Dünya ünlü hocalarımın önündeydim (3.yazı)

Eflatun Neimetzade

…Bir hafta izin aldım ve Leningrad’a (Saint-Petersburg`a) Diploma Temsilimi savunmaya gittim. Bölümde bayram havası vardı. Tanıdığım her kes beni kutluyordu. Hocalarım, öğrenci arkadaşlarım beni savaştan dönmüş kahraman gibi salonda karşıladılar. Duygulandım ve sevinçten gözlerim sulandı. Rejissör arkadaşım Natalya Rudakova beni yine kucakladı ve öğrenci-rejissör dostlara: -Yeter artık, arkadaşlar, Eflatun duygusal ve naziktir, yine gözleri sulandı, lütfen, yeter artık bu tezahürat…” Aktörlük Sanatı Hocam Yuriy Sobolev yaklaştı, beni kucakladı:

-Ne oldu yine Eflatun, sen gerçekten de kahramansın. Kocaman bir temsil sergiledin, ben Bölümde her kese anlattım o harika temsilini… Yazda ise Leningrad’a turneye getirecekler, hepimiz o harika temsilini bir daha burada izleyeceğiz” dedi.

Bölümde temsilimi tartışmak için tüm Hocalarım toplanmışlardı. Komisyon önüne aldılar beni. Rektör, Prof. Pavel Serebryakov’u da davet ettiler. Dekan, Doç. Margarita Sluskaya ve Bölüm Başkanı Prof. Emil Pasınkov yan-yana oturmuşlardı. Rejisörlük Hocam, Prof. Dr. Boris Pokrovski’nin yazılı mektubu vardı. İzinliydi, gelemedi. Telefonda beni kutladı:

-Sen Eflatun, başarılı Öğrencimsin. İnatçısın, istediğini almaya cesaret ediyorsun. Çok çalışkansın. Çalışan insanlar hep başarılı oluyorlar. Seni kutluyorum. Ne yazık ki gelemedim. Rahatsızım. Seni öpüyorum ve evde bekliyorum. -Sizin ziyaretinize mutlaka geleceğim, Boris Aleksandroviç. -  Moskova’ya geleceğimi telefonda Hocama söyledim.

İLK SÖZÜ REKTÖR, PROF. PAVEL SEREBRYAKOV ALDI:

-Odama ilk gelişinde sinirli ve sabırsız olduğunu fark ettim. Sonra sakinleşti ve şöyle dedi:

-Ben uzun bir yol geldim: ben sınav vermek istiyorum; bölümde beni dinleyen olmadı… Bana lütfen sınav yapın, -dedi. Cesaretli olduğunu sevdim. Rejisörde cesaret, hüner olmasa bu işi yapamaz. Hemen Margarita’yı aradım, Komisyonu topla, sınav yapın. Ben de sınavda olacağım, dedim. Çok başarılı bir sınav verdi. Beş saat sınav verdi önümüzde. Sanattan yüksel puan aldı ve ben, Eflatunu tüm öteki sınavlardan muaf tuttum. Elbette ki, sevdim bu Kafkaslı genci. Şimdi de Sobolev diyor ki, muhteşem bir temsil sergilemiştir. Buna en çok sevinen benim. Ben o zaman onu nasıl sevdiysem, şimdi Eflatunu evladım gibi daha çok seviyorum. Hiç unutmam, Sverdlovsk’tan onu geri çağırdık. Odama geldi. Ona baba nasihati verdim, vatanına git, seni talep ediyorlar, dedim. Kabul etti. Şimdi de büyük bir başarıyla temsil sergilemiştir. Bakınız, yıllardır dolapta Borodin’in Arşivi duruyor ve bizlerden hiç kimse Epilogun elyazısını bulamadı. Eflatun bulup önüme getirdi. Arkadaşlar,  tüm Sovyet Operalarında Borodin’in operası ilk defa Eflatun’un rejisi sayesinde orijinal haliylee sergilenmiştir. Bu Konservatuarımızın, Bölümümüzün, tüm müzik dünyasının başarısı sayılıyor. Bu aynı zamanda siz Hocaların ve kiyletli dostum, Pokrovski`nin de başarısıdır. Bakın, devamlı araştırmalar yapıyor, makaleler yazıyor, ne güzel. Tam donanımlı bir öğrencimiz yuvamızdan uçup gidecek sanat ortamına. Ne mutlu bize. İlk adımında bizleri onurlandırdı. Seni kutluyorum, Eflatun”, dedi, yaklaştı, kucakladı beni… Sonra yüzünü Komisyona tuttu ve şöyle dedi:

-Rejisörün de işi bu olmalıdır. Vatanı için iyi bir uzman yetiştirdiniz. Bütün Bölüm Hocalarını kutluyorum. Pokrovski beni aradı ve Eflatun hakkında çok gözel sözler söyledi.  Bak, Eflatun, burası senin evindir, unutma. Her konuda sana yardım etmeye hazırız. Bir daha tebrik ediyorum seni. -Kalktı, alnımdan bir daha öptü, Komisyondan özür diledi, gitti makamına.

Bakü Operası, “Prens İgor” Operasının sahne provaları. Ortada rejisör, Eflatun Neimetzade. Yıl 1975.

PASINKOV BENİ İLK GELDİĞİMDE SEVMEDİ…

Bölüm Başkanı, Devlet Sanatçısı, Prof. Emil Pasınkov da güzel şeyler söyledi ve şöyle bitirdi:

-Ben seni tanıyamadım, hatta başvuruyu bile geri çevirdim, ilk geldiğinizde. Ama sen kendini savuna bildin, ispatladın, bizlere mat dedin. Hepimiz yanıla biliriz. Sen ise beni bile şaşırttın, büyük başarıya ulaştın. Ben de Bölüm adına gururluyum. Bir gün Bolşoy Operasındaydım.  Pokrovski’nin odasına gittim ve sen dünya ünlüsü ile ders yapıyordunuz. Pokrovski seninle baba evlat gibi konuşuyordu. Hatta kitaplarını sana yazıp hediye etiğini gördüm ve sevindim. Çünkü sen bizim Öğrencimizsin ve dünyanın en büyük rejisöründen sanatın sırlarını öğreniyorsun. Daima yükseliyorsun. Her yerde senin inatla çalıştığını görüyordum. Piyano dersi alıyordun, müzikoloji, opera dramaturgisi ve bütün derslerin sana büyük faydası olduğunu görüyoruz. Haftada iki gün trenle Moskova’ya derslere gidiyordun, bunu her Öğrenci yapamaz. Çünkü sen kendini daima pekiştiriyordun. Sonuçta hepimizi hayran bıraktın ve beş yılın sonuna geldik. Zahmetinle, başarılarınla bizim ve rektörlüğün sevgisini kazandın. Seninle kurur duyduğumuzu bilmelisin. Rejisör olmanın nasıl bir yüklü zorunluluklar getireceğini “Prens İgor” temsilinde gördün ve his ettin. Hocan Pokrovski’nin sana vermiş olduğu kitaplarda okumuşsun. Pokrovski sana söylemiştir, büyük ve zor bir alanda hizmet vereceksin. Rektörümüz de söyledi, burası gerçekten senin evindir. Her konuda evine gele bilirsin, sana her konuda her zaman yardım edeceğiz. Sen evimizin altın üyesisin ve kalbimizde özel yerin vardır. Bizleri de unutma. Gelişine sevineceğiz... –Sonra kalktı ve beni ilk defa kucakladı…

Sluskaya Hocamın gözleri sulanmıştı, mendiliyle aralıksız gözyaşlarını sildiğini gördüm, içime ateş sıçradı sanki. Gözlerime ateş sıçradı, dayanamadım... Ben de bu sözlerden duygulandım. Bu yıllar içinde Hocalarım beni evlatları gibi sevdiler, efsunladılar. Özellikle, Sluskaya Hocam benim ikinci annem oldu, devamlı benimle ilgileniyordu. Pokrovski’nin derslerde söylediklerini teker-teker detaylı olarak soruyordu, not ediyordu ve Hocamın üslubuna uygun derslerimize devam ediyordu. Annemi, babamı, kardeşlerimi soruyordu. Sanki mini kuştum ve yuvadan uçmaya hazırlanıyordum. Mendille gözlerimin yaşını sildim ve konuşamadım.

Pasınkov sert insandı, beni önceleri sevmezdi, fakat üçüncü sınıfta yaklaşma his ettim. Sınavlarımda kutluyordu. Ama başka Hocalar gibi bana sıcak değildi. Hep mesafe saklıyordu. Fakat bu günkü konuşmasından etkilendim. Baba şefkatini his ettim.

Sonra İsak Glikman söz aldı. Hocam yedi dil biliyordu, Yunan yazarlarını orijinalden okuyordu. Moliere’nin piyeslerini Fransızca okuyor, anlatıyordu. Derse başlamadan önce M’D-as diyor, başlardı. Ben bu sözü pek çok yerde tekrar ediyordum. “M” harfini az uzatıyordu, sonra çekiç gibi M’Das, derken, hepimiz yüksekten gülüyorduk. Çok hoş ve tatlı söylüyordu. Bir gün koridorda öğrencilerle taklit ettim kendisini ve aniden yan oda açıldı, Dr. İsaak Glikman gülerek bana yaklaştı:

REJİSÖRLÜK BÖLÜMÜNÜN FAVORİ HOCASI İSAAK GLİKMAN`DI

-Bravo, bravissimo Eflatun. Beni çok güzel taklit ediyorsun, bravo sana, - ama da gülüyordu. Ben derhal özür diledim kendisinden. Bir daha yapmam, dedim.

-Hayır, bana çok hoş geldi, yapa bilirsin, - dedi. Kendisine bir daha teşekkür ettim. Ders odasına girdiğinde “Eflatun”, çağırıyordu. Ve ben de kalkıp M’D-as demeliydim, böyle istiyordu. Sonra sınıfa, “Duydunuz mu? Ben geldim”, derdi ve derse böyle başlıyordu. “Tiyatro Tarihi” dersini Koreograf Bölümü Öğrencileri ile birlikte alıyorduk. Her iki Bölüm bir Dekanlığa bağlıydı ve tek Sekreterimiz vardı. Çok da değildik, on kişi. Glikman, hoşlanıyordu benim onu taklit yapmamdan. Çok seviyorduk onu. Samimi, saf ve pırlanta gibi fevkalade bilgili insandı. Çok disiplinli ve titiz Hocaydı. Canımıza okuyordu. Örneğin, Aristafonius’un altı komedisini haftaya ödev veriyordu, teker-teker soruyordu, karakterleri analize ediyorduk. Okumadınsa, bittin, derse almıyordu. Böyle huyu da vardı. Şimdi beni anlatıyordu. Acaba, onu taklit etmemi de söyleyecektir:

-İLK GELDİĞİNDE BENİMLE BULUŞMAMI İSTEDİ, AYNEN ŞÖYLE DEDİ:

-Benden ne istersiniz sora bilirsiniz. Ben Doktora yapmışım. Sizi çok seviyorlar… Başladı konuşmaya. İlk tanışlıkta dikkatimi çekti. Sonra derslerde hep sorular soruyordu. Okuyan, araştıran bir öğrenci olduğunu anladım. Eh, bize böyle bilgili, araştırmayı seven öğrenciler gerekiyor. Geceler çalıştığını duydum. Sordum kendisinden: -Yaşamam lazım, Hocam, haftada üç kere gemide çalışıyorum, yük boşaltıyorum, - dedi. Ama derslerin aksaya bilir, zor değil mi? -Evet, çok zordur, dedi. Ama ne yapayım? Okumak, yaşamak için çalışmam gerekiyor, - dedi. Çok inatçı ve çalışkandır Eflatun. Sonra öğrencilerimizden biri Tiyatro Topluluğunda ona iş buldu, sağ olsun. Popov “Denizaltı Gemi” Kolejinde. O zaman çok sevinmiştim, çünkü mesleğini yapıyordu. İşler rayına oturmuştu.  Ayriyeten, ayda üç, bazen de dört defa Moskova’ya, Bolşoy operasına gitmek; dünyanın sayılı opera rejisörü, Prof. Boris Pokrovski’den ders almak kolay iş mi? Bu onun sanatına ne kadar değer verdiğini nişanesi değil mi? Çok saf bir kalbi vardır, Eflatun’un. Zor şartlarda bile dayanıklı, azim ve cesaretlidir. M-das! (Hepimiz güldük…) -Evet, Eflatun bu gün bizden ayrılıyor. Ama Pasınkov’u tekrar etmek istemiyorum, gerçekten de burası senin evindir. Sen bizleri unutma. Her konuda gele bilirsin, biz seninle vedalaşmıyoruz, sadece bizi Bakü’de temsil ettiğin için sevinçliyiz. Sen ileride çok iyi bir rejisör olacaksın. Buna eminiz. İlk adımın, Hocamız Yuriy Sobolev anlattı bize, çok başarılı ve uğurlu olmuştur. Ne güzel, demek ki, boşuna ders vermemişiz, bizim her birimizi Bakü’de temsil etmekten gururluyum. Sana başarılar dilerim. M’Das! - Konuşmasını öyle güzel bitirdi ki, Komisyonu ve beni hem ağlattı, sonra da güldürdü. Çok köreldim, gözlerimden gözyaşı akıyordu. Vedalaşıyorduk sanki… Aslinde bu bir veda konuşmasıydı… Her kes bunu görüyordu. Sluskaya konuşamadı, çünkü o da ağlıyordu,  manevi annem konuşamadı…

Devamı vardır…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.