Doğayı katlettik. Doğayı mahvettik. Doğanın gizemlerini açığa çıkarıp miras yedi gibi ortalığa saçtık. Ulaşılmaza ulaştık. Görünmezi gördük, duyulmazı duyduk. En yakınımızdan başladık… Daha yakın yıllara kadar elimizde değneklerle, köpeklerle yaptığımız avı, otomatik silahlarla hayvanların kökünü kuruturcasına yaptık. Katliamlarımızı arabalarımızın bagajına serip kasılarak poz verdik. Yemediğimiz halde yabandomuzlarını vurup başında zafer işaretleri yaptık. Sanki bir histeri nöbetine tutulmuştuk, hayvanın kaçmasına fırsat vermedik… Gözümüz döndü, avcılığın kurallarını çiğneyip, öldürdükçe zevk aldık, zevk aldıkça öldürdük. Kuşların sığındığı dalları kırdık. Avı spora araç olmaktan çıkarıp, katliamımızın aracına dönüştürdük… İki çekerli, dört çekerli arazi vitesli CİPLER edindik. Ulaşılmaz sanılan dağlara ulaşıp, girilmez sanılan inlere girdik. Mevsimli, mevsimsiz denizlerin dibini TROL’lerle tarayarak, balıkların yumurtalarına kadar toplayıp EGO’muzu tatmin ettiğimizi sandık…
Yer üstündekiler yetmedi, kazmalarımızı yer altına vurduk. Orada kendi halinde yaşayan böcekleri, dışarı çıkarıp, yılanların yuvasını bozduk, pazarlarda sattık, yedik… Her hayvanın doğal ortamı bozulduğunda kendini savunma içgüdüsüyle hareket ederek, kendine özgü savunma silahını kullanacağını hiç düşünmedik… Karıncalar kendilerini korumak için nasıl sıvı püskürtüyorsa, kokarcalar koku bırakıyorsa, yılanlar akrepler nasıl zehir kusuyorlarsa, yarasaların değişik böceklerin VİRÜS bırakabileceğini, doğal düzenin bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğunu, bu halkalardan birinin bile bozulması halinde doğal dengenin de bozulup, küresel ısınma nedeniyle iklimlerin değişeceğini, büyük feleketlerin peş peşe gelebileceğini gözardı ettik. Öyle ya, her şey insan içindi! Oklarla yaylarla başladığımız savaşları, toplu ölüm kusan füzelere, bombalara dönüştürdük…
Emperyalistler, Dünyanın tek hakimi olmak istiyorlar. Bir yandan hastalıklar yayarken öbür yandan onun ilacını satıyorlar… Dünyayı, bölgeleri, ülkeleri ekonomik, sosyal, sınırsal olarak yeniden dizayn etmek amacındalar. Tek dilli, tek dinli, tek uluslu bir dünya yaratmak peşindeler. Ülkelerin yönetimine kendilerine hizmet edecek, kişiliksiz, kimliksiz, onursuz, bilgisiz, donanımsız insanları getirdiler, getiriyorlar. Artık ülkeleri elde etmek için oralara kendi askerlerini göndermiyorlar. Kiralık ordular kiralık askerler hizmetlerinde… Girdikleri ülkelerde yönetime getirdikleri adamları aracılığı ile her türlü üretimi durdurdular. Artık ne bir fabrika bacası tütüyor, ne de kırmızı, yeşil sarı mavi nazar boncuklu traktörler hububat ekip çizgi çekiyor, ne de o ülkelerin otlaklarında gözleri sürmeli alınları akıtmalı inekler otlayıp süt veriyor… Ülkelerin yüzlerce yıllık birikimlerini, deneyimlerini, fabrikalarını, kültürel, sosyal birikimlerini, hatta ve hatta ordularını, ordularının mahremiyetini dağıtıp, kendilerine bağlı hale getirdiler…
Dünya ve ülkeler büyük bir dönemecin eşiğindedirler. Küçücük bir VİRÜS dünyayı allak bullak edip tüm dengeleri değiştirecek gibidir. İnsanlar sokağa çıkıp işe gidemez durumdadırlar. Tüm dünyada üretim durmuş, işten çıkarmalar başlamış, küçük esnaf dükkanının kapısına kilit vururken yevmiyeyle geçinip günübirlik yaşayan insanlar çoluk çocuk açlığın pençesindedirler… Süre uzadıkça bu açların sayısına binler, milyonlar eklenecektir. Tarım, Turizm, Sanayi zaten bitik durumdadır. Tarımda bu felaket öncesi ekilebilen araziden çıkan mahsul çiftçinin elinde kalacak belki de devlet dahi bu ürünleri alamayacaktır… Miras yedi hükümetler dışardan borç para bulamayacaktır. Çünkü her ülke aynı felaketle karşı karşıyadır… Kıtlığın sonu açlığı getirecek, artık nutukların karın doyurmadığını gören açlar sokağa inecek, ülke kaosa sürüklenecek hükümetler gösterileri bastırmak için SIKI YÖNETİM ilan edip, zor kullanacaktır…Dünya ve ülkemiz günümüze gelinceye kadar defalarca doğal felaketler doğal afetler, salgınlar geçirerek milyonlarca insanını kaybetmiştir…
Bu felaketlerden birisi de kıtlıktır. 1873-1875 yılları arası, Kırşehir, Ankara, Yozgat, Çankırı, Sivas il ve ilçelerinde on binlerce inşa açlıktan ölmüştür. O zamanlar Kırşehir’in ilçesi olan Keskin’in 170 köyüyle beraber toplam 52.000. olan nüfusunun 20.000.’i açlıktan ölürken 7000.’i başka yerlere göç etmiştir. Dönem Osmanlı, sebep; Devletin yüksek borç yükü, bitmeyen savaşlar, olmayan üretim, köylüden alınan yüksek vergiler, işsizlik, hane halkı erkeklerinin savaştan gelememesi, çok yüksek enflasyon, kuraklık…. Ve kötü yönetim…
İnsanlar aç kalmış, açlıktan, açlığın getirdiği hastalıklardan kırılırken 1874 yılında Ankara’dan basiret adlı bir gazeteye mektup gönderilerek, “24 saatte bir arpa unundan yapma bulamaç içiyoruz. Hayvanlarımız telef oldu. Çocukların; ekmek ekmek diye feryatlarına dayanmamızın mümkünü kalmamıştır!* diyerek Padişahtan yardım istenirken, yürekleri dağlayan ‘Ağıtlar’ yakılmıştır… Aşağıdaki ağıt, yöre aşıklarından Hüseyin Sülük’e ait olup,” Baki Yaşa Altınok’un Öyküleriyle, türküleriyle, ağıtlarıyla, destanlarıyla Kırşehir* adlı kitabından alınmıştır.
Sene doksan birde bir kıtlık oldu
Şaşırıp arada kaldık yareden
Açlıkta milletin gül benzi soldu
Tomurcuk gül idik solduk yareden
Irahmet yerine kuru yel eser
Zenginler fakirin dalına basar
Ahali acından kan köpük kusar
Açlıkta üzerlik yolduk yareden
Kıtlık çöktü Kırşehir'e Keskin'e
Kayseri Nevşehir Yozgat üstüne
Kimse bakmaz emmi dayı dostuna
Her birimiz bir hal olduk yareden
Hayvanların derileri büzüldü
Tarla bitmez oldu çiftler bozuldu
Koca Acı Öz'ün suyu kesildi
Susuz Kerbelaya döndük yareden
Cümle insan düştü kendi derdine
Bakmaz oldu horantaya mürdüne
Bir musibet doldu Türkmen yurduna
Günahkarız yolda kaldık yareden
Açlıkta insanın sarardı benzi
Söküldü küreği eğrildi omzu
Yarıldı dudağı kurudu ağzı
Dilleri dönmüyor balçık yareden
Nice köyler vardır baca tütmüyor
Nice evler var ki ekmek etmiyor
Buğdaya fakirin gücü yetmiyor
Zavardan bulamaç kardık yareden
Dört sene üst üste gün güne yetti
Koç yiğit gurbette hasretlik çekti
Nice gelin kızlar hizmetçi gitti
Çaresiz bunaldık kaldık yareden
Hökümet mültezim başında savar
Çarşıya varınca zaptiye kovar
Halini arz etsen yatırır döver
Her tarafta birden yandık yareden
Hüseyin'im der ki halimiz yaman
Padişahım imdat eyle el aman
Rezzak'sın isminde ver Kadir Mevlam
Sığındık kapına vardık yareden.
Dönem o dönem yıl o yıl değildir. Erinde geçinde elbette bu VİRÜS’ün aşısı bulunup zengin fakir, inançlı inançsız, bizden bizden değil, ünlü ünsüz, güzel çirkin ayırımı yapmayan bu lanet felaket elbette önlenecektir. Ancak artık gerek kişilerde gerekse devletlerde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; “Alışkanlıklar, yaşam tarzları, yönetim şekilleri, yaşam öncelikleri” değişecektir… Bu VİRÜS olayı adeta bir doğal selection; (eleme, ayıklama) olacak; “Bünyesi güçlü, bağışıklık sistemi sağlam olan insanlar gibi, bünyesi güçlü, bağışıklık sistemi sağlam olan devletler ayakta kalacak, diğerleri tarih sahnesinden silinecektir…”
Dileğimiz bu felaketin kısa zamanda bertaraf edilerek, insanlığın huzura kavuşması yönündedir.
Saygılarımla…