Zaman hızla geçiyor. Devran dönüyor. Dünya akıl almaz bilmeceleriyle insanların aklını kurcalamaya devam ediyor. Dünya düzeninin farklılaşması mevsimlerin, hava olaylarının, yeni hastalıkların gelişi insanları ister istemez bunalıma sokuyor.
Aslında dünya düzeni sanayi devrimiyle beraber değişmeye başladı. Önceleri sadece iki öğün yemek yiyen insanlar, sanayileşmenin etkisiyle öğlenleri güçlerini yitirmeye başlayınca öğle yemeği diye bir öğün icat edildi. Özellikle elektriğinin depolanamaması ile gece çalışmaları ortaya çıktı. Her ülke kendi varlığını ispat için dünyayı hiçe saydılar. Bir yandan sanayinin kirlettiği dünya bir yanda savaşların yok ettiği dünya. Her halükarda zarar gören tek şey dünya üzerindeki yaşayan bitkiler, hayvanlar, insanlar hatta ve hatta canlı olmayan hava ve su.
Hiçbir canlı insandan gayrı kendi yaşam alanını yok etmeye çalışmazken akıllı denen insan aklını hayra kullanmayıp şer odaklara kayınca savaşlar, doğal felaketler, hastalıklar, iklim değişiklikleri ve daha neler, neler üstümüze karabulut gibi çöküyor.
Kendi ülkesinden binlerce kilometre ilerideki ülkelerin mallarına çöken emperyalist güçler. Komünist yapılar. Kendi halkına eziyet eden liderler. Dünyada aç kalan insanların canları üzerinde yükselen gökdelenler. O çok zengin gördüğümüz ülkelerin arka mahallerindeki içler acısı bir yaşam.
Bir gökdelen yapmak için yıkılan binlerce ağaç. Doğal yapıyı hiçe sayan fabrikalar, otoyollar, betonlaşan dünya. Denizlerimizi, göllerimizi, ırmaklarımızı kısacası bütün su kaynaklarımızı ve havayı kirleten fabrikalar, arabalar ve benzeri oluşumlar, yapılaşmalar.
Hakkın ve haklının hiçe sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Sigara, uyuşturucu, keyif veren maddelerin yanı sıra yiyeceklerin içindeki her türlü zararlı maddeler. Hazır gıdalara katılan koruyucu maddeler. Gıdanın bozulmasını geciktirse de insan sağlığını tehdit ediyor. Tarımda kullanılan hibrit tohumlar, kimyasal gübreler, ilaçlar. Hayvancılıkta da Gdo’lu yemlerle, antibiyotiklerle şişirilmiş hayvanları tüketiyoruz. Sonuçta insan metabolizması da bozuldu. Daha durun aldığımız ilaçlar yan tesiri başka hastalıklara sebep oluyor. Hatta bunu kasıtlı olarak koyulduğunu söyleyenlerde var. Çünkü aldığı ilaç mesela mideye zarar veriyorsa birde mide ilacı satıyorlar.
Ortalık karıştı, düzen bozuldu. Şuan ülkemizde ve de dünyada çığ gibi büyüyen korona da bu tehlikelerden sadece bir tanesi. İnsanoğlu ve kızının alınması gereken önlemleri önemsemesi bu durumu vahimleştiriyor. Korkarım ki dünyada bu aymazlık devam ederse aşı bulunup, insanlara uygulanmaya geçene kadar virüsün etkisi katlanarak devam edebilir. Ancak biz insanlar kurallara uyarsak virüse dur diyebiliriz.
Aslında dünyada eşzamanlı olarak karantina süreci başlatılsa karantina bitiminde sorun tamamen ortadan kalkacaktır. Hiçbir ülke bu öneriye kulak asmıyor. Ekonomik kaygı aslında zamanında alınan karantina ile tamamen ortadan kaldırılabilirdi. Önceden dünya genelinde 15 günlük karantina yapılsaydı dünya ekonomisi de bu kadar zarar görmezdi. Sadece Türkiye’nin alması bile ülkemizi olumlu etkilese de yurt dışından gelenlerin tecrit edilmiş bölgelerde karantina süreci uygulanması gerekir.
Dünya zor bir döneme giriyor. Çünkü artık havalar soğuyacak, vücut dirençleri ister istemez düşecek, kış hastalıkları da kol gezecek. İşyerleri soğuk dolayısıyla gerekli havalandırma yapılamayacak ve daha neler.
Kısacası kış gelmeden şu virüse kış, kış diyelim. Biz ona kış, kış demezsek insanlık adına işimiz gerçekten çok zor.
Lütfen hem kendi sağlığınızı hem de sevdiklerinizin sağlığını düşünün. Maske, sosyal mesafe kurallarına uyun mümkünse dışarı çıkmayın. Çıkmak zorunda olanlar çalışan ise azami dikkat edin. Aslında uyarılar dikkate alınsaydı bu hale düşmezdik. Hastalık sonucu ölmek mesele değil ama bir başkasını ölümüne sebep olmak en kötüsü. Can almayın can verin. Yüce Rabbimizin Kuran kerim’in Maide 32 ayetinde dediği gibi;"Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…”