Çin’in toplama kampları Türk düşmanlığının vahşi bir tezahürü olarak işkence üssüne dönüşmüş durumda. En son küçük yaşta bir Kazak kızının “Gitmek istemiyorum, ölmek istemiyorum!” haykırışı eşliğinde zorla bu kampa götürülüşüne dair görüntüler bir kez daha yürekleri dağladı.
Yine son günlerde Çin yetkilileri, barbarlıkta ve hainlikte sınır tanımadığını itiraf edercesine Doğu Türkistanlıların gıdaları helal, haram şeklinde ayırmalarını dini aşırılık olarak ilan ettiler ve bu suçun faillerini kamplara götürüldüklerini ifade ettiler.
Bu kamplarda zorla domuz eti yediriliyor, ne olduğu bilinmeyen ilaçlar ve iğneler uygulanıyor, işkence çığlıklarına, ölümlere, akıl sağlığını yitirenlere her gün bir yenisi ekleniyor, 10 yaşından 80 yaşına kadar insanlar tuvalete bile kelepçelerle, zincirlerle götürülüyor… Kısacası canavarlığın haddi, hududu yok.
Peki, bu kamplar dünyanın gözü önünde insan haysiyetini ve onurunu en kesif şekilde ayaklar altına alırken, soydaşlarımız Türk olmanın bedelini ve cezasını en şiddetli taciz ve tecavüzlerle öderken, çoluk, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek demeden bu aşağılık zulme maruz kalırken UNICEF, BM İnsan Hakları Komitesi, uluslararası medya kuruluşları, kadın dernekleri, küresel sermayenin fonladığı sivil toplum kuruluşları vb. organizasyonlar ne yapıyor?
Türkiye; kendi milli güvenliğine yönelik tehditlere karşı uluslararası hukukun ve anlaşmaların verdiği yetkiyle Suriye’nin kuzeyinde yuvalanan terör örgütlerine karşı meşru bir operasyon başlatırken zıpkın gibi ayağa kalkarak tek bir sesle “DUR!” levhasını kaldırmayı bilenler, zahirde milyonlarca Türk’e özde ise tüm insanlığın onur ve haysiyetine taarruz eden bu zulüm karşısında; “dut yemiş bülbül” kesiliyor.
İşte “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” ifadesi, başkalarına duyulan bir husumetin tezahürüyle ortaya çıkmış bir slogan değil mazlum ve mağdur biz olduğumuzda, başkalarının sinema filmi izlercesine zulmü ve zalimi seyretmesi acı gerçeğinin bir beyanıdır.
Bu bakımdan değişmeyen hakikat: Dünyada adaletin tesis edilmesi, insan onur ve haysiyetinin muhafaza edilmesi, zalimin Yavuzluğa, mazlumun Yunusluğa muhatap kılınması, çocukların, kadınların, yaşlıların velhasıl tüm insanlığın huzura vasıl olması yalnız ve ancak Türk devletinin ekonomide, teknolojide, bilimde ve teknikte, askeri ve diplomatik tüm alanlarda en güçlü olmasına bağlıdır. Aksi takdirde bu dünya, bir gün, kendi gezegeni üstüne yaşayan tüm insanlığın cehennemi olacak.
MEHMET ALİ ÖZTÜRK’E HÜRRİYET!
Dubai’de eşiyle birlikte katıldığı ticaret fuarında karga tulumba alıkonulan, 11 ay kendisinden haber alınamayan, akabinde Birleşip Arap Emirliği mahkemelerinde Arapça tercüman dahi tahsis edilmeksizin tiyatral bir yargılamayla müebbet hapis cezasına çarptırılan ve cezası temyizde onanmak suretiyle kesinleşen Türk vatandaşı Mehmet Ali Öztürk ne olacak?
FETÖ’NÜN kalemşorları tarafından hedef gösterilen Mehmet Ali Öztürk; Türk devletini uluslararası arenada Suriye ilişkileri üzerinden iftira ve kurgularla itibarsızlaştırma çalışmalarına konu edilmek istendi ancak ihanet şebekelerinin oyunu bir kez daha ayaklarına dolandı.
Yargılama süreci boyunca Mehmet Ali Öztürk’ün Suriye ile olan tek irtibatının Türkmenlere ve tüm mazlumlara gıda vb. yardımlar ulaştırmak olduğu, hayırsever bir işadamı olmanın ötesinde hiçbir irtibatının, eyleminin ve statüsünün olmadığı delilleriyle ortaya konuldu ancak sonuç; sıfır!
Amaç; Türkiye’nin Mehmet Ali Öztürk üzerinden Suriye ile karanlık ilişkiler kurduğuna yönelik bir senaryo ile devletimize yönelik yeni bir algı operasyonu başlatmaktı. Fakat mahkûm ettikleri şahsın bu minvalde hiçbir yönü olmadığı ortaya çıkınca sustular. Lakin olan Mehmet Ali Öztürk’e oldu.
Bir Türk vatandaşının başka bir devlet tarafından evvela tüm teamüllere aykırı şekilde alıkonularak işkenceye maruz kalması ve akabinde önceden hazırlanmış bir kararla müebbet hapis cezasına çarptırılması karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette bekleme lüksümüz yok!
Milletçe ve devletçe bu işin peşini bırakmamak, Mehmet Ali Öztürk’ün memleketine ve yuvasına dönmesi için hukuk, diploması, sivil toplum, yazılı ve yazılı olmayan tüm yöntemleri harekete geçirmek zorundayız!
Aksi takdirde eşini umutla bekleyen bir kadının gözyaşlarının vebalini üstleneceğimiz gibi kendi vatandaşımızın izzetini muhafaza etmekten aciz bir devlet, kendi evladını dünyanın bir köşesinde ölüme terk etmiş gafil bir millet sıfatları, tarih serüveninin bir sayfasında bu vaka için yazılır! Tek temennim böyle bir utanç vesikasını kendi elimizle oluşturmayalım! ..