Akşamın karanlığı gecenin zifirine koşarken, “Ankara, Ankara… Güzel Ankara” diye seslendiğim şehir sessizdi! Siyasetin salvolarından yorgun düşmüş olmalıydı!
Oysa salvolarıyla düşmanı perişan eden milletin kendisini başkent yaptıran zaferlerinin kazanıldığı Çanakkale’ye gideceğimi söyleyecek, bir mesajı olup olmadığını soracaktım!
Hissetmiş gibi, bir süre sonra, ‘nereye’ dedi…
- Çanakkale’ye…
- Hayırdır…
- Şehrin dünden bugüne tarih / coğrafya, doğa / turizm, kültür / sanat tüm değerlerini yerinde görüp geleceğiz…
Sonra beni utandıran bir tavsiyede bulundu:
- Sadece gezme; yüreğinde hisset her şeyi…
- Tamam…
- Sonra?
- Sana ve tüm kentlere anlatacağız…
- Güle güle…
Ankara’dan Ankara ile barışık ayrılmak ruhumu rahatlattı…
*
Kültür Sanat Muhabirleri Derneği’nin Turizm Bakanlığı katkılarıyla düzenlediği “Medya, Kültür Sanat ve Turizm Buluşmaları” kapsamında ziyaret için doluştuğumuz otobüs sokak lambalarının aydınlattığı güzergahı çiğnemeye başlarken, arkamızdan bir tas su döken Ankara’nın şehitlere saldığı selamı yüreğimize sarıp veda ettik kente…
*
“Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” diyen eşsiz komutan Mustafa Kemal’e sevgim coşkun bir sele dönüşürken; onun; “Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur” sözünü hatırlamam sadece duyduğum saygıyı katlıyordu…
Çünkü medya leşkerleri olarak silahımız da düşmanımız da farklıydı! Bu yüzden bizim o ruh haline bürünmemiz mümkün değildi…
Yine de Mehmet Akif Ersoy’un;
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi
Diye tasvir ettiği ölüm kalım boğazına yaklaşıyor olmak heyecan vericiydi…
*
Birden bir şey oldu…
Aramıza katılmış olan iki kıymetli akademisyenimizden biri, ‘yapay’ bir gündem oluşturdu!
Muhabbete katılanlar olarak irkildik! Mesleğimizi ‘yapay’ bir ‘zekaya’ kaptıracağımız anların, günlerin paniğine kapıldık.
Biri, “Ben zekama güvenirim arkadaş” dayılanmasına kalkıştı!
Hocamız, yapay zekanın yaptıklarını saniyeler içinde gösterince arkadaşımızın yumruğu çözüldü!
Bendeniz de “Yapay mapay tanımam” efelenmesiyle höykürüyordum, sustum…
Yol boyu ‘yapay’ gündem ortamı oluşturarak ilerledik Çanakkale’nin Ezine ilçesine doğru…
Şunu da özellikle belirtmem gerek: Bizi Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinden zaferlerin başkentine ulaştıran otobüsün destekçisi Sincan Belediye Başkanı Murat Ercan; bu muhteşem gezide bize ev sahipliği yapan da Ezine Belediye Başkanı Güray Yüksel idi…
*
Otobüsümüz ve kaptanımız yol yutmaktan yorulurken, gecenin karanlığı Çanakkale üzerinden yayılan ışıkla Ezine aydınlığına dönüşüyordu.
Bereketli toprakların kokusunu içimize çekerken, kimisi şimdilerde, “Burada ne işimiz vardı” sorgulaması yapanların ‘Şafak Ayini’ geldi hatırıma. Onların ayini, dedelerinin bu topraklardan tayini anlamı taşırken, bizim için hayinin kafasına kafasına vurmak ve buralardan sürmek demekti…
*
Yol uzundu ama kaptanımızın huzur veren sürüşü sayesinde Ezine’ye varmıştık işte.
Çanakkale’ye kavuşunca canları selamlayayım dedim. Mani yetişti imdadıma…
Ninelere, analara, ablalara, teyzelere seslendim:
İşte geldik koşa koşa
Ayağımı vurdum taşa
İki gözüm Fatma abla
Sen hanende binler yaşa
Çanakkaleliler netice itibarıyla ev sahibiydi. O zaman;
İşte geldik büküm büküm
Davulum sırtımda yüküm
İki gözüm hane sahibi
Bize de selam aleyküm
Gezmeye, yazmaya devam ederiz…