Dinlerin ortak mabedidir Kudüs

Selami Mutlu

1917 yılında İngiltere BALFOUR Deklarasyonu ile Ortadoğu da bir Yahudi ülkesi kurulmasına ön ayak olmuştu. Şimdi de ABD Kudüs’ü İsrail Devletinin başkenti ilan etmekle ikinci bir BALFOUR Deklarasyonu yaratmıştır. TRUMP Kudüs ilanını “Hakikatin ilanı” diye tanımlıyor. Ancak attığı bu adımın ne kadar tehlikeli olduğunu, arı kovanına çomak sokmak gibi sonuçlar doğuracağını bildiği halde kana doymayan bir vampir durumu sergiliyor.

Şimdiye kadar dinlerin Mabedi olarak bilinen ve süregelen Kudüs, Müslüman-Hıristiyan-Yahudi dinlerinin ortak ibadet ettiği bir Mabet idi. ABD bu tutumuyla Ortadoğu’da güya arabulucu olacak ve barışı sürekli kılacakken şimdi taraf bir tutum sergileyerek tarafsızlığına da gölge düşürmüş olacaktır. Seçimler sırasında TRUMP Kudüs’ün İsrail’in başkenti olacağına dair kendi seçmenine ve İsrail lobisine sözler vermişti. Şayet TRUMP bu çıkışıyla Türkiye’de ki suçlamalarla dolu gündemi değiştirmek gibi bir amaç güdüyorsa yanılmaktadır.Halkın yolsuzluk yapanlara karşı duyarlılığı devam etmektedir.

Mavi Marmara hareketinde mağduriyet yaşayanların ailesine verilmek üzere Türk hükümetince talep edilen tazminatı içeren belgeler imza altına alınırken de belgelerde İsrail’in başkent olarak yazıldığı gözlemlenmişti. Ankara hükümetinin bunu görmüş olması ve tepki belirtmesi gerekmiyor muydu?  İsrail adına açılan imzada Kudüs Başkent olarak gösterilmişti. Neden suskun kalındı?

Her ne kadar ABD yönetimi alınan kararın Kudüs’ün nihai statüsüne dair bir sonuç doğurmayacağını ifade etse de durumun İsrail lehine gelişeceği ortadadır. Defalarca ABD Büyükelçiliğinin yerini Tel-Aviv’den Kudüs’e Taşımak istemiş olmasına rağmen bir takım gel-git yaşanmıştır. Ancak bu sefer ABD işin başını çekerek Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacakmış gibi görünüyor. Tabiidir ki ABD bu kararıyla Kudüs’e taşınmasıyla birlikte onu izleyerek kuyruğuna takılan Devletler de olacaktır.

Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra Filistin bölgesi bir İngiliz mandası olmuştu. İngiltere yayınladığı BALFOUR Deklarasyonuyla Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Yahudilerin bir vatan torağı üzerinde toplanmalarına neden oldu. Yahudiler Filistin topraklarına yerleşerek kendilerine yurt edindiler. Arapların ellerindeki toprakları satın alarak elde ederek, ıslah edip ekip biçtiler. Modern tarımın sayesinde bölgede üstünlük sergilediler. Ancak bu üstünlük bölgede yaşayan Filistinlileri tedirgin edip çatışmalara yol açınca da BM 1947 yılında bir karar alarak var olan Müslüman-Yahudi çatışmasının ve yaşanan savaşların son bulması amacıyla bölgeyi Filistin ve Yahudiler arasında bölüştüren bir karar aldı. Artık Kudüs doğu ve batı Kudüs olarak anılıyordu.

Bölgede üretim de üstünlük sağlayan İsrail bunu ağababası ABD aracılığı ile sağladığı silah gücüyle de kazanarak modern Teknoloji üstünlüğü ile vurgularcasına Filistin ve bölge devletleri arasında üstünlük kazanmaya başladı. Bu yolda ilerleyen bir İsrail koyduğu hedefe ulaşınca da ‘’İsrail Devletini’’ ilan etti.

Kudüs’ün statüsü de BM kararlarına göre dinlerin ortak Mabedi olarak kabul görmüştür. Ancak İsrail 1967 yılın da tüm Ortadoğu ülkelerinin ayağa kalkıp hep birlikte savaş ilan etmesiyle o günkü İsrailli General MOŞE DAYAN karşısında mağlup olmuş yenilgiye uğramıştır. Bu yenilgi sonrası İsrail Batı ŞERİA-GAZZE ve Doğu Kudüs’ü işgal etmiştir. Bugün Kudüs’te Filistin halklıda yaşamaktadır. Ancak her olağanüstü durumda Filistinliler kente giriş çıkış zorluğu ile karşılaşmaktadırlar. Kent İsrail’in denetimi altına girmiştir. İsrail ıslah ettiği çöl topraklarını vaha’ya çevirmiştir. Geniş tarım alanları yaratarak bölgede üstün durumdadır. İş bulamayan Filistin halkının çoğu bu bölgelerde tarım işçisidir.

Filistin halkı uğradığı bu olumsuz gelişmeler karşısında tüm İslam ülkelerini de yanlarına alıp ortak tepki oluşturarak Kudüs’ün doğusunda BM Karalarına uygun tarzda Doğu Kudüs’ü Başkent olarak kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. İsrail’in tüm Devlet organları büyük çoğunlukla Batı-Doğu olarak ayrıştırılan Kudüs’ün tamamındadır. Bu statü halen BM kararlarına rağmen aynen devam etmektedir. BM karalarında olduğu gibi Kudüs’ün doğu ve batı olarak paylaşılmasında yarar vardır. Var olan bu statü ABD Deklarasyonu ile İsrail lehine bozulmaktadır. Ortak bir statü tespit edilerek her dinden oluşan bir yönetimin ortak ibadet Mabedi olarak korunmasında bütün kesimlere açık kalmasında büyük yararlar olacaktır.

Haklı olarak İslam dünyası bu tek taraflı ilanın karşısında durmaktadır. ABD gibi zorba bir Devletin kararlarına karşı birlik oluşturup karşı durulacaktır. Elbette ki rüzgar eken fırtına biçecektir. Sonuçta bu işin hiç kazananı olmayacaktır. Kudüs Müslümanların idaresi altında iken bile dinlerin ortak mabedi idi. Bu hoşgörü bu gün kaybolmuştur. ABD Başkanı TRUMP tarafından alınan bu karar tek taraflı bir baskı kararıdır ve tehlikeli bir Provokasyondur. İslam dünyası içersinde barınan radikal terör odaklarını harekete geçirecek İslam-Hıristiyan-Yahudi ayrımı yaratacak bir Provokasyondur. ABD gibi bir dünya devletinin amacı insanlığı birleştirmek-uzlaştırmak olmalıydı.

Vaktiyle Kudüs İslam dünyasının hakimiyeti altındayken Müslümanların sergilediği hoşgörüyü maalesef bu günkü Müttefik olarak bildiklerimiz sergileyememektedirler. Bu gün Kudüs bir oldu-bitti karşısındadır. Bütün İslam dünyasına Radikal İslami teröristlerin yarattığı pencereden bakılmaktadır.  Bu da yanlışı beraberinde getirmektedir. Türkiye bu oldu-bitti ye karşı İslam teşkilatı birliğini İstanbul’da toplantıya çağırmaktadır. Laik ve Demokrat yapısıyla Türkiye, Ortadoğu ülkelerinden ayrışmakta idi. Ağabey olarak saygınlık kazanmıştı. Ancak bu gün bu yapı giderek bozulduğundan diğer Ortadoğu ülkelerinden pek farkı kalmamıştır.

Daha düne kadar ağırlığını hissettiren Türkiye’ye karşı Batı-ABD gibi ülkelerin yanı sıra İslam ülkeleri de tavır koymaya, umursamamaya başlamışlardır. İslam Teşkilatı toplantısı sonrasında da ortak tavır alınabileceği şüphelidir. Ankara Hükümet bu haklı çıkışını Popülist iç politikalara alet etmeden sürdürmelidir. Diplomatik yollarla çözüm aranmalıdır. BM Güvenlik Konseyini harekete geçirmek diplomaside yol almak hedef olmalıdır. Esip gürleyerek, bağırarak çağırarak Diplomaside ilerleme kaydedilemez. Zaten Batıdan da AB’den de kopma noktasına kadar gelen Türkiye’yi daha da yalnızlaştırır.

ABD’nin aldığı bu karar elbette ki kabul görmeyecektir. Her şeyden önce BM kararları söz konusudur. Papa FRANÇESKO Hıristiyanlar adına tepkilidir. ABD Hükümetini oluşturan Bakanların bazıları muhalefet etmektedir. Bazı devletler de tepkilerini dile getirmişlerdir. Yanlış hesap Bağdat’tan dönecektir. Konuyu Diplomatik girişimlerle, hatta yıllarını bu işlerde harcamış eski Diplomatlarımızı da devreye sokarak onların kazanımlarından yararlanılarak yol alınmalıdır.

Bağırarak-çağırarak sorunları çözmeye kalkmak, acılı arabesk müzik eşliğinde acılı çiğköfte yemeye benzer. Yerken de çıkarırken de adamı ağlatır. Daha dün Suriye’den göç edenlerin oluşturduğu acıyı Türk halkı yaşamıştır. Bölgede oluşacak bir çatışma da Filistinlilerin göç edebileceği ilk uğrak yeri Türkiye olacaktır. Geçmişte yaşadığımız olumsuzlukların tekrarlanmamasını diliyoruz. Filistinli kardeşlerimizin bu acıyı yaşamamaları için tüm Diplomatik yollar zorlanmalıdır.