Daha cesur politikalar zamanı -2-

Nihat Kaşıkcı

Daha cesur politikalar zamanı -2-

Bundan önceki yazıda, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Üstatlık Dönemi’nin başladığı tezinden hareketle, uygulaması muhtemel iç politikalardan bahsetmiştik. Dış politikada da yeni ve güçlü adımların atılacağını öngörmek hiç de abartılı olmayacaktır.

Erdoğan ve Türkiye’nin tarihî yürüyüşünü durdurmak isteyen Batı cephesi, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde, ellerindeki tüm kozları masaya sürdü. ABD Başkanı Joe Biden’ın 2019’da işaret fişeğini çaktığı ‘Erdoğan’ı düşürme projesi’ uğruna, Türkiye’ye karşı yapmadık melanet bırakmadı, bu şer cephesi. Fakat Türk Milletinin o eşsiz feraset ve basireti bir kez daha devreye girdi, kendisine kurulan Haçlı kumpasını parçalayıp attı. Dikkat ediniz, her şeye rağmen galip gelen Erdoğan’ı kutlamak için, o cephenin tüm riyakârları sıraya girdi. Burasını şimdilik geçelim.

Bizzat şer cephesinin, dünyanın en önemli seçimi olarak nitelendirdiği son seçimlerin Türkiye için hayırlı şekilde sonuçlanması, ülkemizin ve Erdoğan’ın dış politikadaki elini de muazzam şekilde güçlendirdi. Temel altyapı yatırımlarını büyük ölçüde tamamlayan, savunma sanayisinde inanılmaz bir yükseliş yakalayan, silahlı kuvvetlerini modernize eden, başta doğalgaz keşfi ve nükleer santral olmak üzere kendi enerji kaynaklarını harekete geçirmeye başlayan, yabancı sermaye için dünyanın en güvenli limanlarından birisi haline gelen Türkiye’nin, bundan sonrası için çok daha cesur dış politika izlemesi, adeta bir kader haline gelmiştir.

Önümüzdeki süreçte, Türk dış politikasının temel konularında şu adımların atılması, şaşırtıcı olmayacaktır:

Öncelikle, asrın depremini yaşadığımız için Suriye’de yarım kalan operasyonlar tamamlanmalıdır. Silahlı kuvvetlerimiz, geçen yılın sonlarından itibaren planladığı yeni harekâtları icra ederek, hem ABD ve AB destekli terör devleti çabasını tümden boşa çıkarmalı, hem de Suriyeli mültecilerin yerleşeceği güvenli bölgeyi genişletmelidir.

Bunun akabinde, ülkemizdeki Suriyeli mültecilerin, istisnaî durumda olanlar hariç tamamı, gönüllülük aranmaksızın o güvenli bölgelere yerleştirilmelidir. Burada, önemli bir imkân da muhtemeldir: Deprem bölgesinde bir yıl içinde kalıcı konutların inşasıyla, tahsis edilen yüzbinlerce konteynır boşa çıkacaktır. Bu konteynırlar, Suriye’nin kuzeyindeki uygun yerlere yerleştirilip, yüzbinlerce mülteci buralara yerleştirilebilir. Böylece, meselenin malî külfeti de hafifletilmiş olur.

Diğer taraftan, mültecilerden arzu edenlerin AB ülkelerine gidişinin serbest bırakılması da gerekli bir adım olacaktır.

Şöyle ki; AB, Başbakan olduğu dönemde 2015’te Ahmet Davutoğlu’nun imzaladığı Vize Serbestliği ve Geri Kabul Anlaşmasının gereklerini yerine getirmedi. Hatta Türk vatandaşlarına vize vermemek için bin dereden su getirmeye başladı. Öyle ki, ambargo uyguladıkları Rus vatandaşlarına bile yapmadıkları kadar sıkıntı çıkarıyorlar Türk vatandaşları için.

Türkiye, AB’ye açık ve net bir ültimatom vererek, vize serbestliğinin, mesela 31 Aralık 2023’e kadar başlatılmasını, aksi halde Geri Kabul Anlaşmasını iptal edeceğini bildirmelidir. AB ülkeleri, vize serbestliğini uygulamaya koymazsa, ülkemizdeki tüm mülteciler için Avrupa kapıları açılmalıdır.

Yine, Avrupa ülkeleriyle 60 yıldır oynadığımız AB üyeliği tiyatrosuna da bir nokta konulmalıdır. Türkiye, AB’ye bir ültimatom vererek, bir vade belirlemelidir. Mesela 31 Aralık 2023’e kadar… Daha önce açılmış müzakere fasıllarının derhal hayata geçirilmesini, henüz açılmamış fasılların hemen açılmasını ve bir-iki yılı geçmeyecek bir vadede tam üyeliğin gerçekleştirilmesini istemelidir. AB’nin ayak sürüme alışkanlığına karşı da, mesela 2024 yılı sonbaharında, AB üyeliği sürecine tamam mı devam mı noktasında bir referandum yapacağımızı duyurmak, Avrupa’nın diplomasi kaşarlarına gereken ayarı verecektir.

En önemli dış politika sorunlarımızdan birisi, doğrudan ABD’dir. NATO müttefikimiz olan bu ülke, maalesef Türkiye için temel bir millî güvenlik sorunudur. Irak, Suriye ve son olarak Yunanistan üzerinden etrafımızı kuşatmıştır. Geçmişte yaşadığımız tüm askerî darbeler, ABD eliyle yapılmıştır. Güney sınırlarımızda terör devleti kurmak için çalışmaktadır. 15 Temmuz hain darbe-işgal girişiminin mimarı ve hamisidir. FETÖ hainlerini kucağında beslemekte ve bize karşı kullanmaktadır.

Türkiye, ABD’ye de açık ve net bir mesaj vermeli; bize karşı yürüttüğü hainliklere son vermesini talep etmelidir. PKK/PYD eliyle bize karşı kırk yıldır yaptığı terör saldırılarına son vermesini, Irak ve Suriye’den çekilmesini istemelidir. Ayrıca Yunanistan üzerinden bizi kuşatma hevesine son vermesini ihtar etmelidir. Bunlar yapılmazsa, Türkiye’deki ABD üslerinin derhal kapatılacağı beyan edilmelidir.

Düşman komşumuz Yunanistan, ABD ve AB’den aldığı cesaretle, bize karşı haddini aşan tavırlar sergilemektedir. Bu ülkeye haddi bildirilmeli; uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırdığı adaları derhal silahlardan arındırması, ayrıca haksız yere işgal ettiği bazı adalardaki işgale son vermesi ihtar edilmelidir. Kıta sahanlığını artırmak gibi heveslerin savaş sebebi olduğu, bir kez daha hatırlatılmalıdır.

Kıbrıs meselesine artık bir nokta konulmalıdır. 50 yıldır oynanan ‘iki toplumlu tek devlet’ tiyatrosuna son verilmeli; KKTC en kısa zamanda ‘Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ adıyla yeniden sahne almalı, başta Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri olmak üzere, tüm dost ve kardeş ülkelere KTC’yi tanıma çağrısı yapılmalıdır. Ayrıca, Türkiye’nin artık bir Kıbrıs sorunu olmadığı, adada iki ayrı devletin var olduğu beyan edilmelidir.

Rusya ile tarihî rekabetimize rağmen, şu anda dengeli bir ilişki yürütmekteyiz. Esasen Rusya, Türkiye’nin son 20 yılda elde ettiği ekonomik ve askerî gücü biliyor ve buna göre akıllı bir politika izliyor. Buradaki denge durumu, dış ticaretimizi de dengeye getirecek bir çizgide devem ettirilmelidir.

İran, tarih boyunca hiçbir zaman dostane davranmadı. Bu ülkenin bize karşı riyakâr tutumu maalesef sürmektedir. Bir yandan PKK’ya olan desteği, diğer yandan Irak ve Suriye üzerinden Türkiye’yi kuşatma çabası son derece rahatsız edicidir. Dahası, Batı ile karşı karşıya geldiğimiz tüm sorunlarda, tercihini hep aleyhimizde kullanması da dikkatimizden kaçmıyor. Son örneğini, Karabağ meselesinde Azerbaycan-Türkiye eksenine karşı Ermenistan’a destek vermesinde gördük.

İran’a karşı bundan böyle daha dirayetli ve köşeli politikalar yürütülmelidir.

Elbette Türk dış politikasının temel konuları bunlardan ibaret değildir. Daha cesur politikaların uygulanması ihtiyacı ve imkânı tüm dış politika konuları için geçerlidir.

Ülkemiz ve milletimiz, son 20 yılda yaptığı atılımlarla, 100 yıl önce girdiğimiz ‘nadas dönemini’ tamamlamış ve Türkiye Yüzyılı için sahne almıştır. Buna mukabil, başta ABD ve AB olmak üzere tüm Haçlılar, kendi hazanlarını yaşamaya başlamıştır. Artık bu çürümüş yapılardan çekinmemiz gerekmemektedir. Zaten bize karşı yapabilecekleri kötülüklerin hiç birisini eksik etmediler. Yapabilecekleri fazla bir şey de kalmadı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.