Orta yaş ve öncesi kuşağın hasretle yad ettiği Cumhuriyet Bayramı törenleri, günler öncesinden heyecanla beklenir, coşku içinde kutlanırdı.
“Takı-ı zafer” ile süslenen şehirlerdeki geçit merasimleri ve fener alayları pek çok kişinin en net hatırladığı ve unutamadığı çocukluk hatıralarındandır.
Mithat Cemal Kuntay üstadın “Yurt Duyguları” şiirindeki;
“Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta;
Çekmez kürenin sırtı o tabutu cesimi...”
dizelerindeki derin anlamı herkes yüreğinde hisseder; Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine kazandırdığı değerlerin bilinci içinde davranırdı.
Tek parti yönetiminden çok partili demokratik hayata giden yolu; devletçiliği, karma ekonomiyi ve serbest Pazar ekonomisini yaşayan bu millet; bugün, yüzde 24’ten yüzde 90’a varan şehirleşme, 13 milyon nüfustan 80 milyonu geçme aşamasına öyle kolay gelmedi. Hele Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemi, Cumhuriyet’e giden zorlu yolda çok çile çektirdi bu millete.
Bu çile; kimi zaman “Han Duvarları”nda acılı bir gurbet türküsüne dönüştü, kimi zaman bir “Yaban”ın ızdırabını yansıttı.
Şerife Bacılar, Nene Hatunlar ve Anadolu’nun fedakar tüm anaları-bacıları cephe yollarında ter dökerken; yaşlı-genç herkes düşmana karşı ölümüne bir direnişin destanını yazıyordu.
Hiç kimse, Kurtuluş mücadelesini başarı ile tamamlayan Birinci Meclis’i, Cumhuriyet’i ilan eden İkinci Meclis’i, hayatları pahasına tarihin akışını ve Türk Milletinin kaderini değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile arkadaşlarının mücadelesini küçük görme veya göz ardı etme yanlışlığına düşmemelidir. Çünkü 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet kendilerine inanan Türk Milleti ile birlikte onların eseridir.
100. YIL KUTLU OLSUN...
Geçen sene 99. kuruluş yılını büyük bir coşku ile kutladığımız Cumhuriyet, Türkiye ve Türk Milletine çok şeyler kazandırdı. İnkarı mümkün olmayan bu gerçeklerin ne pahasına ve nasıl bir mücadele sonucu elde edildiğini, 100. yılın coşkusu içinde hatırlatmak isterim. Hatırlatalım ki, yok oluşun eşiğinden 29 Ekim ışığına ulaşmanın kıymeti bir kez daha anlaşılsın...
İşte “ateşle imtihan”ımız, işte Cumhuriyet Bayramımız...
İLK KABİNE...
2 Mayıs 1920’de Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kurulan ilk kabine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını aldı.
Sevr Antlaşmasını ortadan kaldıran Lozan Barış Antlaşmasına kadar uzanan süreçte Türk Milleti çok büyük acılar çekmesinin yanında dünyaya parmak ısırtan zaferlere de imza attı.
Arapların yaşadığı toprakları sömürge haline getiren, İzmir’i Yunanistan’a bırakan, Doğu’da bağımsız bir Ermenistan öngören, İtalyan ve Fransızlara nüfuz bölgeleri veren, kapitülasyonları olduğu gibi bırakmak başta olmak üzere; Türkiye’nin ve Türk Milletinin ipini çeken Sevr’den; bağımsız yeni Türk devletinin kabulünü sağlayan Lozan Barış Antlaşmasına ulaşmak kolay olmadı.
DESTAN YAZILDI...
Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da destan yazan Türk Milleti; İnönü ve Sakarya meydan muharebeleri ile istikbali ve istiklali konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösterdi. Hele, 26 Ağustos’ta başlayan ve Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emriyle, peş peşe; Afyon, Eskişehir, Bursa ve İzmir’i kurtaran Mehmetçiğin Çanakkale önlerine dayanması ile sonuçlanan Büyük Taarruz; aynı zamanda, Türkiye topraklarında hiçbir işgalci emperyalist gücün kalmadığını gösteriyordu.
Özetin özeti olarak verdiğim bu gelişmeler, Türk Milleti’ni gerçekten de bir ateş çemberinden geçirmiş; nice ocakları söndürmüş, nice acılara yol açmıştı. Yine de son sözü söyleyen ve zafere ulaşan bu çileli Millet olurken; işgalci emperyalistler ve onların uşağı Yunanlılar arkalarına bile bakmadan kaçmak zorunda kalmıştı.
Sıra gelmişti Cumhuriyeti ilan etmeye...
YARIN: Zorlu süreç ve mitingler, kongreler…