Her çocuk güzeldir. Her çocuk, kırk gününde ana babasının yanında, minicik pembe ellerine pırlanta yüzük takılacak kadar da kıymetlidir...
Araladığım pencereden bembeyaz karları görüyorum. Bir örtü gibi kapattığı kurumuş yapraklar üzerinde... Telaşlı tombul serçeler, yiyecek aramak için düşer gibi uçuşuyorlar bir o dala, bir bu dala.
Belediye işçilerinin kar kürümede kullandıkları küçük el makinalarının sesinden başka ses yok yaşama dair...
Kayıhan Süleyman odasında uyuyor. Akşamdan geç yatmış olmalı. Gelecek hafta İngilizceden 1. dönemin ikinci yazılısı var.
Akşamdan Emine' ye tembih ediyorum;
-Yarın sabah, Kayıhan'ı da bizimle kaldır, o da bizimle alış verişe gelsin. Öğrensin hergele yaşamın nasıl olduğunu, kazanılan paranın nerelere, nasıl harcandığını... Fiyatları öğrensin, torbaları taşısın, insanları tanısın, hayat hakkında bilgisi olsun...
Tabi benim tembihlerim sadece sözde kalıyor. Eyleme dönüştürüp yönlendirmek, daha çok annelerin işi olsa gerek diye düşünüyorum...
Kayıhan uyuyor, bu hafta da bizimle alış veriş' te değil...
Yer yüzünde oğlumun yaşlarında hatta daha da küçük yaşlarda yüz milyonlarca çocuk hayatta kalma savaşı veriyor...Var olma, yaşama, dünya' ya tutunma savaşı veriyor...
Yeryüzünün bilmem ne coğrafyasında, bilmem ne sokağında belki de çok yakınımızda, yanıbaşımızda...
Ya da şu an, üstümüze giydiğimiz giysilerin dikiminde... Taşlanmış KOT'larımızın zehirli sularında... Morarmış çıplak ayakları, buruşmuş elleri ve körpe çarpık bedenleriyle ilgisiz hayatlarımızın tam orta yerinde...
Sokakta, köşe başında mendil satıp tiner çeken ve bir karton kutunun içinde uyuyan çocuklar...
Yoksulluk kaderdir deyip, emin eller diye düşünerek verdiğimiz tarikat yurtlarında kirletilen, hatta ve hatta yanarak ölen çocuklar...
Okulumda derslerine girdiğim sınıflarda, Afganistan' dan, Irak' tan Arap coğrafyasından, Suriye’den gelmiş, gelemeyip 'te orada kalanlara göre şanslı, ancak benim oğluma göre şanssız; Saitler, İbrahimler, Ademler, Fatmalar, Hayriyeler...
Nereye, neye, kime ait olacakları kimlikleri, aidiyetleri başkalarının elinde, geçmişi silik çocuklar...
Bunlar, Akdeniz' in Ege denizinin soğuk, karanlık sularında; Kardeşlerini, analarını, babalarını buralara sığınma uğruna kurban vermiş çocuklar olmalı...
İri iri kara kara gözlerinde, çocukluk heyecanı ile farkında olmasalar bile, bir ömür boyu omuzlarında, yüreklerinde taşıyacakları ezikliğin, hasretin, hiçliğin acılarıyla buralara yerleşip, kök salma hayalinde olan çocuklar...
Avrupa, Avrupalı gelecek yılların ülke politikasını şimdiden hazırlayıp, planlar. Doğum oranı bizim gibi başka ulus kökenli Avrupa vatandaşları dışında neredeyse durmuş durumda...
Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek, gelecekteki iş gücünü karşılayacak çocuklara, gençlere ihtiyaç var...
Savaş, iç savaş nedeniyle, ya da daha iyi bir yaşam daha iyi bir gelecek hayaliyle, herhangi bir şekilde, herhangi bir Avrupa ülkesine gelmiş olan bu gençlerin, bu çocukların, eğitilerek entegre edilerek gelecek Avrupası için hazırlanmaları gerekmektedir.
Şu an Avrupa birliği ülkeleri, radikal, milliyetçi sağın karşı çıkmasına rağmen bunu yapmaktadırlar.
Akılcı politikaları akılcı hükümetler üretir. Bizim ülkemiz ne yazık ki, yetersiz bilgisiz, cahil, donanımsız politikacıların elinde büyük bir çözülmeye doğru gitmektedir...
Ülkemizin geleceği liyakat sistemi, ülkenin kuruluş ayarları, birikimleri alt üst edilerek bir kişinin ve o kişinin ekibinin eline verilmiş, bu ekibin ürettiği açmazlarla çıkmazlarla ülke bu günkü duruma getirilmiş bulunmaktadır...
Akılcı politikalarda duygusallığa yer yoktur. Mülteci alımında Avrupalı bir fazla kişinin bile hesabını yapmaktadır.
Bizim zavallı sahipsiz, güzel ülkemizde sayıları en az altı milyon olan mültecilerin ne olacaklarını, ne hükümet, ne muhalefet, ne bizler ne de mülteciler kendileri bilmektedirler...
Saygılarımla...