Dünya hayatı bizi aldatmasın!

Abdullatif Acar

“Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.  Ahret yurdu ise elbette ( asıl yaşanacak)ebedi hayat odur, keşke bilselerdi”(Ankebut, 64)

Başka bir ayetinde de yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Ahrette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.”( Hadit,20)

Bu ayeti kerimede belirtildiği gibi dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.  Herkesin bir rolü var bu dünya sahnesinde.  Herkes bu rolünü en iyi şekilde oynamanın telaşında olduğu kadar ihtiraslarını dizginlemeyip rol kapmanın heyecanını da yaşıyor. Sahip olduklarıyla yetinmiyor.  Varlıklarına varlık katmak, makamını ve mevkisini ı daha büyük makam ve mevkilerle değiştirmek istiyor. Nüfusuyla övünüyor, itibarıyla kar edeceğini zannediyor.  Bütün bunları yaparken asli görev ve vazifesini unutuyor.

İnsanın Asli görevi yüce rabbine kulluktur.  Ne ile meşgul olursa olsun bir insan, asla bu dünyaya geliş gayesini unutmamalı, tali vazifelerini asli vazifesinin önüne geçirmemeli. 

Ayeti kerime dünyayı tarif ederken insanın dünyaya bakışını değiştirebilecek, onun anlayacağı şekilde, hakikati en güzel bir şekilde nazarlara sunuyor.

Malumunuz oyun geçicidir, bir anlık hevesle oynanır. Özellikle çocukların vazgeçilmez meşguliyetidir oyunlar. Onlar olgunlaşmamış dimağlarıyla fıtratlarında olan bu isteği yerine getirirlerken de gerçek hayatı bir anlamda anlamaya çalışırlar. Çocuğun masumiyeti oyunu gerekli kılarken büyük insanlar akıllarını kullanıp bir çocuğun davrandığı gibi davranamaz, onun hayatı ve gözüyle dünyanın yaratılış gayesini yorumlayamaz.

Çocukken,  hatırlarsınız oyuncakların pek olmadığı dönemlerde, topraktan dağlar tepeler yapardık, açtığımız yollarda kara lastiklerimizi otomobil gibi kullanırdık. Çamurdan evler inşa ederdik. Öğretmenciliği oynamayı çok severdik. En iyi bilgili öğretmen diğerlerini öğrenci kabul ederdik. Baba rolünde,   amca, dayı rolünde olanları belirlerdik.  Ciddi ciddi oynar, bundan zevk alırdık. Sofra kurardık; taştan, topraktan, yapraktan yemeklerle donatırdık.  Neyse ki akşam olunca karanlık çökünce annemiz pencereden “hadi yavrum akşam oldu, eve gel baban geldi sofrada seni bekliyoruz” diyerek gerçek hayata davet ederdi.

Hiç unutmam o kadar zahmetle kurduğumuz düzeni bir tekmeyle yıkar eve koşardık. Herkesin rolü biterdi.  Film son bulmuş perde kapanmış gibi ağzımızda bir tat günümüzde bir anı olarak kalırdı oyunlarımız.

Ancak dünya hayatına kendimizi kaptırıp gerçeklerden ve asıl hayat olan ahretten gafil bir hayat sürer isek yazık etmiş oluruz.   Ömür bitip ruhumuzu teslim ettiğimizde yüce Allah her şeyden hesap soracak. Kul olarak gönderildiğimiz dünyadan getirdiklerimize bakacak.

Dünyanın cazip ve süslü hali, çekici ve ayartıcı özellikleri insanın ihtiraslarına hitap ediyor. Nefis ve şeytan buralardan bir yol bulup insanı aldatıyor.

Öyle ise dünyada kalacağımız kadar dünyaya ahrette kalacağımız kadar ahrete çalışmalı,   Dünyada misafir olduğumuzu unutmamalıyız.

“Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara.”  Diyor yunus emre.  Dünya bir pazardır neyi alıp sattığımız önemlidir. Ne için yaşadığımız önemlidir.

Hani derler ya  “Dünya, insana işmar eden, cilveleriyle aldatan, kandıran bir gelin gibidir. Ancak kimseye yar olmamış kimse ile evlenmemiştir.”

Bütün bunlara rağmen dünyadan el etek çekmek gibi bir şey de söz konusu değildir. Belki dünyayı ahrete hizmet etme aracı olarak bilmeliyiz. Dünyayı ahretin tarlası olarak görüp ahret için yatırım haline getirmeliyiz. İşte o zaman dünya kıymetli hale gelir.  Yani mümin dünyayı sırtında taşıyarak o dünyaya ait sıkıntı elem, üzüntülerin altında ezilen, malın mülkün hizmetçisi durumuna düşüp onun kölesi gibi yaşayan değil, onu ebedi âlem için hizmet aracı haline getiren insan olmalı.

Peygamber efendimiz şu uyarısıyla bitirelim:

“Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.”

Selam ve dua ile…