Doğa bir kitaptır. Doğa bir eserdir. Bu eserin yazarı ve vücuda getireni Yüce Allah’tır. İşte bu eseri okumak ve müşahede etmek Bize en büyük görevdir.
Bu eseri okumak gerekir. Okumak için esere bakmak yetmez. Görmek de gerekir. Bir esere yalnızca bakmak, ona gereken değeri vermemektir. Görmek ise gereken değeri vermek ve o eseri anlamaktır.
İşte bir otobüs yolculuğunda pencere tarafında koltuğuma yaslanmış vaziyette Doğa Kitabını okumaktayım. Bunun için Doğaya yalnızca bakmıyorum. Aynı zamanda Doğayı görüyorum.
Karlı yamaçları bembeyaz dağlar.
Şimdi ben neler görüyorum neler. Bize su olacak bu karlar. Bereketli toprakların can damarında bu kar suları akacak.
Dağın üzerine bulutlar kümelenmiş. O bulutlar ki yağmurlara gebe.
Ağaçlar her zamanki yerinde. Rüzgarlarla birlikte biraz kımıldasalar da genel olarak dimdik bekliyorlar. Ağaçları askerler gibi gördüm. Emre amade bekliyorlar. Kışın kendilerini yaza hazırlıyorlar. Yaz geldiğinde insanlara ve kurda-kuşa yemiş, meyve ve türlü türlü lezzetler ikram ediyorlar. Topraktan aldıkları besinlerle eşki, tatlı, ya da ne ekşi, ne de tatlı, normal lezzetli besinler sunuyor ağaçlar. Acaba ağaçlar bu sunumlarını Bize neden devamlı surette sürdürüyorlar? Ne kârları var ki? Biz ağaçlardan menfaat elde ediyoruz da onların menfaati ne? Elbette ağaçlar menfaat düşünmez, çünkü onlara bir görev verilmiş, o görevleri layıkıyla yerine getirirler. Aynen her sabah doğan, her akşam batan güneş gibi. Yalnızca ağaçlar ve güneş değil, yaratılmış her mahlukat görev bilincine sahiptir. Bu bilincin dışına çıkamazlar.
Yalnızca insan görev bilinci dışında hareket edebilme serbestiyetine sahiptir.
Bu serbestiyet olmasa insan nasıl imtihan olsun ki?
Doğa Kitabını okuyup okumamakta da serbestir insan. Okursa anlar ve imtihanda başarılı olur. Okumuzsa anlamaz ve imtihanı kaybeder.
Kur’an-ı Kerim’in Cebrail vasıtayla indirilen ilk ayeti: “Oku”.
“Oku” sözünü ve bu emri çok geniş düşünmek şarttır. Oku, “Kainatı oku”. Oku, “tabiatı oku”. Oku, “yaratılmış her şeye bakmakla yetinmeyip görmek için uğraş”. Kainatı ve içindekileri idrak et.
Eğer bu idrak üzere yaşarsan bilginin zirvesine ulaşırsın. Ve daha da önemlisi kendini de böylece bilirsin. Dışındaki Dünyadan, içindeki Dünyaya bir köprü var. O köprü Kainatı, Doğayı okumaktan geçer.
Yolculuğumun bu noktasında bir mezarlık yanından geçtik. Bir köy mezarlığı bu.
Mezarlıklar en büyük mesaj veren mekanlardır. Mezarlıkları okuyor muyuz? Mezarlıklarda ölüye dua okumamızdan daha önemlisi o mekanda hakim olan mesajı okuyup da anlamaktır. Mezarlıklardaki mesaj çok açık: “Herkes buraya gelecek. Sen de geleceksin. Ve buraya gelmekle iş bitmiyor. Yani ölmekle iş bitmiyor. Ölmekle iş yeni başlıyor.” İşte bu idrak en mühim olandır.
Mezarlıkları okuyup da bu idrake varabiliyor muyuz?
Asıl mesele bu.
Mezarlığa bir gün mutlaka cansız vaziyette getirileceğiz. Yani mecburen mezarlığa geleceğiz. Gelmeden önce gereken hazırlıkları yaptık mı?
Mezarlıklar her insan için mecburi istikamettir. Gönül rahatlığıyla mı gidiyoruz o cihete? Yoksa gönlümüz darmadağın mı gidiyoruz?
Eğer kendimizi bilmiş, salih amel ve ibadetler ile görevlerimizi yapmış isek, Yüce Rabbimizin “oku” emrini anlamışız demektir. Bu gönül rahatlığıdır.
Bir yolculuk sırasında bütün bunları ve fazlasını düşündüm. Düşünmek için Doğayı okumaya koyuldum. Okudum, okudum, çok okudum. Doğayı seyre dalarak okudum.
Doğayı temaşa ederek okudum. Bakmakla yetinmedim, aynı zamanda gördüm. Görmek okumaktır.
Tüm Peygamberler ve tüm Alimler, tüm Salih İnsanlar Kainatı ve Doğayı okumak suretiyle hayatı ve ölümü idrak etmişler. İşte o idrak kurtuluşumuzdur.
Sizleri de bu idrake çağırıyor ve vakit varken Doğayı okuyun ve idrak edin.
Doğayı okumak kendinizi okumaktır. Ve kendinizi bilmektir. Vesselam.