Bazı gazeteci / televizyoncu, sosyal medyacı / şovmen tiplerin ‘türedi’ halleri mesleğimiz adına utanç verici bir hal aldı. Hele biri var ki birilerinin kıyametini ilan için elinde üfleyeceği ‘sûr’ ile ekranlarda arzıendam ediyor. Bazen de halkımızın hafızasına sarı montu ve nereye sokacağı belli olmayan parmağıyla kazınmış olan meslektaşımız gibi, ‘sokarım’ diyerek parmak sallıyor…
Kamuoyunun, “Yapma kardeşim; daha dün yere göğe sığdıramadığın, seçimde yenilse de 25 milyon oy almış bir partinin genel başkanına böyle sözler söylemen yakışık almıyor. Sen işine bak, o konu CHP delegelerinin meselesi” demesine rağmen; bunu bir ‘çıkıntılık’ olarak görmesi ve “Bunu yapmayı seviyorum” havalarında gezmesi; bir gün birinin, ‘sen çıkıntı değil girintisin’ deme ihtimalini de gündeme getiriyor!
Aldırış etmeden, teker gibi tekerleme tekrarlayıp diyor ki:
Portakalı Soydum / Baş Ucuma Koydum / Ben Bir Yalan Uydurdum / Duma Duma Dum / Kırmızı Mum…
Dolapta Pekmez / Yala Yala Bitmez / Ayşecik Cik Cik Cik / Fatmacık Cık Cık Cık / Sen Bu Oyundan Çık
***
Tekerlemeyi duyan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Ben bu oyundan çıkmıyorum! Bur-da-yım…” diye isyan ederken, vücudunda portakal alerjisi oluştuğu söyleniyor! Hatta Politika Kasabasında gezerken uğradığı manavda portakal kasasını görünce, “Kaldır bu kasayı, arka tarafa at; gözüm görmesin!” diye çıkıştığı iddia ediliyor!
Siyaset Caddesinde ‘satılık kalemler’ diye söylenerek yürürken, yanından yuvarlanıp giden portakalın, “…Ben paramı alın terimle kazandım. Algı yaratıyorsunuz. Satılık kalım diyerek kimi kastediyorsanız cesaretiniz varsa söyleyeceksiniz. Ama o cesaret yok sizde…” dediği söyleniyor!
***
Yolu kasabadaki Salooona düşen Kılıçdaroğlu, dipteki masada oturan Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Selin Sayek Böke, Engin Altay, Engin Özkoç ve birkaç kişinin daha kafa kaya vermiş halde fısıldaştığını görünce, ilişip, Ekrem İmamoğlu’nun gözünün içine bakarak sordu:
- Oğul, bir sıkıntı mı var?
- Yok baba, bir ‘değişim’ konusu var da onu konuşuyoruz!
- Anladım… Yarın (bugün) bana uğra da bu konuyu bir de ikimiz masaya yatıralım…
- Tamam, gelirim…
***
Eyvallah deyip gitmeye hazırlanırken, sandalyesini biraz uzağa çekmiş olan Tanju Özcan’ın cep telefonuyla yazıştığını gördü. Masada ‘eğdi yar boynun eğdi’ pozisyonunda oturanları pas geçip ona yanaştı.
- Tanju nasılsın?
- İyiyim Genel Başkanım. Cezam doldu, yeniden CHP’li oldum.
- Hayırlı olsun… Ne yapıyorsun cep telefonuna gömülmüş halde?
- Erdoğan’ın heykelini dikiyorum!
Rengi atan Kılıçdaroğlu, “O da kim” diyerek tanımazlıktan geldi.
- Cumhurbaşkanı…
“O benim cumhurbaşkanım değil” diyecekti vaz geçti.
- Neden heykelini dikiyorsun?
- Söz verdim…
- Ne sözü?
- Seçimi kazanırsan heykelini dikeceğim demiştim…
- Eee…
- Kazandı, ben de sözümü tutacağım. Ancak yaşayan birinin heykelini dikmek için kendisinden izin almak gerekiyormuş. Ben de izin almak için ona mesaj yazıyordum.
- Dikme gitsin…
- Olmaz, laf delikanlının ağzından bir kere çıkar.
***
Kılıçdaroğlu, kulağında çınlayan ‘istifa’ çağrılarından bunalmıştı. Salooondan çıkıp kürsüye koştu:
- Gemiyi limana sağlam götürmek kaptanın görevidir… Yolumuz doğrudur ve yükümüz ağırdır… Bu ülkeye demokrasiyi getirene kadar yola devam…
Kürsüden indiğinde portakal tadında bir soru geldi kalabalık medya leşkerlerinin arasından:
- İstifa edecek misiniz?
Arkasına bile bakmadan “Hangi kanal” sorusunu yönelterek gitti…
***
Yattı, kalktı… Bugün işleri çoktu. Örnek: Oğluyla buluşacaktı. Mutfağa geçti. Video çekiminde kullandığı soğanı görünce cücüğünü çıkardı! Televizyondan Erdoğan’ın sesi geliyordu:
- Azerbaycan ile büyük projelerimiz var. Türkiye Yüzyılı aynı zamanda Türk Dünyasının Yüzyılıdır…
Zapingledi… Portakal haberi vardı. Televizyonu kapattı, ocağa çay koydu…