Anadolu’ya yolunuz düştüğünde ya da Anadolu’da bir şehirden başka bir şehre geçerken, aracınızın veya bindiğiniz aracın penceresinden çevrenizdeki dağlara yamaçlara bakarsanız, iki yamacın birleştiği dere ağızlarında, iki kel tepenin birleştiği yerde mutlaka bir kavaklık, üst ucunda bir pınar, kavaklığın alt kısmında meyve ağaçlarının arasında sebze bahçeleri görürdünüz. Ali Amca, Mehmet Amca baharla birlikte kır eşeğine binip kavaklığa sebze dikmeye, çevresini temizlemeye, pınardan inen sulara yön verip, sebzelere meyve ağaçlarına, kavaklığa su ulaştıran su arkını temizlemeye giderlerdi. Bu su, yaban hayatı için de bir can suyuydu. Yaban hayvanları kurdu kuşu sularını buradan içerler, kavaklığın çalıları arasında korunur otlarında yatarlardı. Her bahçenin her kavaklığın mutlaka keklik sürüleri olur, o hayvanlar sanki oranın bir parçası gibiydiler. O kavaklık o hayvanların üreme çoğalma, doğaya tutunma alanlarıydı.
O kavaklık, o bahçe geçerken aracınızın penceresinden gördüğünüz gibi, sadece bozkırın rengini değiştirip, sizlere göz zevki vermezdi… Orası ayrı bir dünya bir bütünün parçasıydı… Ali Amcanın, Mehmet amcanın nefesini, hayallerinin izlerini bulurdunuz her ağaçta, bahçe duvarında, pınarın eteğindeki baş döndürücü kokulu yaban nanelerinde, yarpuzlarda… Ali Amca, Mehmet amca kendileri orada olmasalar bile çalışırken söyledikleri ağıtları türküleri, duyardınız pınarın iddiasız akan bir çocuk gibi heyecanlı aceleci sularında…
Kır eşeğin semeri heybesi pınarın başında bulunan söğüt ağacını altına bırakılır, çulu yanına serilir, heybeden çıkarılan kese yoğurdu söğüt ağacının dalına takılırdı. Yoğurdun suyu torbadan ağacın altındaki yemyeşil bahar çimenlerine damlarken elde bağ bıçağı aykırı büyümüş, kurumuş ağaç dallarından başlanırdı çalışmaya. Burada yaşama dair hiçbir şey kurgu değildi, hiçbir şey zorlama değildi yaşamın akışı içinde her şey abartısız kendiliğinden oluşur, kendiliğinden yılların alışkanlığı ile gelişirdi hareketler, sesler tınılar!
Özbağ çıkışında Baranı Dağı yamaçlarında, Kızılca Köy üstlerinde, Demirli, Kurancılı, Başköy, karşıda İmancı, Yeniyapan taraflarında tepeciklerin birleşim yerlerinde sizi geçmişe götüren serinliğinde mutlaka oturup yaban nanesi, yarpuz kokulularını duyarak pınarlarından su içip, bahçesinden domates, biber, ağacından elma alıp yediğiniz ne o kavaklıklar, ne o pınarlar ne gölgesinde oturduğunuz söğüt ağaçları ne de sizler girdiğinizde kavaklığın gölgesinden yavrularıyla uçuşan keklikler kalmış, terk edip küsüp gitmişler… Ne o mütevazi kişiliğiyle kır eşeğine binip kavaklığa gelen Ali Amca, ne de illa size bir ikramda bulunmanın mutluluğunu yaşamak isteyen Mehmet Amcalar kalmış… Pınarlar kurumuş, kavaklıkların içlerindeki ağaçlar kuruyup dökülmüş, bahçe duvarını yaban otları, yaban böğürtlenleri bürümüş… Anılarınızın izinden gidip geçmişi tekrar yaşamaya çalışıyorsunuz yüreğiniz hüzün dolu, kırık buruk…
Yozgat Yerköy taraflarına yöneliyorsunuz, mandıralar hemen Çoğun köyünün arazilerinden başlıyor. İrili ufaklı onlarca. Bu mandıralardan çevreye rastgele dökülmüş hayvan dışkılarından, mandıra artıklarından, kesimhane döküntülerinin iğrenç kokularından nefes alamıyorsunuz… Etraf, tarlalar rüzgârda uçuşan kâğıt, plastik yem torbası atıkları ve başıboş yüzlerce köpekleri, kirletilmiş doğasıyla bir felaket öncesinin karmaşıklığı, devinimsizliği sessizliği içinde bunu duyup hissediyorsunuz…
Geçmişte her evde bulunan sığırlar, koyunlar, keçiler besicilik adına belli ellerde toplanmış durumda. Milyonlarca liralık kredilerle kurulan bu tesisler şimdi borç batağıyla yarattıkları çevre kirliliği içinde çırpınıp boğulmaktalar… Geçmişte elli haneli bir köyde her evin alınları akıtmalı, tüyleri ebruli, gözleri sürmeli sığırları, karabaş, akbaş koyunları, yaramazlığı yerinde duramamazlığı ile sizlere kendini zorla sevdiren keçileri, gülibik horozları, yosma tavukları olur köylü her şeyi organik olarak, doğal bir şekilde kendi kapısında yetiştirir, güvenle korkusuzca içine sinerek, ne olduğunu bilerek tüketirdi. Bu gün aynı köylü eti, sütü, yumurtayı, ekmeği dışardan almakta ne olduğunu nasıl yapıldığını bilmeden, üretimini gözleriyle görmeden “ÜRETİCİ DURUMUNDAN TÜKETİCİ” haline gelerek “KÜRESEL SERMAYENİN İSTEMİ DOĞRULTUSUNDA” tüketmekte, bu tükettiklerinin parasını da kredi kartıyla gene sanal alemde borçlanarak ödediğini sanmaktadır…
Körpınar, Şuayıplı, Tosunburnu, Taburoğlu, Hatunoğlu, Göllü toz duman içinde… Farkında olmadan tendi yıkımlarını kendileri hazırlayan köyler ve ikiyüzyetmiş bin dönüm arazisiyle işlevsiz atıl duruma bırakılmış;
MALYA DEVLET ÜRETME ÇİFTLİĞİ…
Köy dağlarının tepelerinde sayıları çok az kalmış olmalarına rağmen, yeşiliyle serinliğiyle, görkemiyle dağlara, çevreye, iklime bir soluk verip dağların tacı gibi parlayan, kel tepeleri taçlandıran meşe ağaçları temelsiz gerekçelerle kömürü ocaklarına ihaleye verilip kesilmektedir…(Akpınar Hacıselimli Köyü dağında olduğu gibi) Köylerin hemen elli yüz metre üst kısmındaki araziler, mermer ocaklarına kiraya verilip doğal tahribatın, doğal yıkımın, çevre katliamlarının hastalıkların yolu açılmaktadır…(Akpınar Hacıselimli Köyü örneğinde görüldüğü gibi.)
Malya Devlet Üretme Çiftliği arazisi içinde, çekilmiş suları, kuruyup küsmüş türkü söyleyemeyen göl sazları, ötmeyen kuşları yarılıp çatlamış toprağıyla sanki nasırlı ellerini gökyüzüne açmış yoksul çaresiz bir köylü görünümündedir “SEYFE GÖLÜ KUŞ CENNETİ”, çağlayanlar dizisi; KANLI GÖL…
Birinci kitabım, “USTA VURULDU”ya kapak fotoğrafı olan bu doğa şaheserlerinden Seyfe Gölünü, Kanlı Göl’ü şimdi, sadece fotoğraflarını gösterip anlatacağız çocuklarımıza, torunlarımıza…
Sadece beş hafta kaldığım Türkiye’de kendi görüp yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. İç Anadolu’nun çölleşmesinden, dolayısıyla Türkiye’nin doğasıyla, ekonomisiyle, kültürüyle, insan birlikteliğiyle gelenek görenekleriyle birlikte yağmalanmasından bahsettim. Bu gördüklerimi, hissettiklerimi yıllarca önce şimdi yerinde olmayan Arap ülkelerinde bire bir hissederek yaşamıştım. Tıpkı onlar da şu an bizler gibi tepkisiz, sorgusuz seyretmişlerdi bu fırtına öncesinin sessizliğinde…
Yakın zamanda kendine ihanet ettiğimiz doğa, kendi yöntemiyle, felaketleriyle intikamını alacaktır.
Saygılarımla…