Ahlakın dereceleri kısım kısım yükselir. "Başkalarının iyiliği için kendisini feda etmek", ahlak ve fazilette en zirvedir.
Bunu ancak, Peygamberler, Allah'ın evliya ve salih Kulları başarabilir. Ahlakın en taban, en alt seviyesi ise "sana yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır."
Bunu herkes başarabilir. İnsanlar işte ahlakın, bu en basit seviyesini yerine getirseler, Dünya adeta Cennet olurdu.
Ahlak ile bencillik birbirine taban tabana zıttır. Ahlak kuralları adaleti emreder. Bencillik kuralları ise ne olursa olsun tüm hak ve imkanların kendine yönelmesini ister.
Bir kişi bencil ise aynı zamanda ahlaksızdır da. Bencillik hızla yayılıyor. Şehirleşme de hızla yayılıyor. Şehir hayatı acaba benciliği teşvik mi ediyor.
“Şehir ve bencillik.”… Bilinen ve çok söylenen sözdür. “Şehirlerde adam çok, insan az.” Maalesef öyle. Maalesef şehirlerde “insan az, adam çok” olduğu için, “şehirler yaşanamaz hâle geldi.”
Şehirde huzur yok, olumsuzluk çok. Şehirlerde adamlar değil de, insanlar çoğunlukta olsa, bunca huzursuzluk ve bunca olumsuzluklar olur muydu? Olmazdı elbet.
Şehirlerde bencillikten kaynaklanan olumsuzluklar nelerdir? Açıklamaya dahi gerek yok. Bunu şehirde yaşayanlar iyi bilir.
Mesela, bencillik, kıskançlık, çokbilmişlik, tahammülsüzlük, eğlence düşkünlüğü, zevki doruğa çıkartma, sığ düşünce, insan satma, tüketim çılgınlığı, savurganlık, şükürsüzlük, somurtkanlık, sert bakışlar, sahte gülüşler, kalleşlik, merhametsizlik, “gemisini kurtaran kaptan anlayışı”, kalabalıklar içinde yalnızlık, etrafa karşı duyarsızlık, sanal hayat, çevre tahribi, yeşile hasretlik, beton yığınları, çirkin ve sevimsiz binalar, menfaatçilik ve benzeri olumsuzluklar şehirde her gün insanı boğan ve huzursuz eden manzaralardır.
Bu manzaradan insanlar rahatsız da adamlar rahatsız mı? Onu bilemiyorum. Bu kadar olumsuzluk içinde mutlu olmak ve geleceğe umutlu bakmak mümkün mü?
İnşallah mutlu oluruz. İnşallah umudumuzu yitirmeyiz. Ahval perişan olsa da, “çıkmadık candan ümit kesilmezmiş.” Şehirde insan gerçekten bencilleşir ve bundan dolayı da ortaya “şehir adamı.”
Şehir adamını bir şiirimde anlatmaya çalıştım.
ŞEHİR ADAMI
Donuk bakışı, heykel duruşu var,
Selamsız dolaşır şehir adamı.
Katlar, yatlar, tonlarca kuruşu var,
Kızdı mı dalaşır şehir adamı.
Nefessiz kalır, balkon hava yeri.
Gürültü, keşmekeş onun kaderi.
Birkaç ağaçla azalsa da kederi,
Parka zor ulaşır şehir adamı.
Üşengendir, törenle çıkar sokağa.
Betonlardan özlem duyar toprağa.
Saldırır yeşile, uymaz yasağa.
Çok çabuk alışır şehir adamı.
Bencildir, şehir sanki hep onun.
Kendisi kurt da, başkaları koyun.
Duyun Ey ahali! Bunu duyun.
Hileyle çalışır şehir adamı.
Akşam çeker üzerine pijama.
Pür dikkatle bakar televizyona.
Keyifsizse zor gelir heyecana.
Şaşar, avallaşır şehir adamı.
İstersen al, altın suyuna batır.
Hiç mi hiç değişmez ki, aslı bakır.
Derinlik ve ufuk yok, tam tamtakır,
Ne kokar, ne bulaşır şehir adamı.
Ne kokar, ne bulaşır şehir adamı.