Bu gün gelinen noktada hem toplum hem de birey bazında kendi değerlerine yabancılaşan bir durumla karşı karşıyayız. Ülke genelinde toplumsal ve bireysel hayatın bütün safhalarında sosyal değerlerin sarsıldığını gözlemek mümkündür.
Seçilmiş siyasilerin yozlaştığını dünyalıklar içerisinde kayıp oldukları bir çarkın içerisindeler. Çalışarak elde edilen meşru kazancın kutsallığına inanan, ahi sistemin varisi olan esnaflarımızın kolay kazanç yollarının ne ölçüde itibar gördüğünü görmekteyiz.
Tüccarlar arsında Alın teri yerine, haksız, çabuk köşe dönme usulleri gelişiyor. Yandaş gurup yetim malı, kul hakkı demiyor. Halkın, ümmetin alın teri, çıkarcı menfaatçi sermayenin elinde birikiyor.
Alın teri ve emek horlanmakta, ekonomik hayat çalışmaya üretmeye değil, tamamen kolay yoldan kazanılan para ve sermayeye endekslenmiş durumda. Çiftçi devletten hayvan desteği, tarla parası almayı, üretmeden iktidarlarda bekler oldu.
Çalışmadan her şeyi devletten bekliyor. Kendi alın teriyle üretmek değil iktidardan alacağına seviniyor. Ülkede esnaf da fabrikatör de, işsizi de devletin vereceği paraya endeksli bir hayat yaşıyor.
Ülke olarak bozulmayı sadece ekonomik alanda değil, kültür ve sanat hayatında, insan ilişkilerinin her alanında gözlemek mümkündür. Müslüman kimlik taşınıyor, Müslümanlıkla alakası olmayan ticaretler, siyasetler yapılıyor.
Gençlik yozlaşıyor, sokak aralarında alkol ve madde bağımlıları artıyor. Ekonomi de zor günleri yaşıyoruz belki birkaç ayda ekonomi düzelebilir kaybettiğimiz değerlerimiz ne olacak.
O kadar çok toplumsal değerlerimizde kayıp olup gidiyor. Ekonomideki daralmanın karşısında toplumsal değerlerimizde korumalıyız. Her şey o kadar sıradan olmuştu ki her yer güllük gülistanlıktı sanki.
Halkın birçok kesimi artan zamlar karşısında tedirgin. Çünkü kokulara alışmıştık bir kere. Bilinen bir öykümüzdür, yoksa anonimidir bilmem ama bu hikâye zaman zaman anlatılır. Bir de biz anlatalım, bakalım sonu nereye bağlanacak.
“Zamanın birinde Batı Anadolu köylerinden bir delikanlı çalışmak için şehre gider. Şehirli ailelerinden birisinin kızıyla tanışırlar ve evlenmeye karar verirler. Ancak kızın ailesi razı olmaz.
Kız tüm engellere aldırmadan köylü delikanlı ile evlenir. Ama ekonomik sıkıntılardan dolayı şehirde yaşayamazlar. Tek çare köye gidip yerleşmektir. Şehir kızı köy hayatına alışmakta zorluk çeker.
Onu en çok rahatsız edende hayvan dışkılarının oturmuş olduğu eve yaydığı kokudur. Kokuyu ortadan kaldırmak için her gün evi temizler. Evin yaşlı ninesi "Kendini fazla yormaması gerektiğini, ne kadar temizlik yaparsa yapsın kokunun devam edeceğini" söylemesine rağmen kız ısrarla temizliğe devam eder.
Nineye de bu kokuyu gidereceğini söyler ısrarla. Aradan üç ay geçer. Kız sevinçle ninenin yanına gelir ve artık evde hiçbir kokunun olmadığını, sonunda kokuyu ortadan kaldırdığını söyler.
Nine kıza döner ve "kızım koku hala aynı koku, sen kokuyu ortadan kaldırmadın sadece senin burnun kokuya alıştı" der.”
Ülke olarak halimiz bu dostlar biz artık bu kokulara alıştık. Kokular giderilmiyor halk olarak kokulara alışıyoruz. Gelen gideninden faklı olmuyor gelen de kendinden olana koşuyor. Hakkın adaleti hayatın akışında geçersiz kalınca kulların adaleti bu oluyor.