Çocukluğumun Bahar'la buluşan bayramlarını anımsarım. Havalar sıcak, sırtımız pek, karnımız tok. Dizkapağımıza kadar çıkan her tür kır çiçeği karışımı ıslak çayırlar, dağ çimenleri üstünde yumuşacık kısa otlarla kaplı çoban yastıkları...
Çoban yastıklarının üzerine sırt üstü uzanıp, ellerimizi başımızın altına koyup sınırsız gökyüzünde ta yukarılarda bir kaybolup bir çıkan bulutların arasından imrenerek özgürce süzülüşünü seyrettiğimiz koca kanatlı kara kartallar... Daha aşağılarda gelinciklerle, uzun ince mor çiçeklerle kaplı tarlalar üzerinde çığlık çığlığa tarla kuşlarını kovalayan atmacalar, doğanlar...
Elimizde kurban için kesilen dananın yüzülerek çıkartılıp kurumaya bırakılmış kuzuları ürkütmede sopa yerine kullanacağımız dana kuyrukları...
Günlerce yağıp aylarca yatan, bazen toprak damların pencere boyu yüksekliğine çıkan karların, havaların ısınıp, Kabayel'in esmesiyle yavaş yavaş eriyerek toprağa verdiği bereketin sonucu her dereden baharla birlikte minik çağıltılarla akarken, güneş ışığı altında gümüş gibi parlayan ak köpüklü aceleci pınar suları...
Pınarların çevresindeki bir taş kovuğundan çıkıp yavaş yavaş giderken öksüz oğlak sesi gibi ince titrek sesler çıkararak, kendine eş arayan kaplumbağalar...
Daha yukarda sırta doğru otların seyreldiği, toprağın renk değiştirerek çakıl taşlarıyla karıştığı bölümlerde, birden önünüzden kalkıp sizi korkutup sıçratan, yuvasının üstünde uzun süre yatmaktan kanatları, bacakları uyuşup uçamayan kınalı keklikler...
Aşağıdan geçen öz'ün çevresindeki anıza bırakılmış tarlalardan, tarla sınırlarından otların arasından fırlayan çeşitli renklerde tarla kuşlarının, yumuşacık kuru otlardan yaptıkları küçük küçük yuvaların içinde mavi, yeşil, pembe benekli minnacık yumurtaları...
İlkbahar selleriyle başını taştan taşa vurmuş, bağırıp çağırmış, bazen köpürüp hiddetlenmiş bazen ağlamış, çevresine zarar verip tarlalardaki mahsulleri basıp intikam almış çay, şimdi hızı kesilip yorulmuş, verdiği zararın utancıyla yatışmış hafif rüzgarda şarkılar göndererek özür diliyor…Çevresinde bağlar bahçeler, kavaklıklar...Bağlarda bahçelerde, meyve ağaçları, elmalar armutlar zerdaliler, üzüm asmaları, asmanın başında kumları öbek öbek yukarı fırlatarak kaynayan berrak pınarlar, bu pınarların toplandığı göllerde, akşam siz terk edip giderken kurbağaların birbirlerine aşk çağrıları…Tepeden aşarken bile duyabileceğiniz yılanın ağzındaki kurbağanın çığlıkları...
El öpme ve ziyaretlerin bitiminden hemen sonra bağlara bahçelere koşuşturduğumuz, çocukluk arkadaşlarımız…
İlkbaharda soğuk suyuna girip hastalandığınız göller, söğütten dilli düdükler, kavallar... Bahçeden bahçeye, öttürülen söğüt kabuğundan boru sesleri… Yaban böğürtlenlerinin, söğütlerin, bahçe duvarlarının arasında ummadığınız zamanlarda karşılaştığınız arkadaşlarınız, yeni yeni oyunlar...
Bizler mi eskidik, bayramlar mı değişti? Bayram sabahlarının tatlı telaşlarını bulamıyorum evlerde evimde… Nerede bayram günü giyilmek için “Kel Terzi”den, “Tilki Ali”den alınan ve hep belimden düşen çalıkoparan pantolonum, beyaz naylon gömleğim, naylon ayakkabılarım onların bedenime ruhuma sinen özlemini çektiğim kokuları…
Sevecenlikle gülümseyen, dedeler, babaanneler, anneanneler yoklar, bir daha gelmemek üzere gittiler… Yerlerini bizlere mi bıraktılar? Kendimde onların özverisini, hoşgörüsünü, içten gülümsemelerini, bağırlarına basmalarının güven verici huzurunu bulamıyorum. Sarıldıklarıma veremediğimi sandığım bu yüce duyguları da mı beraberlerinde götürdüler?
Kimse oyalı mendil içinde küçük küçük hediyelerle birlikte yüreğindeki sevgiyi vermiyor artık… Metal bir çerçeve içinde, çelik soğukluğunda tebessümler, gülümsemeler… İlişkiler kısa, bireysel… Nerede o insan sıcaklıkları, nur yüzlü büyüklerimin yürekten gelen sevgileri bağışları, gonca gül kokulu gülüşleri…
İslam inancında da aslında sosyal dayanışmanın sağlanması yoksulların evlerine “ET” girmesi, ziyaretlerle yaşlıların hatırlanması, akrabalık bağlarının güçlenmesi amacına yöneliktir…
Bayramların asıl amacı: Sosyal dayanışma, bir araya gelme, birlikte olma, tasayı sevinci kıvancı birlikte yaşama olmalıdır…
Olanak sahipleri kurban kesmek yerine: Amaçları insanlara maddi manevi hizmet olan kuruluşlara parasal destek sağlayarak, bu kuruluşlar aracılığı ile bilhassa günümüz “COVID” ortamında ihtiyacı olanlara yardım etmelidirler. Ben öyle yapıyorum… Paylaşabilirsiniz.
Saygılarımla…