Yıl 2018, aylardan Ekim… Acı bir haber düştü ülkeye, Tunceli’nin Nazımiye ilçesinde iki asker donarak öldü diye…
Önce düşündüm biz kara kış ayına girdik de benim haberim mi yok, böyle bir şey nasıl olur? dedim. Keşke sadece düşüncemde kalsaydı... Meğer gerçeğin ta kendisiymiş. Ve ufacık bir soğukta üşüyorum dediğim zamanlar gözümün önüne geldi.
http://www.kirsehirhaber365.com/makale/donuyorum-kuzum/ Bu adresten “Donuyorum Kuzum” adlı şiirimi okuyabilirsiniz. Sadece yazı değil donarak şehit olan bu canlar bana şiir de yazdırmıştı.
VE UTANDIM BİLİYOR MUSUNUZ? Ama benim utanmam hiç kar etmiyor. Keşke bu olaydan asıl sorumlu olan kişiler utansalardı da bundan böyle bir şeyler yapmayı düşünselerdi. Ya da bu olaydan sonra bari istifa mekanizmasını işletmeyi akıl etselerdi.
Şu ülkede o kadar can yakıcı olaylar oldu da bu bahsettiğim istifa mekanizması bir türlü işletilmedi ne hikmetse… Neler oldu? Dediğinizi duyar gibiyim. Neler olmadı ki…
Daha geçen yıl Manisa ve Kayseri’de askerlere yandaş yemek şirketlerinin getirdiği sonradan anlaşılan yemeklerden yiyen onlarca askerimiz zehirlendi,
Kurban Bayramında Brezilya’dan getirtilen hayvanlarda şarbon hastalığı çıktı ve maalesef bu etler Türkiye’de kesilip dağıtıldı,
İŞİD tarafından iki askerimiz yakılarak şehit edildi,
Bütün bu olanlara rağmen, askerlerimizin yaşam koşulları, bizlere verdiği hizmetin karşısında sıfırın altında seyretmektedir desem çok da abartmış olmam açıkçası.
…….
Bütün bu olanlardan sonra herkes sussun, ülke sussun, dünya sussun… Bu üzgünümler, ağlamalar (Bazıları timsah gözyaşları), üzüntülü mesajlar hem de mesajın en anlamlısı dahi olsa, var ya hepsinin canı cehenneme olsun.
Bunların hiç biri o iki yiğidi geri getirmeyecek. O çocukların ölümünden devlet kadar o mesajları yazan, evinde gerçekten gözyaşı döken, içtenlikte üzülen, üzülmeyen, sıcacık yatağında yatan, “Bu akşam hangi dizi var” deyip televizyonun karşısına kurulan hepimiz ama hepimiz sorumluyuz.
Nasrettin Hoca’nın testi hikâyesini bilirsiniz. Testi kırılmadan önce davranışlarımıza çeki düzen vermeliyiz, testi kırıldıktan sonra kar etmez bunu biliyor olmamız gerekmez mi?
…….
İlk yapılan yanlışta, haksızlıklarda, suçlarda sesimizi çıkarmış olsaydık bugün bu iki askeri kaybetmeyebilirdik.
Örneğin askerlerle ilgili olduğu için oradan gidelim isterseniz. Şu üst üste olan zehirlenme vakasına değinmek istiyorum. Bu olayda asker aileleri başta olmak üzere tepkimizi göstermemiz gerekirken hiç kimse yapmadı bunu. Bu büyük bir suçtu, belki topluca askerimizin öldürülmesi planlanıyordu. Burada sesimizi ne kadar yükseltirsek karşı tarafa o kadar çok geçer. Haklıydık ama asker aileleri da dahil bizler ne yaptık, susup oturduk.
İşte o ilk yanlışta tepki gösterilmediği için bu iki asker bugün donarak öldü. Soğuktan koruyan kamuflaj giysisi soğuğa uygun değildi, ya da o soğukta onları orada tutan komutanın kafası iyi değildi kim bilir.
Velhasıl kelam yılanın başını küçükken ezeceksin azizim. Yılan büyüdükten sonra zor olur, hiçbir şey yapamadığın gibi seni ne zaman sokacak diye bekler durursun.
Bekâra karı boşaması kolay misali, nasıl olsa o CANLAR onların değil, onlarınki ya çürüktür, ya askerliğini bedelli yapmıştır, ya da yurt dışında okuduğu/olduğu için bir şekilde askerlikten yırtmışlardır. Ele değen saman çuvalına değer gibi yani…
Bu durumda na’pıyoruz, kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz sevgili dostlar. Hiç kimseden fayda yok, korkunun ecele faydası da yok, bunu da çoktan öğrenmiş olmamız lazım değil mi?
Özellikle zarar gören, mağdur olan, gazi ve şehit aileleri birlik olmalılar ve arkalarına onlarca insanları da alarak tepkilerini koymalılar diyorum. Türk askeri yok oluyor, tek tek veya toplu bir şekilde yok edilmeye çalışılıyor görmüyor musunuz?
Bu konuda bütün olanları düşününce pek de haksız sayılmam... Şehitlerimizin kanıyla sulanarak aldığımız topraklarımızın pervasızca, ortada savaş olmadığı halde yabancılara satıldığını gördü bu gözler…
Ey Türk Milleti! titre ve kendine gel!..