutbeyi kesip minberden inerek torunlarını kucağına almış bir vaziyette tekrar minbere çıkıp hutbesine kaldığı yerden devam ediyor. İslam’a olan hassasiyetlerimiz ibadetlerde bile bencilliği reddeder çünkü İslam ben eksenli bir din değil, toplumu İslam ahlakıyla ihya ve inşa etmeyi esas alan bir dindir.
Gece sabahlara kadar ayakları şişinceye dek namaz kılan, gözümün aydınlığı dediği namaz yaklaştığında kalbinin atışları duyulan, namazın atmosferine kendini kaptırıp yanındakini bile tanıyamaz duruma gelen Peygamber başka bir zaman namazın rükûundayken bacaklarının arasından geçmek isteyen bir çocuğu görünce kolayca geçsin diye bacaklarını aralıyor. Biz bütün bunları nasıl görmemezlikten gelip çocukların önümüzden geçmesini namazımızın fesada uğradığıyla izah edeceğiz. Nasıl olacak ki, onların gürültü ve patırtılarını caminin ruhuna aykırı göreceğiz. Peygamberimiz çocukların eğitimini onların seviyesine inerek başarmış. Onlarla şakalaşmış, onlara selam vermiş, hastalandıkları zaman ziyaretlerine gitmiş. Çünkü onları büyük işlere hazırlamak için onlara büyük insanlarmış gibi muamele etmek gerekir. Peygamberimiz bu nedenle çocuklar tarafından çok sevilirdi, Allah bu emeğini boşa çıkarmadı. İslam’ın çocuk ve gençlerle dünyanın her tarafına yayılmasını nasip etti. Öyleyse geleceğimizin teminatı olan çocuklarla ilgilenelim, yeri geldiğinde onlarla bir arkadaş gibi muamele edelim. Onları camiye cemaate teşvik için hediyelerle onura edelim. Bu yaz ve her zaman kuran okuyan, okuduğunu anlayan, kuran ahlakıyla bezenen gençlerin yetişmesi için her şeyimizi seferber etmeliyiz. Bu sadece din görevlilerin değil, bütün müminlerin en öncelikli vazifesidir. Unutmayalım!
Selam ve dua ile….