Peşin söyleyeyim; bu yazı bir ‘Devlet Bahçeli güzellemesi’ değildir.
Günlük gazete yazarlığında, siyaseti ve siyasetçiyi eleştirmek hem çok kolay, hem zevkli, hem de konu zenginliğidir.
Fakat erdemli siyaseti ve bu siyaseti sergileyeni takdir etmek de en azından ‘insaflı kalemin’ gereği olmalıdır.
Gelelim mevzunun özüne:
Cumhur İttifakı’nın AK Parti kanadında bir süredir, Cumhurbaşkanı seçimindeki ‘yüzde 50+1’ yeterlilik oranını düşürme eğilimi dillendiriliyor.
Siyasetin kendi penceresinde bakarsak, bir partinin, daha düşük oy oranıyla bile olsa iktidarda kalma veya iktidara gelme arzusunu anlayışla karşılayabiliriz.
Nitekim Cumhur İttifakı’nın, başta Yeni Anayasa önerisi olmak üzere, getirmek istediği her düzenlemeye peşinen itiraz eden CHP ve müttefikleri de ‘yüzde 50+1’ oranının düşürülmesi önerilerine karşı çıkmıyor.
MHP ve Lideri Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’ndaki büyük ortağı AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı çoğu konuda ‘karşılık beklemeksizin’ desteklerken, yüzde 50+1 mevzusunda çok sert bir fren yapıyor.
AK Parti ve müzahir çevrelerden ne zaman “Yüzde 50+1’i yakalamak çok zor. Seçim ikinci tura kalıyor. Bu oranı azaltalım…” tarzında sesler yükselse, Devlet Bahçeli hemen müdahale ediyor ve oran konusunun ‘tartışma dışı’ olduğunu beyan ediyor.
DEVLET ADAMLIĞI
Bir siyasetçi olarak Devlet Bahçeli’nin de müttefikleriyle birlikte daha kolay seçim kazanma fırsatına teşne olması beklenir, değil mi?
Değil… Çünkü Sayın Bahçeli ‘günlük siyaset’ yapmıyor. Bahçeli’nin sergilediği, bir ‘politikacı portresi’ değil; tam anlamıyla bir ‘devlet adamlığı şahsiyeti’dir.
Evet, Cumhur İttifakı bileşenleri de mesela yüzde 40+1’le iktidar olmayı daha rahat bir siyaset alanı sayabilirler.
Peki, Türk Milleti ve Türk Devleti’nin bekası penceresinden bakarsak, kolay iktidar yolu bizi nereye götürür?
İşte Sayın Bahçeli’nin ‘devlet adamı duruşu’ tam da burada asıl anlamını kazanıyor. Siyasetin kazancı, düşük oy oranıyla iktidar fırsatını yakalamak olsa da ülkenin ve milletin yüce menfaati, en az yüzde 50+1’le iktidara gelmeyi zorunlu kılıyor.
Bu yüzden Devlet Bey, “Yüzde 50+1, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kilididir.” diyerek, tartışmaya noktayı koyuyor.
AK PARTİ KÜÇÜLÜRSE NE OLACAK?
AK Parti, 21 senelik iktidar döneminin yıpratıcılığına rağmen, halen en yüksek oy oranına sahip siyasi partidir. Bunda, Başkan Erdoğan’ın diri, kuşatıcı, yenileyici ve öngörülü siyaset yeteneğinin katkısı büyüktür.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 2028’e kadar. Hadi, çok olağandışı gelişmeler oldu, Anayasa değişti, Cumhurbaşkanı seçilme süresindeki kısıt ortadan kalktı diyelim… Nihayetinde, Sayın Erdoğan da bir fani…
Her siyasî parti zamanla güç kaybeder; bir noktadan sonra iktidarı da kaybeder.
Bu, AK Parti için de geçerli bir siyaset gerçeğidir.
İşte bu noktada, ‘Başkanlık Sistemi’, Türk Devleti için hem temsilde adalet ve hem de ülkenin siyasî istikrar içinde yönetilebilmesinin sigortasıdır.
Ve sistemin ‘yüzde 50+1’ seçilme şartı, Türk Milleti’nin iradesini bir şekilde eğip bükmek isteyenlere karşı bir ‘koruma kalkanı’dır.
İşin özü şudur: Türkiye’yi yönetecek siyasî parti ve ittifaklar, Türk Milleti’nin yarıdan bir fazlasının oyunu almak zorunda olmalıdır.
Bu zorunluluk, devletimizin ve milletimizin beka teminatıdır.
AZINLIĞI ÇOĞUNLUĞA TAHAKKÜM ETTİRİRLER
Seçmen profilimizin yüzde 65 veya biraz fazlası milliyetçi-muhafazakâr-dindar eğilimlidir.
Bu tablo içindeki ‘olağan durum’ her halükarda ‘sağ çizgide’ bir parti veya ittifakın, çoğunluğu her zaman sağlayıp, iktidarı elinde tutmasıdır.
Peki, bu her zaman böyle olabilir mi?
Geride bıraktığımız süreçte gördük; bu ülkeyle görülecek hesabı olan ‘üst akıl’ ve onun sahipleri, birbirine selam bile vermeyecek kadar zıt olan siyasî figürleri aynı masaya oturttu; aynı adayın seçilmesi için canhıraş çabalara zorladı.
Buyurun… Sırf Başkan Erdoğan’ı iktidardan düşürmek uğruna…
Kendisini ‘ultra Türk milliyetçisi’ diye sunan İP ile bu ülkeyi bölmek üzere terör/siyaset karışımı bir yol izleyen HDPKK’nın gündüz gözüyle yaptığı ittifakı görmeyen kaldı mı?
Yine, AK Parti ve MHP’nin ‘Müslümanlığını yeterli bulmayan’ SP ile bu ülkede din karşıtlığının simgesi olan CHP ve HDPKK’yı aynı çatı altında toplamadılar mı?
6+bilmemkaçlı masa bileşenleri, aynı anda hem Türk aile yapısını korumak isteyenler ve hem de aileyi çökertmek üzere yırtınan LGBTİ sapkınlarını destekleyenlerden oluşmadı mı?
Lafı kibarlaştırmak gibi bir kaygımız yok. Evet, o masada LGBTİ destekçileri ile “Aile en önemli değerimizdir…” lafını dilinden düşürmeyenler, Erdoğan’ı devirme ‘ideali’ etrafında birleşmişlerdi.
Çok uzatmaya gerek yok. Eğer yüzde 50+1 seçilme yeterliliği olmazsa, gelecekte kuvvetle muhtemel olan ‘parçalı sağ siyaset’ karşısında, aynı pastanın etrafında bir şekilde kenetlendirilmiş olan ‘sol-batı muhiplerinin’, yüzde 30-35’lik oy oranlarıyla bu ülkeyi yönetme fırsatını ele geçirmesi uzak bir ihtimal değildir.
Bir de Meclis çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı’nın zıt partilerden olabileceği ihtimalini de buna ekleyin…
İşte, tam da ‘Batılı dostlarımızın’ arzu ettiği bir ‘Türkiye siyaseti’ tablosu…
Sayın Devlet Bahçeli, günlük siyaset yapmıyor; Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin bekası uğruna, gerektiğinde şahsî çıkarından ve partisinin menfaatlerinden fedakârlık yapıyor.
Bu yüzden Bahçeli’nin duruşu ve çizgisi, ‘devlet adamlığın nice olduğunu’ net bir şekilde ortaya koyuyor.