Çoban düdüğü çaldı

Süleyman Göksu

Osmanlının son döneminde Konya’nın Hadim ilçesinde medresede müderris olan Hadim Hoca öğrencilerine ders anlatırken ikide bir “Çoban düdüğü çaldı, çoban düdüğü çaldı.” dermiş.

Yine bir gün böyle içli içli söyleyince, bir talebesi dayanamamış ve “Hocam çoban kim? Düdüğü niye çalmış? Anlatır mısınız?” diye rica edince, derin bir ah çekerek başlamış anlatmaya:

“İstanbul’da uzun yıllar tahsil gördüm. En son müderris (öğretim görevlisi) oldum. Tahsilim sırasında ticaretle uğraşan Kayseriliyle samimi arkadaş olduk. Benim tayinim memlekete çıktı. Arkadaş da Kayseri’ye gidecekti. Beraber yolculuk yapmaya karar verdik. Ziyaret maksadıyla Bursa üzerinden geldik. Emir Sultan Hazretleri’ni, Üftade Hazretleri’ni ziyaret ettikten sonra yola koyulduk. Şehirden çok uzaklaşmıştık. İkindi namazı vaktiydi. Kayseriliye ‘Sen, müezzin ol. Ben de imam olayım.’ dedim. Güzel ezanımızı güzel okudu. İleriden ezanı duyan bir çoban geldi. Ben imam, Kayserili arkadaşım müezzin, çoban da cemaat oldu. Beraber namazı kıldık. Bu ıssız dağın başında, bu şekilde namazımızı kılınca ‘Arkadaşlar! Sırasıyla herkes sesli şekilde Allah’a dua etsin, diğerleri de âmin desinler. Belki Allah, dualarımızı kabul ediverir.’ dedim.

Onlar da kabul ettiler. İlk ben dua ettim. Bu zamanda öğrenci bulmak çok zor. Açılan birçok medrese öğrenci bulamadığından kapanıyor. Ben de öğrencisiz kalırım, okuduğum ilim boşa gitmesin diye, ‘Allah’ım benim bulunduğum medreseye çok miktarda öğrenci gönder. Adım her tarafa yayılsın.’ diye dua ettim. Onlar da âmin dediler. Kayserili arkadaş da ‘Allah’ım bu devirde ticaret yapmak çok zorlaştı. Benim önümü açıver. Öyle ki günde benim dükkânıma kırk deve mal insin ve hepsi satılsın.’ diye dua etti. Biz de âmin dedik. Sıra geldi o tanımadığımız çobana, çoban ellerini kaldırdı, içli bir şekilde ‘Allah’ım ilmim yok ki senden öğrenci isteyeyim. Ticaretten hiç anlamam ki senden dükkânlar dolusu mal isteyeyim. Allah’ım şu fakir, garip kulunu sevdiğin peygamberin Hazret-i Muhammed’e yarın komşu eyle.’ diye dua etti, biz de âmin dedik. Daha sonra ayrıldık. Ben bu duayı unuttum gittim. Yıllar sonra Kayserili arkadaştan bir mektup geldi. Mektubunda, selam ve hal hatırdan sonra şunları yazmış: ‘Şu anda birçok esnaf arkadaşım zarar ederken, benim dükkânıma günde ortalama kırk deve mal iniyor ve o gün satılıp bitiyor. Elimi attığım her şey adeta altına dönüşüyor. Aklıma hep o yaptığımız dua geliyor. Senin halin nice?’

Arkadaşım böyle deyince etrafıma bir baktım. Beldemizdeki diğer bütün medreseler,  talebe bulamadığından bir bir kapanmış. Şu anda gördüğünüz gibi sadece bizim medrese açık. Hatta fazla gelen talebeleri geri çevirmek zorunda kalıyorum.

Arkadaşımın mektubunu aldıktan sonra duyduğunuz gibi “Çoban düdüğü çaldı.” cümlesini kullanmaya başladım. Çünkü ha üç yüz, ha üç bin, ha bir öğrencim olmuş; sonuçta hepsi birkaç günlük dünya için. Arkadaşımın dükkânına günde ha kırk, ha dört bin deve mal inmiş ve satılmış, sonuçta hepsi birkaç günlük dünya için. Oysa çobanın isteği... Çocuklar düşünebiliyor musunuz? Bütün dünya sizin olsa, yeriniz cehennem ise ne kıymeti var. Dünyada bir iğneniz olmasa, cennet sizi beklese daha ne istersiniz. Evet çocuklar! Çoban düdüğü çalmadı da ya kim çaldı?”

Haydi hayırlısı…