Ciğerlerimiz niye yanıyor?

Nihat Kaşıkcı

Sorunun cevabı, bir bakıma çok basit: Ormanlarımızı, ‘insan’ olarak bizler yakıyoruz.

Elbette bu tespitin altının, adı doğru konulmak suretiyle doldurulması gerekiyor.

Orman varlığımızla ilgili genel tabloya kısaca göz atarak, mevzuya giriş yapalım:

Türkiye’nin orman varlığı, 23.2 milyon hektar. Bu rakamın yaklaşık yüzde 10’u (2.2 milyon hektar), AK Parti iktidarları döneminde orman varlığına eklendi. Yani, “Ormanlar talan ediliyor…” suçlamalarının aksine, ormanlık alanlarımız daha da arttı.

Türkiye’nin toplam yüzölçümü, 78 milyon 356 bin hektar. Buna göre; ülkemizin yüzde 28’i ormanlık alanlardan oluşuyor. Bir tarım ülkesi olduğumuzu, nüfusumuzu, ekonomik faaliyet alanlarımızı vs. dikkate aldığımızda, ormanlık alan oranının aslında fazla bile olduğunu söyleyebiliriz.

Tabii, ormanlarımızın ne kadar verimli olduğu sorusu, işin rengini fena halde değiştirir. Konuyu dağıtmamak adına, sadece şunu söyleyelim: Ormanlarımızın yarıdan fazlası, verimsiz, bakımsız ve ekonomik değer üretmeyen orman örtüsünden oluşuyor.

KASITLI YANGINLAR

Yangınlar meselesine dönersek…

Yuvarlak hesap, her yıl ülkemizde 3 bin civarında orman yangını meydana geliyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün ‘resmî verilerine göre’, her yıl ortalama 8-10 bin hektar civarında ormanlık alanımız yanıyor. Resmî olmayan bilgiler ise; bu rakamların birkaç katına denk geliyor. Sadece en büyük yangınları yaşadığımız 2021’deki yangınlarda tahrip olan ormanlık alan 139 bin 503 hektardı.

Yangın sebeplerini, ‘yüzde 90 küsuru insan kaynaklı’ diyerek geçiştiremeyiz. Sonuçta insan kaynaklı olsa da bu yüzde 90 küsurun ne kadarı ‘kasıtlı’ çıkarılan yangınlar? Daha da önemlisi, kasıtlı çıkarılanların ne kadarı terör örgütleri bağlantılı?

Hadi bir soru daha soralım: Terör örgütleri eliyle çıkarılsa da bu maşaları kullanan hangi ülkeler veya istihbarat örgütleri?

Yani mesele çok ciddi. Son 2-3 hafta içinde çıkan orman ve ekin yangınları, çok da normal zamanlardan geçmediğimize işaret ediyor.

Bir taraftan, Çanakkale başta olmak üzere Adalar Denizi ve Akdeniz kıyılarında devasa orman yangınları başlıyor… Öbür taraftan Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki tarım alanlarında anlaşılmaz ekin yangınları oluyor. Daha da vahimi, ekin yangınlarında onlarca insanımızın yangın içinde kalması ve çok sayıda can kaybının yaşanmasıdır.

Hal böyle olunca, sormak gerekiyor: Hayırdır, ne oluyoruz? Birileri, Türkiye’ye ‘ince ayarlı mesajlar’ mı veriyor? Niyetimiz komplo teorisi üretmek değil. Lakin geçmişte PKK terör örgütünün it-kopuk takımından oluşan çakalların çıkardığı çok sayıda orman yangınına tanık olmuştuk. Hatta bazı yangınların üzerinde, Yunan istihbaratının parmak izlerine dahi rastlanmıştı.

Şimdilerde, Diyarbakır-Mardin-Şanlıurfa-Batman dolaylarında çıkan ve çok büyük ekonomik kayıplarla birlikte ölümlere sebep olan ekin yangınları da pek öyle ‘anız yakmayla’ açıklanabilecek gibi görünmüyor.

Muhtemelen devletimiz, yangınların niye çıktığına dair alenî veya istihbarî bilgilere sahiptir. Ve bu bilgiler, her zaman kamuoyu ile paylaşılabilecek bilgiler olmayabilir.

OT TEMİZLENMEZ, DAL BUDANMAZ

Biz yine, ciğerlerimizin niye yandığı mevzusuna dönelim…

İnsan eliyle de yakılsa, kırık cam şişelerin optik odaklamasıyla da başlasa, yüksek gerilim hatlarından kaynaklı kıvılcımlar sebebiyle de çıksa… Orman yangınını başlatan ve hızla yayılmasını sağlayan ana unsur, yerdeki kuru otlardır.

Yine yangının hızla büyümesini, geniş bir alana yayılmasını sağlayan ikinci önemli etken ise, ağaçların alt dallarının budanmamış olmasıdır.

Yerdeki kuru ot kolayca tutuşurken, çıkan alevler, ağaçların alt dallarındaki özellikle iğne yaprakları tutuşturuyor. Sonrasında alevler ‘tepe yangını’ denilen, ağaçların tümünü kaplayan düzeye ulaşıyor.

O halde sormak gerekiyor: Orman yangınını önlemek adına alınacak bir numaralı tedbir, ot temizliği ve alt dalların budanması değil midir?

Kimse kusura bakmasın ama Orman Genel Müdürlüğü, ‘bakımlı ormanlar’ oluşturma konusuna henüz ‘muttali olmuş’ değil.

Bağlı olduğu Tarım ve Orman Bakanlığı veya Orman Genel Müdürlüğü yönetimine bakarsanız, orman yangınlarıyla mücadelenin en önemli unsuru, yangına dakikalar içinde müdahale edebilme yeteneğidir.

Ve OGM, aldığı teknik ve idarî tedbirler sayesinde, orman yangınlarına, çıktığı andan itibaren 11 dakika içinde müdahale edebiliyor. Hatta bu süreyi 10 dakikanın altına düşürmek için de çaba gösteriyor.

İyi de, bunca hızlı müdahaleye rağmen, onca orman niye kül oluyor?

Cevap aslında basit: Değil 11, sadece 1 dakika içinde de müdahale etseniz, yerdeki kuru otlar olduğu ve ağaçların alt dalları yerlere kadar uzandığı sürece, ciğerlerimiz yanmaya devam edecek.

UÇAK-HELİKOPTER TAKINTISI

Bir de havadan müdahale meselesi var. OGM’nin yangınla mücadele eden uzmanlarına sorun… Uçak ve helikopterle yapılan yangın mücadelesinin, öyle sanıldığı kadar etkili bir mücadele olmadığını… Uçak ve helikopter kullanımının, yangınları söndürmeye çok sınırlı bir katkısının olduğunu söyleyecektir. Ve ekleyecektir: “Buna rağmen, uçak ve helikopter kullanmaz isek, kamuoyunda çok büyük spekülasyonlar yapılır.”

İşte o spekülasyonlara sebep vermemek için, her yıl onlarca uçak ve helikopteri kiralıyor, bir kısmı yurt içindeki şirket veya derneklere, ama çoğunluğu Rusya ve Ukrayna gibi ülkelere olmak üzere, milyonlarca lira kira bedeli ve pilot ücreti ödüyoruz.

Memur sayısının yarısını bile bulmayan işçi personelin yanı sıra, son yıllarda ‘gönüllü’ yapılan sivillerle bir yangın mücadelesi veriyoruz.

OGM, binlerce iş makinası ve ekipman kullanıyor. Elbette yürütülen mücadelenin çok büyük malî külfeti de var.

ORMANI MİLLETTEN ESİRGEMEK

Tüm bunlar karşısında, Cumhuriyet'imizi kurduğumuzdan beri, başta göçer Yörüklerimiz olmak üzere, insanımızı ‘ormandan uzak tutmak’ üzerine bir politika geliştirmişiz.

Adını doğru koyalım: Devletimizin bir kurumu olan Orman Genel Müdürlüğü, zaman içerisinde bir ‘klanlar kulübü’ haline gelmiş; adeta bir ‘Ormancılar Özerk Cumhuriyeti’ oluşmuştur.

Bu özerk cumhuriyet, ormanlarımızın Türk Milletine değil, kendi klanlarına ait olduğu gibi bir psikolojiyle hareket ediyor.

Bakış açısı bu olunca, ormanı ve içindekileri, başta orman köylüleri ve sürü sahibi göçer Yörükler olmak üzere, ‘tüm vatandaşlarımızdan korumak’ esas mesele haline geliyor.

Biliyorum; bu tespitlerim, Orman Teşkilatı ve müzahir çevrelerden çok büyük tepki görecek. Öyle bile olsa, artık meseleye doğru bir yerden bakmak gerekiyor.

Ormana sürü sokulması ve otlatılmasına dair yasaklar, sadece yeni ağaçlandırılmış orman alanlarıyla sınırlandırılmalıdır. Koyun ve keçi sürüleri, gelişmiş ormanlara rahatlıkla girebilmeli; oradaki otları ve ağaçların alt dallarını yiyip temizlemelidir.

İkincisi, her yaz başlangıcında getirilen ‘ormana giriş ve piknik yapma yasağı’, kanımca doğru bir bakış açısına dayanmıyor. Çünkü insan eliyle çıkarılan yangınların neredeyse tamamı, ‘tenha ve ıssız yerlerde’ meydana geliyor.

Gariban piknikçinin ormandan uzak tutulması, niyeti zaten ormanı yakmak olan it-çakal takımına fırsat sunuyor.

Bir önemli mesele daha var: Orman Genel Müdürlüğü’nün da artık kapalı kutu ve babadan oğula geçen makamlar kurumu olmaktan kurtulması gerekiyor.

Arı kovanına çomak soktuğumun farkındayım. Meselenin bu ciheti, bir değil en az birkaç yazıya konu olur. Şimdilik fazla dalmayalım.

Bir çağrıyla noktalayalım:

Sayın Cumhurbaşkanım!...

Lütfen Orman Genel Müdürlüğü’ne, kurum bünyesinden gelmeyen ve Orman Mühendisi olmayan, bakış açısı geniş bir işletmeci-yönetici atayınız. Çözüme buradan başlayabiliriz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.