Bu da nasıl bir şey, dediğinizi duyar gibiyim. Evet, yanlış duymadınız dertle mutlu olmak…
“Dertsiz insan olmaz.” demişler ya! En gamsız ve kedersiz diye düşündüğünüz insana bile bir dokunsanız bin ah işitirsiniz.
Asıl maharet, derde düşman olmak yerine derdi verenle dost olmaktır. Derdi verenin niye verdiğini bilir, hikmetlere vakıf olursan derdin derman olur.
Derdi gözünde büyütme, büyükler büyüyü var. Sıkıntının altında ezilirken bile yüzün çamur ve toprağa bulanmış bir vaziyette, aşağıdan yukarıya, içeriden dışarıya, yokluktan varlığa, fani olandan baki olana, dertten mutluluğa, sevdası yüreğini yakmış gibi; kavrulan ciğerinin kokusuyla bak.
O sana zulmetmek istemiyor derdi vererek. Sen zulmetme derdi dert görerek.
O seni çok seviyor sev onu; canından malından mülkünden, evlad-i iyalinden daha çok sev…
Erit onun varlığında kendini. Aşkın ateşinde yan; cevheri cürufundan ayıklamak için yüksek ateşte yanması gibi…
Yan ki kendini onda bulasın.
Demir kadar katı yüreğini erit, pamuk gibi olasın.
Mesela Mecnun’un Leyla’yı, Leyla’nın Mecnunu sevdiği gibi…
Ferhat, Şirin için dağları yol ederken yorgunluk nedir bilmedi.
Bilir misin? Mecnunun adı mecnun değildir aslında. Ancak Leyla’sı için Mecnun olmuştur. Adını bile unutmuş ve unutturmuştur. Aşkı ve sevdası için mecnun diye anılır olmuştur. Nasıl mı?
Çünkü o sıradan bir genç iken o sevdası için kendini dağlara atmıştı. Halkın arasından ayrılmış, yalnız yaşamağa başlamıştı. Mâmur beldeleri bırakmış, çöllerde vahşî hayvanlar arasına karışmıştı. Halkın övmesini veya yermesini bir kenara itmiş, bunları duymaz olmuştu. Onların konuşması ile sükûtunu fark etmez hâle gelmişti.
Bir gün kendisine, yâni Mecnûn’a sorulduğunda:
“Sen kimsin?”
“Leylâ!” demiş.
Yine sorulmuş: “Nereden geldin?”
“Leylâ’dan…” demiş.
Yine sormuşlar: “Nereye gidiyorsun?”
“Leylâ’ya…” demiş.
Mecnûn’un gözü ve gönlü, Leylâ’nın aşkının şiddetinden bütün âleme âmâ olmuş. Kulakları da Leylâ’nın dışındaki bir kelimeyi duymaz olmuş. (Abdülkâdir-i Geylânî, Fethu’r-Rabbânî, s. 284)
Evet, dertler derman olur derdi verene mecnun olunca.
Yaradan’a âşık olup her şeyi aradan çıkarınca, üzüntü ve kederler ödül olur...
Sen seni bilirsin de o seni bilmez ve görmez mi sanırsın?
O hep seninle, sen ise Kaf Dağında…
Kazma küreğinle beşer aşkı için, kavuşman mümkün olmayan sevdan ve içmek nasip olmayacak suyun peşindesin.
Dağları yol ederken fani olan şeylere, Rabbin ile arana aşılmaz surlar örüyorsun, farkında mısın? Asıl dert, sevdiğinle arana ördüğün bu surlardır.
Mevlana “Latahzen ( Üzülme)” diye başladığı mısralarında şöyle diyor:“İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme! Rahman(cc) ‘Ben kırık kalplerdeyim’ buyurmadı mı? O halde ne diye üzülürsün ey can? Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan; gece gibi kapkaranlık nefsini yak!..
’Derdim var’ diyorsun; dert insanı Hakk’a götüren Burak’tır; sen bunu bilmiyorsun. Sanma ki dert sadece sende var. Şunu bil ki; sendeki derdi nimet sayanlar da var. Umudunu yıkma; Yusuf’u hatırla. Dert nerede ise deva oraya gider. Yoksulluk nerede ise nimet oraya gider. Soru nerede ise cevap oraya verilir. Gemi nerede ise su oradadır. Suyu ara, susuzluğu elde et de sular alttan da yerden de fışkırmaya başlasın. Dünya malı Allah’ın tebessümüdür: ona bak! Ama sarhoş olma…
Ayağın kırıldı diye üzülme! Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek. Kuyu dibinde kaldın diye üzülme! Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu, unutma! İstediğin bir şey; olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara…
Geçmiş ve gelecek insana göredir. Yoksa hakikat âlemi birdir. Bu âlem bir rüyadır. Zanna kapılma ey can! Rüyada elin kesilse de korkma, elin yerindedir. Dünya bir rüya ise, başına gelen felaketler de geçicidir. Neden çok üzülürsün ki? Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme: Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir. Bu âlemin, bu kâinatın kitabı sensin: Aç da kendini oku ey can!
Kâinatın en uzak köşesi, senin içinde ufak bir nokta… Ama sen bunun farkında bile değilsin. Derdin ne olursa olsun korkma! Yeter ki umudun Allah olsun… Herkes bir şeye güvenirken; Senin güvencen de Allah olsun. Hiçbir günah, Allah’ın yüce merhametinden büyük değildir ama; Sen yine de günah işlememeye bak!
Lâ tahzen!(üzülme)
Derdin ne olursa olsun bir abdest al, nefes gibi… Ve bir seccade ser odanın bir köşesine, otur ve ağla, dilersen hiç konuşma… O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma. Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar. Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır. Allah tozunu alıyor diye, niye kederlenirsin ey can!?
Lâ tahzen!(üzülme)
Bir şey olmuyorsa: Ya daha iyisi olacağı için, ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur. Şu uçan kuşlara bak! Ne ekerler, ne biçerler… Onların rızkını düşünen Allah; Seni mi ihmal edecek sanırsın! Yeter ki sen istemeyi bil… Belalar sağanak yağmurlar gibi yağar. Ancak başını ona tutabilenler aşk kaydına geçerler. Belâ yolunda muayyen bir menzildir âşık. Her nereden gam kervanı gelse de.. Aşk derdinde olan kişi; Baş derdinde değildir… Yapılma, yıkılmadadır; Topluluk, dağınıklıkta; Düzeltme, kırılmada; Murat, muratsızlıktadır; Varlık, yoklukta gizlidir… Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür zamanın bir an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması. Ve bilir misin? Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması.. ’Ben’ deyip susması… ’Sen’ deyip ağlamaklı olması… Eğer sen Hak yolunda yürürsen, senin yolunu açar, kolaylaştırırlar. Eğer Hakk’ın varlığında yok olursan, seni gerçek varlığa döndürürler. Benlikten kurtulursan o kadar büyürsün ki âleme sığmazsın. İşte o zaman seni sana, sensiz gösterirler.
Sevginin diğer bir adı da sabırdır: Açlığa sabredersin adı ‘oruç’ olur. Acıya sabredersin adı ‘metanet’ olur. İnsanlara sabredersin adı ‘hoşgörü’ olur. Dileğe sabredersin adı ‘dua’ olur. Duygulara sabredersin adı ‘gözyaşı’ olur. Özleme sabredersin adı ‘hasret’ olur. Sevgiye sabredersin adı ‘Aşk’ olur…”
Eee başka söze ne hacet...
Her yokuş bir sevdaya çıkan yolmuş meğer. Her engel vuslat için hasreti alevlendiren bir kor imiş.
Hani derler ya! “Derdime derman arar idim meğer derdim bana derman imiş.”
Hadi al şimdi kazma küreğini sabır, metanet, hoşgörü, sevgi ve merhamet denen.
Ferhat ol, Şirin ol. Ondan gel ve yine ona git. Onda var; yok olacaksan onda ol.
Varsın deli desinler, mecnun desinler, derviş desinler, ermiş desinler…
Bu yolda her şey ol ancak asla bencil olma! Çıkar benliğini aradan! Bak o zaman senin zannettiğin dert de senin değilmiş keder de. Aslında sen de senin değilmişsin…