“Bugün, ben sana göre bölüme geldim. Hava da güzeldir. Provan var ise gide bilirsin?”
“Yok, yok, ne provası Gara muallim? Sizinle yürümek, konuşmak bana şereftir”, dedim.
“Öyle ise yürüyelim”. Biz Kirov Prospekti ile yürüyorduk. Sonra Hakanı Caddesine döndük. Kenardan her kes bize bakıyordu. Her adımda ona selam veriyorlardı. İnsanlarımız güzeldi, sanat dehasına sevgilerini gösteriyorlardı. Buna seviniyordum: “Pokrovski şimdi Bolşoy’da hanki operayı sergiliyor?” Benden sordu.
“Şostakoviç’in “Katerine İzmaylova” operasını. Ben de hep yanında oturuyorum. “Otur izle”, diyor. Muhteşem bir operadır. Hocam, fevkalade güzel çalışıyor. Provaları muhteşemdir. Bundan önce “Ruslan ve Lyudmila”yı sergiledi. Gara muallim, bu temsili izlediniz mi?”
“Yok, fırsat bulamadım, dedi. Ama yakınlarda gideceğim Moskova’ya. Mutlaka izleyeceğim. Nasıl buldun?”
“Şahane temsildir. Sahnede fantastik sahneler yer alıyor. Hocam sahneye Obua çalan müzisyeni çıkartıyor. Olay oldu, sonunda şef Smirnov Hocaya, “olur” dedi. Bir müzisyen sahnede kostümde ve makyajda Lyudmila için müzik çalıyor… Ama çok da güzel olmuştur. Muhteşem temsildir. Keyif alacaksınız Gara muallim. Lütfen, gidin izleyin”.
“GRİGAROVİÇ TAZE BALE SERGİLİYOR MU?”
“Son olarak “Romeo ve Cülyet” balesini sahneledi. Onun da provalarına zaman bulup gediyorum. Şahane çalışıyor. Güzel temsildir. Baleyi dramatik oyun gibi sergiledi. Adeta bir dram, trajedi izliyorsun. Çok güzeldir. Gara muallim opera yazmayı düşündünüz mü? Çok güzel olurdu”.
“Doğrusu düşünmedim. Senfoniyi daha çok tercih ediyorum. Opera zor bir iştir”.
“Bale yazmak da kolay değil Gara muallim. “Yıldırımlı Yollarla” balesi klasik bir örnektir, bir dünya balesidir. “Yedi Güzel” baş Tacımızdır. Her bestekâr bunu yazamaz. Yanında bir opera yazmış olsanız, inanın, her şeyi bırakıp onun üzerinde sevinerek çalışacağım. Ben sizin musikinizden tiyatro oyunları için devamlı yararlanırım. Sizinle kurur duyuyorum, Gara muallim. Bir az önce bakana söylediklerinizi duydum, duygulandım doğrusu. Beni hep Rus, Yahudi hocalarım savundular. Şimdi de siz babalık yaptınız, bana siper oldunuz. Çok sağ olun…” Aniden durdu. Bana baktı. Yüzünde sihirli, şairane bir gülüş vardı.
GARAYEV, YENİ OPERA YAZMAYI DÜŞÜNÜYORDU
“Opera yazmayı düşüneceğim. Sen ise rahat ol. Seni hep savunacağım. Bir problemin olsa telefon et bana. Başarılar dilerim. Provalarını kutluyorum… Ben geldim. Eve kalkalım mı?”
“Hayır, çok sağ olun, size zahmet verdim, Gara muallim. Allah sizi korusun. Her şey için minnettarım”. Elimi sıktı, evinin bloğuna girdi. Dönüp sevine-sevine Deniz kıyısına doğru, bulvara gittim. Bir soğut ağacın altında, bankta oturdum. Denizin sakin dalgalarına bakmaya daldım. Ufukta Güneşin şualarını izledim. İçimde kurur ve sevinç duyguları dolaşıyordu. Büyük bir insanla, deha bestekârla görüşümün saniyelerini düşünüyordum ki, o anları unutmayım. Bakana telefon etti, beni göklere kaldırdı. Sanat konularını konuştuk. Ben bu günümü çok uğurlu bir gün olarak görüyorum.
Çok-çok sonralar, Bolşoy Opera ve Balesi’nde çalıştığım yıllarda da büyük bestekârla Moskova’da birlikte Moskova sokaklarını dolaştığım günlerin anılarımı ayrıca yazacağım. Şimdi ileriye kaçama yapmayacağım ve bu günkü mutlu anılarımı hala yaşamak istiyorum.
MİRZE MUALLİM’İ İKNA EDEMEDİM
Opera Tiyatrosuna geldim. Rauf’un odasına girdim. Beni görür görmez:
“Nerdesin ay Eflatun, telefon etmiyorsun, gelmiyorsun. Nerelerdesin, söyle?”
Oturup nefes aldım.
“İki gündür buradayım. Sabah Gara muallimle buluştum, şimdi de senin yanındayım, bu kadar”.
“Gara muallim bana her şeyi anlattı. İşler yolundadır. Ne zaman başlıyorsun provalarına? Oturup plan tutmalıyız. Geziyorsun kendin için. Ay seni… Azer ( Rzayev) şimdi odamdaydı. Bu gün Gara muallimin odasına gitmiş ve Gara muallim onun iyice dersini vermiştir.
“Nasıl müdürsün ki, bir operanın sergilenmesini organize etmeyi başarmıyorsun, demiş ona. Risman kim oluyor genç rejisörümüzün rejisine karışıyor, demiş? Sen Risman’ı odana çağırıp onunla neden konuşamıyorsun, Azer? Genç rejisörümüze mani oluyor?” Azer baya yıpranmış ve seni aktarıyor. Kısacası Azer’in iyice dersini vermiştir”. Telefon çaldı. Rauf derhal desteyi aldı.
“Evet, yanımda. Buyurun kendisiyle konuşun, dedi desteyi uzattı bana: Azer, seni arıyor”.
“Salam, Azer muallim! Evet, dinliyorum. Rauf muallimle provaların planını tutuyoruz. Yarından başlayacağım. İşe devam diyorum. Bakan seni acil çağırıyor? Hemen, şimdi?” Peki, dedim, gidiyorum yanına”.
“Bakan beni istiyor. Acildir, gitmeliyim. Hemen git diyor”.
“Bakandan sonra bura gel. Bekliyorum. Plan tutmalıyız. Genel provaları yazmalıyız…”
“Bende her şey hazırdır. Gelip birlikte bakacağız”.
“Bak a, bekliyorum dok-doğru yanıma gel? Önce bana gel. Sonra Azer’e gidersin”.
“Pekâlâ, Rauf, sana geleceğim”. Kalktım. Müdürün arabasına atlayıp bir başa bakanlığa gittim.
Bakan, Zakir muallim güler yüzle karşıladı. Âdetiydi, misafirini kapı önünde karşılardı, sonra masa arkasına geçer, otururdu. Bu seferinde tam önümde oturdu. Her halde ciddi bir şey soracaktır.
ZAKİR BAĞIROV MÜKEMMEL İNSANDI…
“İşlerin nasıl? Provalara başlıyorsun, değil mi?
“İşler yoluna düşüyor. Yarın provama kaldığım yerden devam edeceğim”.
“Leningrad’a nasıl gittin? Dekorları başladılar mı? Hocalarınla konuştun mu?”
“Dekoru başlamışlar. Atölyelerde sadece “Prens İgor’un dekorları yapılıyor. Her şey çok iyi gidiyor. Marinsk Operasının Başrejisörü, dostum Roman Tihamirov kendisi denetliyor dekorları. Çok nefis hazırlıyorlar”.
“Gara muallimle dün görüşmüşsün, haberim vardır. Her şey yolundadır. Ne zaman temsili göstereceğiz? Planını tuttun mu? Bestekârın el yazısını bulduğunu duydum. Gara muallimle akşam seni konuştuk, dedi. Buna çok sevindim. Aferin sana. Konuş, dinliyorum”.
Bakanın her şeyden haberi olduğunu anladım ve sırayla olayı detaylı anlatmaya başladım. Her şeyi tek-tek anlattım, planımın olduğunu söyledim. Rauf’la bu gün temsilin çıkış gününü netleştireceğimizi, söyledim. Hocalarım, Pokrovski ve Dmitriyev’in mektuplarını Gara muallime verdimi de hatırlattım. Yani bir engel olmasa Mart ayında temsili göstereceğiz.
“Çok güzel. Ne sıkıntın olsa bir başa yanıma gel, çekinme… Sana bir görev veriyorum. Dinle, yazarımız, Mirza İbrahimov’un kızı bestekâr Sevda İbrahimov’a bana geldi. Opera yazmıştır ve senin bakmağını istedi. Ona senin çalışmaların olduğunu anlattım, şimdi mümkün değil, daha sonra ola bilir, dedim. İlla senin bakmağını istiyor. Sen baka bilir misin? İmkânın var mı? Senin büyük çalışmaların olduğunu söylesem de el çekmedi. Bir tuhaf kızdır. Mirze muallim de beni aradı, rica etti. O da illa senin bakmağını istedi ve rica etti”.
“Zakir muallim, ben şimdi bakamam ki? Kafamı kaldıramıyorum. “Prens İgor”dan savayı hiç ne görmek istemiyorum. Masama getirmiş olsa bile bakamam. Ayrıca sırada “Leyli ve Mecnun” vardır. Mehti muallim rica etti, “birlikte sergileyelim”, dedi. Bana, “Sensiz yapmam, dedi. Hem Hocam olmuş, hem de meslektaş gibi rica etti. Ayrıca Memmed Guliyev’in “Aldanmış Yıldızlar” operası beklemededir. Rauf’la birlikte bestecinin evine gidiyor, müzik dinliyoruz. Belki sonra ola bilir. Lütfen, şimdi hiç bakamam, Zakir muallim. Zaten ben sizin emrinizdeyim. Eyyup Fataliyev ile Leningrad’a gitmeliyiz. “Lenfilm’den Poloves ve askeri kostümleri alıp getireceğim. Filmin rejisörü Roman Tihamirov’la dostam, senin için her şeyi yapacağım”, sözünü verdi. Orada yapılan dekorlarımın yapımıyla yakından ilgilenir. Bana, “Sadece resmi yazı getir yeter, kostümlerin tümünü alıp sana vereceğim”, dedi. Zakir muallim, bu arada benim menzil konumu da gündeme alın, lütfen”.
“Menzil hakkında yazıyı gönderdim yukarıya. Cevap bekliyorum. Oldu mu? “Lenfil’me yazı yarın hazır olacak, gel al götür. Kostümleri getirmen çok isabetli olacaktır. Bak Flatıun, Sevda’nın operası hakkında kimse bilmesin. Ben kendisiyle bir daha konuşacağım. Mirza İbrahimov rica ediyor ve illa senin sergilemeni istiyor…”
Resimde: “Prens İgor” operasının sahne provalarında. Yıl 1974.