İNSAN VE TOPLUM ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER-VIII
Bu yazımda “Eğitim ve Öğretim” üzerine görüş ve düşüncelerimi sunmak isterim. Geçmiş haftalarda da “ahlak ve edep, çevre koruma ve çevre kirliliğini önleme ve aile yapımızın ve çocukların korunması, devlet yönetimi, dil ve edebiyat ile benzeri başlıklardaki” görüş ve düşüncelerimi sizlere sunmuştum. Bu hafta çok önemli bir hususu sizlerin dikkatine sunacağım. Haydi hayırlısı.
1-EĞİTİM, ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMEN DENİLDİĞİNDE AKLIMA İLK GELENLER
Bir eğitim yılının daha başındayız. Akıp gidip zaman içerisinde, bir eğitim yılı daha geride kaldı. Ve yeni bir eğitim yılı başladı. Bu yıl biraz hızlı mı geçti ne? Tabii, yılların hızlı ya da yavaş geçmesi mümkün değil. Güneş, Dünya ve ay kendi yörüngesinde her zamanki gibi ve her zamanki hızda akar gider. Hepsi de kendilerine gösterilen yörüngede hareket ederler ve kendilerine verilen görevlerin bir saniye bile dışına çıkamazlar. Kainatta özgür bırakılan yalnız insandır.
Kainatta özgür bırakılan işte bu insan eğitime muhtaçtır. Belirtmeye dahi lüzum yoktur ki, eğitim çok çok önemlidir. Eğitim ekmek ve su kadar gereklidir. Peki bu kadar önemli bir husus Ülkemizde gerçekten aynı önemde ele alınıp da düşünülüyor mu? Maalesef bu soruya “evet” cevabını veremiyorum. Çünkü, manzara aşağıdaki gibi.
Evet, eğitim denildiğinde ne anlıyoruz? Ya da eğitim denildiğinde Dünyanın çeşitli Ülkelerinde yaşayan insanlar ne anlıyor, Türkiye’de yaşayanlar ne anlıyor? Sizi bilmem de ben eğitim denildiği zaman “acımasız bir rekabet” anlıyorum. Öyle bir acımasızlık var ki, ilk yüzde 3’e gireceksin deniyor. Peki son %97 ne olacak? Ya da ilk %10’a gireceksin. Peki, son %90 ne olacak? Cevabı çok açık. Altta kalanın canı çıksın durumları.
Sizi bilmem eğitim denildiğinde benim aklıma “elek” geliyor. Çok az birileri eleğin altında kalıyor, çokları eleğin altına düşüyor. Eğitim sanki “adam yetiştirme sanatı değil de adam harcama sanatı” gibi. Tabii, bu mülahazama birileri, nüfus bahanesiyle karşı çıkabilir. Yani bu kadar çocuğa, bu kadar gence, ancak bu kadar imkan sağlanabilir diyebilir. Bu söz çok anlamsız olsa da, birileri bu gerekçeye sığınır. Dünya nimetleri ve dünyadaki tüm imkanlar insanlar içindir ve bu imkanlar herkese yeter. Kapitalizmin “altta kalanın canı çıksın” anlayışıyla, “bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul” taksimatını yaparsan, elbette bu imkanlar Dünyadaki herkese yetmez.
Sizi bilmem ben eğitim denildiğinde “eski o koca değirmen taşları” var ya, (şimdiki gençler o değirmen taşlarını gördü mü hiç!) onlar aklıma geliyor. Silindir de aklınıza gelebilir. Ha değirmen taşında un-ufak ezmişsin, ha silindir altında pestilini çıkarmışsın. Fark etmez. Burada un-ufak yapılanlar ya da pestili çıkarılanlar yalnızca öğrenciler değil, öğrenci ve ebeveyni yani anne babası da aynı akıbete duçar. Eğitimde maddi ve manevi olarak eziliyor insanlar.
Sizi bilmem eğitim denildiğinde benim aklıma “taklitçilik” geliyor. Maalesef, eğitimde taklitçilik geçerli. Yani yeni ufuklar açmak yerine, eskiden açılmış bir yol gösteriliyor ve bu yolda aynen geçmiştekiler gibi yürü deniliyor. Yol da yol olsa bari. Patika yol. Taklitçiliği aşalım, öğrenciler yeni ufuklar açsınlar diye, birkaç yıldır “proje ödevi” diye bir model getirdiler. Bu sefer de, iş şeklî bir kalıba döküldüğü için, yine göstermelik işler yapılıyor. Çocuk ya da genç açıyor bilgisayarı, giriyor internete bir şeyler kopyala, kes ve yapıştır mantığıyla ne yaptığının da farkına varmadan bir ödev hazırlıyor. Bu da taklitçilik oluyor.
Yazı hacmini fazla uzatmayayım. Peki, öğrenci deyince sizin aklınıza ne geliyor? Sizi bilmem benim aklıma “yarış atı” geliyor. Peki başka neler geliyor? Şimdiki öğrenciler cep telefonu, bilgisayar gibi teknolojilere aşırı derecede hayran. Bu hayranlık o kadar üst noktada ki, cep telefonu ya da bilgisayar gibi teknolojileri bir araç olarak değil de sanki bir maksat bir amaç olarak görüyorlar. Bir kişi hayranı olduğu şeyin hâkimi olamaz, ancak mahkumu olur. Öğrenci denildiğinde, “gününü gün etmeye çalışan, boş işler ve eğlence meraklısı” tipler aklıma geliyor. Öğrenci deyince başka hususlar da aklıma geliyor fakat sözü uzatmaya gerek yok.
Peki öğretmenler deyince aklınıza ne geliyor? Ben burada da sözü uzatmayacağım. Hatta daha kestirme bir yol izleyeceğim ve tek bir söz, tek bir cümle kullanacağım. Sizi bilmem ben öğretmen denildiğinde, “günü kurtarmaya çalışan insanlar topluluğu” aklıma geliyor.
Evet, eğitim, öğrenci ve öğretmen denildiğinde aklıma ilk gelenler bunlar. Yani burada şunu ifade etmeliyim. Eğitimde iyi hususlar, yeni gelişmeler var, öğrenciler arasında yukarıdaki tanımlamanın dışında kalanlar elbette var, ideallerini bayrak yapan öğretmenler kesinlikle Ülkemizin her köşesinde mevcut. Sözüm elbette onlar için değil. Zaten, eli öpülesi o Öğretmenlerimiz bu sözleri üzerlerine asla almazlar. Buna rağmen bu yazdıklarıma itiraz edenler yazının başlığına bir kez daha baksınlar. Çünkü, yazımın başlığı yanlış anlamaya manidir.
Dileğim odur ki, gelecekte eğitim denildiğinde, “yüzde yüz kalite, çocukları ve gençleri aç ve açıkta bırakmayan bir istikbal planlaması ve yalnızca ideallerini düşünen öğrenci ve öğretmenler akla gelsin.”
2-KİLİS 7 ARALIK ÜNİVERSİTESİ’NE ZİYARET
2009-2010 yılı eğitim-öğretim yılına geçen hafta içinde başlayan Kilis 7 Aralık Üniversitesi'ne bir grup Kahramanmaraşlı Hemşehrimizle birlikte 15 Eylül 2009 günü, Üniversiteyi tanıma-öğrenme ve Rektörü ziyaret etme maksadıyla bir gezi düzenledik
Bu gezide, Rektör Prof. Dr. İsmail GÜVENÇ'i, makamında ziyaret ederek, yeni kurulan Üniversite hakkında bilgi aldık. Üniversiteyi yerinde tanıma ve görme fırsatı bulduk. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, yeni kurulan bir kurum ve kuruluşu yönetmek zordur. Yeni kurulan kurum ve kuruluşun ihtiyaçları çoktur. Bu noktada hassaten belirtmek gerekir ki, Rektör Prof. Dr. İsmail GÜVENÇ’I çalışma azmi ve heyecanı içerisine bulduk. Sayın GÜVENÇ’i zorlukları aşacak azim ve kararlılıkta gördük. Kendisini,eğitim ve öğretim yılının başladığı günlere denk gelen bu gezide oldukça yoğun bir iş temposu içerisinde bulduk. Bu nedenle, kendisiyle görüşmemiz uzun bir toplantı sonrasına denk geldi.
Sözkonusu bu gezi vesilesiyle öğrendiğimiz bilgilere gore, “Kilis 7 Aralık Üniversitesi 29 Mayıs 2007 tarihli Resmi Gazete yayınlanan kuruluş kanunu ile çalışmalarına resmen başladığı, Üniversitenin, hâlihazırda iki kampüste, İktisadi ve İdari Bilimler, Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri ile birlikte 1 Yüksek Okul, 2 Meslek Yüksek Okuluyla eğitim ve öğretim çalışmalarına devam ettiği, bu eğitim kurumları yanında, Üniversitede lisansüstü eğitimin yürütüldüğü 2 enstitünün bulunduğu, Üniversitede halen lisan düzeyinde yaklaşık 3500, yüksek lisans düzeyinde ise 200 kadar öğrencinin mevcut olduğu” anlaşılmıştır. Bunun yanında, Üniversitede fiziki alt yapı anlamında da mesafe katediliği, bina ve ekipman anlamındaki yapım çalışmalarının da devam ettiği ziyaret sırasında bizzat müşahede edilmiştir.
Kilis 7 Aralık Üniversitesinde gerçekleştirdiğimiz bu gezi öncelikle Üniversiteyi tanıma ve öğrenmeyi ve bunun yanında, geç de olsa, Hemşehrimiz Rektör Sayın Prof. Dr. İsmail GÜVENÇ'i makamında ziyaret ederek kutlama ve başarı dileklerinde bulunmamızı sağlamıştır. Ziyarete katılan Hemşehrilerimiz olarak üniversitenin fiziksel mânâda (bina ve ekipman olarak) gelişme içerisinde olduğunu bizzat müşahede ettik. Aynı gelişme ve ilerlemenin eğitim ve öğretim kadrosu açısından da sağlandığını ya da kısa bir sure içerisinde sağlanacağını düşünüyoruz.
Bilindiği üzere, Dünyada ve Ülkemizde Üniversitelerin üç temel hedefi bulunmaktadır. Bunlar, 1-Eğitim-Öğretim, 2-Araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) ve 3-Yayın, yani bilginin ilgililere iletilmesidir. Kilis 7 Aralık Üniversitesi yeni bir Üniversite olması hasebiyle elbette bu üç temel görevi, sınırlı bir şekilde ve ancak belli bir düzeyde yerine getirebilir. Ancak, bu üç alanda da Kilis 7 Aralık Üniversitenin gerekli çalışmaları, kapasitesine göre en üst seviyede yapacağına inanıyorum. Zira, bu gezi bu husustaki inancımın kuvvetlenmesine vesile olmuştur.
Kilis 7 Aralık Üniversitesi'ne bir grup Kahramanmaraşlı Hemşehrimizle gerçekleştirdiğimiz bu gezi, Üniversite hakkında bizzat yerinde öğrenilen yeni bilgiler ışığında son bulmuştur. Kilis 7 Aralık Üniversitesinin Rektöründen okutmanına, Müdüründen memuruna kadar tüm görevlilerine ve Üniversitede eğitim gören tüm öğrencilerine sağlık, başarı ve mutluluklar dilerim.
3-BİR OKURUMA CEVAP YA DA EĞİTİME DAİR
Geçen ay yazdığım bir yazıya bir okurum, “bardağın boş tarafını göstermişsin, yazınızı okurken kasvet bastı, eğitimdeki sorunlara çözüm öneriler göster, bir mum da sen yak” mealli sözler sarfetmiş, yorumda bulunmuştu. O okuruma cevap yazacağımı söylemiştim.
Evet, eğitim meselelerinin temelinde ne var? Öğretmenlerimizin yetersizliği mi, öğrencilerimizin isteksizliği mi, okullardaki teknolojik, donanım, fiziki ve benzeri imkansızlıklar mı, okul idarecilerimizin ya da genel olarak yöneticilerimizin ilgisizliği mi, bilgisizliği mi, eğitim sistemindeki katı yaklaşımlar mı, toplumdaki tembellik
ve çözümü başkasından bekleme anlayışı mı? Hangisi var?
Hangisi yok ki, diye söylenenleri duyar gibi oluyorum. Çoğu zaman, temel konulardaki meselelerin bir tek sebebi olmadığı ve çeşitli sebepleri olduğu gibi, burada da yani eğitim
sorunlarında da çeşitli sebepler mevcuttur.
Öğretmenlerimiz çağın gerekleriyle yüzde yüz donatılmamıştır. Yabancı dil hâkimiyeti yüzde yüz olup da dünyanın ileri ülkelerindeki gelişmeleri takip edecek donanımda kaç
öğretmenimiz var? Çok açık bir gerçek ki, bu kalitede öğretmen maalesef azdır.
Öğretmenlerimiz, hem okul içi hem de okul dışı davranışlar açısından “bir model” olmalıdır. Model öğretmen sayısı yüzde kaçtır? Öğretmenlerimiz öğrencilere “hak, hukuk, adalet, empati, sempati, hoşgörü” noktasında söz ve davranışlarıyla örnek olmalıdır. Sözü uzatmaya gerek yok.
Öğrencilerimizin durumuna geldiğimizde, öğrencilerimizin okula karşı isteksizliklerinin temelinde, işte şu dört hakikat yatmaktadır. Birincisi, okul dedikleri zaman kafalarında çağrışan “kuralcılık” oluyor. Başlaması bitmesi, okuması yazması, defteri kitabı ile baştan sona kuralcılık kokan sistem değişmelidir. Tek merkezden yönetilen eğitim anlayışı kuralcıdır.
Kuralcılık insanlara nerede olursa olsun itici gelir. Önemli olan kuralcılık değil, kurallarda zamana-şarta göre esneklik ve serbestliktir. Bunu sağlamak gerek. İkincisi, öğrencilerin “okula gitme ve gönderilme nedenleri” onları isteksiz yapıyor. Öğrenciler okula bir meslek sahibi olmak için, maddi kazanç sağlama kapısı olduğu için gönderiliyor. Böyle olunca da, kısa yoldan köşe dönme felsefesi zihinlere işliyor. “Doktor olsam da birkaç yıl içinde zengin olsam, mühendis olsam da müreffeh bir hayat yaşasam” hayalleri kuran öğrenci okulu ara bir kademe olarak görmeye başlıyor. Okul ara bir kademe değil, beşikten mezara kadar öğrenmek ve öğretmekle sorumlu olduğumuz bir kutsal mekân olarak gösterilmeli ve öyle görülmelidir. Üçüncüsü, Okuldaki öğretmen ve idarecilerin formel yaklaşımları öğrencileri isteksiz yapıyor. Maaşı için öğretmenlik ve idarecilik yapanlardan formel davranış dışında bir tavır beklememek gerek.
Maalesef öğretmen ve okul idarecilerinin çoğu bu anlayışta. Dördüncüsü, öğrenciler kendilerinden önceki ağabeylerinin yaşadığı tecrübe ve okul sonrası üniversiteye girememe, bir işe yerleşememe gibi durumlara bakarak isteksiz oluyor ve “okusam da nasıl olsa bir işe yaramayacak” diye düşünüyor.
Eğitim sorunları arasında öğretmen ve öğrenci temelindeki bu sorunlar yanında, fiziki, teknolojik imkânsızlıkları, dershanelerin okulun yerini alması ve benzeri sorunları
sayabiliriz. Bunların çözümü çok açıktır. Devletin eğitim hizmetleri dışındaki alanlarda savurganlığını bilmeyen yok. İşte bu alanlarda ciddi bir tasarrufa gidilmeli ve eğitime daha fazla kaynak ayrılmalıdır.
Toplumun da bu arada eğitimde en önemli noktada olduğunu belirtmeliyiz. Toplumdaki fertler, “okulu Devletin bir okulu değil, Milletin okulu” olarak görmelidir. Okula bakış açısı değiştirilmelidir. Toplumdaki fertler eğitim sorunlarına karşı bizzat aktif destek sağlamalı ve
tabir yerindeyse “elini taşın altına sokmalıdır”.
Yukarıda sıraladığım bütün sorunlar çözümü için, özetle, “katı merkezî yönetim anlayışının terk edilmesi ve okulların yerinden yöneyim anlayışı içerisinde yönetilmesi, kuralcılığın terk edilmesi, toplumun zihniyet olarak değişmesi, eğitime daha fazla kaynak ayrılması” gerekmektedir. İşte bu noktalarda herkes çaba göstermelidir. Çözümü, Devlet yetkililerinin çalışıp çabalayıp kanun ve kural getirmesinde aramayalım, çözümü A’dan Z’ye Millette arayalım. Herkes karşısındakinin değişmesini bekler, ama hiç kimse kendisini değiştirmeyi düşünmez. Eğitimde de bu geçerlidir.
Öyleyse, “eğitim sorunlarının çözümü için lütfen karşımızdakine değil, kendimize bakalım ve yukarıda gösterdiğim çözüm yolları itibariyle hemen harekete geçelim.”
4- EĞİTİMSİZ ÖĞRETİM DAHA NEREYE KADAR DEVAM EDECEK
Bu bir feryat, bu bir sesleniş, bu bir “bülbülün inleyişidir.” Seven inler. Bülbül de gülü sevdiğinden inlemiştir. “Ah etmiştir.” Sabah akşam gülistanda güzel sesiyle çağırmış ve seslenmiştir. Biz de bu Ülkenin bir Bülbül’ü gibi her fırsatta sesleniyoruz ve inliyoruz. İstiyoruz ki, Ülkemizin dertleri ve meseleleri bir bir çözülsün.
Bu Ülkenin en ciddi meselesi, “eğitimsiz öğretim”dir. İşte bu yazıda bu konuda inleyeceğiz ve sesleneceğiz.
Önce eğitim ve öğretim nedir? Onu anlatalım. Tabi uzun uzun tanımlamada bulunmayacağım. Eğitim ve öğretimi kısaca izah edeceğim.
Eğitim, “terbiye, ıslah etme ve düzeltmedir.” Öğretim ise habire bir şeyleri anlatma ve tabir caizse “kafalara bilgi doldurmadır.” Bu Ülkenin kafalara bilgi doldurmaya ihtiyacı yok. Bu Ülkenin gençlerinin terbiye ile, ıslah ile, yanlışları düzeltme ile eğitilmesine ihtiyaç vardır. Klasik öğretim metodlarıile, gelenekselleşmiş öğretim müfredatları ile nereye kadar? Gitmez bu devran böyle. Müfredat gereksiz bilgiler ile doluysa, çıkartıp atın ve pratik ve lüzumlu işlerle uğraşın. Çocuklarımızı, gençlerimizi bir yığın gereksiz bilgi ile meşgul etmeyin. Onları pratik ve hızlı düşünme yeteneği ile donatın. Bunun yolu da öğretimden değil eğitimden geçer.
Sokrates der ki; “bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri der ki, “bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi.”Şimdi bu iki Zat’ın bu iki sözünü buraya neden yazdım? Dünya’da en büyük bilgi, insanın kendisini bilmesiyle başlar. İnsan kendisini bilmedikten sonra, ona Dünya’nın tüm bilgilerini kafasına doldursan neye yarar ki? Güzel bir veciz sözde de belirtildiği gibi, “kişinin kendi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.”
Evet, irfan, irfan, irfan. İşte budur bize lazım olan.”
İrfan, kişinin varlık nedenini ve Dünya’daki asıl sorumluluklarını bilmesi, iyilik ve doğruluk yolunda yürümesi için içindeki duyduğu his ve düşünceler toplamıdır. Yani daha kısa anlatımla irfan, “iman edip salih ameller işlenmesi ve toplumda hakkın ve sabrın tavsiye edilmesidir.” İrfan bozguncu olmamaktır ve ıslahçı olmaktır. İrfan tek başına olmaz tabi, yanında ilim de olmalıdır. İlim akıl ise, irfan izandır. Akıl ve izan dedikleri, ilim ve irfandır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize öğretim dedikleri bilgi ve teknolojik hususları elbette öğretelim. Ancak önceliğimiz bu olmasın, önceliğimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin irfan sahibi, şuurlu, vatanına ve milletine bağlı fertler olmalarını sağlamak noktasında belirlenmelidir.
Bir çocuğun uzayın ta en uç noktasına, gezegenlerin yapısına, galaksilerin sıralanışına dair bilgiler öğretip de eğer o çocuğa kendi iç dünyasına dair hiçbir şeyin eğitimini vermiyorsak, yapılan çaba boşadır. Mevlana ne diyor bir dinleyin; “Gayret atını yıldızlara sürdün de,
Kendisine meleklerin secde ettiği Âdem Peygamber’i bilmedin. Oldu mu şimdi!”Âdem denildiğinde de uzağa gitme. Âdem sensin sen ey İnsanoğlu!
Nesillerimizin heder olmaması ve geleceğe dair güvenle ve kıvançla bakmamız için ilk ve tek şart, çocuklarımıza eğitim ve irfan vermeliyiz, öğretim ve bilgi ondan sonra gelir. Gel gör ki, günümüzde Milli Eğitim Sistemimizde öncelik bunun tam tersidir. Öncelik öğretim ve bilgi doldurma üzerinedir. Ben, “bu önceliğin değiştirilerek, ilk sıraya irfan ve eğitim yerleştirilmelidir” diyorum. Yani çok şey yazdım ve söyledim, bu son söylediğim maksadımın kendisidir. Aksi olursa ne olur? Yani benim dediğim değil de yalnızca akıl ve bilgi öğretimine odaklanılırsa, ahlak ve irfan eğitimine odaklanılmazsa ne olur? Toplumun başına bela olacak tipler yetiştirilir. Öğrencilerimiz doktor olur ancak, merhametli ve şefkatli doktor olmaz. Öğrencilerimiz mühendis olur da iyi ve doğru mühendis olmaz. Öğrencilerimiz avukat olur da vicdanlı ve adaletli avukat olmaz. Kısacası öğrenci okur bir yerlere, bazı mevkilere gelir de “adam olmaz.” Meşhur fıkra var ya; “Oğlum ben sana Vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim,” kuralı geçerli olur.
Bu noktada bir de şu hususa kısaca dikkat çekeceğim: Biz eğitimde sayılara ve niceliğe kafayı takmışız. Filanca üniversiteden şu kadar doktor, mühendis, hukukçu mezun oldu. İyi de “bunların kaçı adam gibi doktor, mühendis ve hukukçu.” Bunu ne araştıran var, ne de sorgulayan var.
Uzun uzun yazmaya çok da gerek yok bu hususta. Anlayan anladı. İnşaallah yetkililer de anlar da önceliği öğretim değil, eğitim alır. Eğer yetkililer hâlâ eski kafada devam edeceklerse onlara bir tavsiyem olacak, “eğitimi önceliğe almadığınız takdirde, bari Bakanlığın adını da değiştirin, Milli Eğitim Bakanlığı demeyin “Milli Öğretim Bakanlığı” olarak ismini cismine uygun hale getirin."
Geçen yıllar içerisinde Pazarcık İlçesindeki tüm Liselerde “Kendini Kil, Kendini Tanı ve Değerlerine Sahip Çık” başlığıyla söyleşilerde bulundum ve öğrencilerimizin gözlerinde umut, yüzlerinde masumiyet ve sözlerinde samimiyet gördüm. İnşaallah bundan sonra eğitim ve irfan odaklı bir Milli Eğitim Bakanlığı sistemini görürüz de, tüm öğrencilerimizin gelecekleri gözlerindeki umut kadar parlak ve açık, yüzlerindeki masumiyet kadar güzel ve aydınlık ve sözlerindeki samimiyet kadar doğru ve iyi olur.
Bu hususta çabamız ve umudumuz yüksektir. Olur inşallah.
5-EĞİTİM SİSTEMİNDE PERFORMANS VE ETKİLİLİK
Geçen yıllar içerisinde Güney Avrupa ülkelerinden birinde bir haftalık bir eğitime katıldım. Eğitim “performans” konusu üzerineydi.
Eğitimi, o ülkenin Maliye Bakanlığı çatısı altında kurulu bulunan “Malî Mükemmellik Merkezi” adlı bir birim üstlenmişti. Bu birim, dünyanın çeşitli ülkelerindeki kamu ya da özel sektörde çalışan görevlilere yönelik maliye, verimlilik, performans, denetim gibi konularda bir haftalık ya da daha kısa süreli eğitim kursları organize ediyor. Kurslarla ilgili duyuruyu internetten ilân ediyor. Başvurular internetten yapılıyor. Bu birimde daimî öğretim görevlileri ya da benzeri unvanlarda bir eğitici istihdam edilmiyor. Düzenlenen kursa göre eğitim görevlileri dışarıdan çağrılıyor. Birimde en fazla 9-10 kişi çalışıyor. Yani en fazla 10 kişi ile Avrupa’ya hitap eden bir eğitim merkezi kurmuşlar. Bizim üniversitelerimizde adam çok, iş ve verimlilik az. Bizim sırf üniversitelerimizde değil, her kurumumuzda personel çok, verimlilik az.
Gerçekten hayran olmamak mümkün değil. Bu birim 2001 yılında bir program dahilinde kurulmuş ve Güney Avrupa’daki bazı ülkelerin Maliye Bakanlıklarını da programa üye etmişler. 2001 yılından itibaren özellikle Güney ve Doğu Avrupa ülkelerinden binlerce kamu ve özel sektör görevlisini eğitime tâbi tutmuşlar.
Evet, bu yazının maksadı, başka bir ülkenin eğitim merkezini övmek ya da reklâmını yapmak değildir. Zaten bundan dolayı da ülkenin ismini belirtmedim. Tek maksadım, az kişiyle çok iş yapıldığının bir örneğini bu eğitim merkezi bünyesinde müşahede ettiğimden, “Bu husus bize örnek olur mu, acaba?” düşüncesidir. Ülkemizdeki kamu kuruluşlarında “az kişiyle çok iş, çok kişiyle az iş yapıldığı” bir gerçektir. İşte bu meselenin nasıl çözüleceğinin derdindeyim.
Bizim ülkemizde de yüzlerce kişinin istihdam edildiği, öğretim görevlisi ve diğer çalışanlarıyla yüzlerce kişinin çalıştırıldığı kamuya ait eğitim merkezlerinde bırakın dünyaya hitap etmeyi, kendi ülkemize bile hitap edemiyoruz. Üniversitelerimizde de onlarca enstitü ve eğitim merkezi var. Bu enstitülerin hangisi dışa açık? Hangisi dışarıdan bu kapsamda öğrenci temin ediyor ve az personelle çok iş yapıyor? Bunu çok merak ediyorum. Maalesef bizdeki üniversitelerde yer alan araştırma ve eğitim merkezlerinin bir çoğunda acı tablo şu: “Çok kişiyle az iş yapılıyor. Hatta öyle zaman oluyor ki, çok kişiyle hiç iş yapılmıyor.”
Bu noktada şunu belirtmek zorundayım. Bir yerde çok adam varsa, bu durum, büyük ihtimalle, o yerde az iş yapıldığının bir göstergesidir. İktisatta bir kural vardır. “Azalan Verimler Kanunu”dur bunun adı. Bu kurala göre, bir yerde yeni kapasite artışı yapılmadan alınan her eleman, verimlilik değil verimsizlik meydana getirir. Hatta öyle zaman gelir ki, “Adam sayısı artıkça, verimlilik düşer.” Bu hususu daha açık bir şekilde belirtmek gerekirse, bir atölye örneği verelim. 100 m² alanı bulunan bir atölyede 5 kişi çalışıyor. Bu alanda, yalnızca insan sayısını artıralım, diyelim ki 10’a çıkaralım. Bu durumda, yalnızca insan sayısını arttırdıkça, yani makine ve ekipman aynı kaldıkça verimlilik azalır. Öyle bir zaman olur ki, eleman sayısı artıkça üretimde bırakın verimin artmasını, üretim dahi azalır. Çünkü dar bir mekânda kalabalık şekilde çalışanlar birbirinin ayaklarına dolanmaya başlarlar ve üretime engel olmaya bile başlarlar. Bunu niye anlatıyorum? En iyi etkinlik, “esasında az kişiyle, fakat profesyonel ekiple sağlanır.”
İşte eğitim kurumlarında ve Devletimizin tüm kurumlarında bu husus dikkate alınmalıdır. Profesyonel bir ekip ile yola çıkılmalıdır. Üniversiteler, Rektörlerin çiftliği olmamalıdır. Belediyeler Belediye Başkanının çiftliği olmamalıdır. Gel gör ki, herkes başa geçti mi bir yere, o yeri Babasının çiftliği gibi görüyor. Halbuki konuya profesyonel olarak baktığımızda hangi kurum olursa olsun, çiftlik mantığıyla değil, emanet mantığıyla hareket edilmelidir. Kaynaklar hjar vurup harman savrulmamalı ve israflardan kaçınılmalıdır. Kendi parasını milim milim, gıdım gıdım harcayan bir kişi, Devletin parasını savurganlıkla harcıyorsa, alçaktır, haindir. Profesyonelleşme ile israflar ve savurganlık önlenir.
Kamu sektöründe, işte bu profesyonelleşme yok. Ülkemizde kamuda öyle birim ve kuruluşlar var ki, ne performans belli, ne de çalışanların ne iş yaptığı belli. Bu belirsizlik içerisinde, bir bakıyorsunuz ki, “sırf kadrolar boş diye elaman alınıyor.” Tamam, haydi bir şey demeyelim. Gençlere istihdam sağlanıyor. Gençlerimiz işe giriyor. Bunu itiraz etmesek de, şunu belirtmek zorundayız. Şartlar aynı kaldıkça, oraya yeni eleman alımı, beraberinde verimde azalma getirecektir.
Altını çizerek tekrar ediyorum. Kesinlikle kamuya yeni eleman alınmasına karşı değilim. Benim karşı olduğum, ülkemizde özellikle kamu sektöründe “az kişiyle çok iş, çok kişiyle az iş yapıldığı” hususuna dikkat çekmektir. Kamu kurum ve kuruluşlarında öyle birimler var ki, az kişiyle çok iş yapılıyor. Eleman alınacaksa, bu birimlere alınsın. Bunu da hassaten belirtmek gerekir. Zamanında bir birim kurulmuş, kadro verilmiş. Gel zaman git zaman o birimdeki kadrolarda emeklilik ve benzeri nedenlerle kadrolar boşalmış, “Haydi bu boş kadrolara eleman alalım.” İşte yanlış olan budur. Önemli olan o birim işe yarıyor mu? Bir de, fazla personelin istihdam edildiği yerden, az personelin istihdam edildiği yerlere eleman takviyesini nedense, bir türlü etkin bir şekilde sağlayamıyoruz. Abartmak gibi olacak, ancak, “Çok personelin olduğu yere yeni eleman gönderiliyor, az personelin çalıştığı yerden de eleman alınıyor. Durum neredeyse böyle!”
Evet, dilerim, “az kişiyle çok işin gerçekleştirildiği” günlere biz de kavuşuruz.
Üniversitelerimiz bilimde ve AR-GE’de değil, torpil ve kayırmacılıkta öndeler. Maalesef. Her sene Dünya’da ilk 500’de, ilk 100’de olan üniversiteler açıklanır. Maalesef, 100’de hiçbir üniversitemiz yok. İlk 500’de de birkaç üniversitemiz sonlarda yer alıyor. Bu durumu, bu tabloyu değiştirmek ve üniversitelerimizi bilim ve AR-GE’de öne çıkartmak gerekir.
Evet, “İnsan ve Toplum” odaklı yazı serimizde bir yazının daha sonuna geldik. Bizden söylemesi, Bizden yazması. Biz söyleriz, Biz yazarız. İnşaallah bu toplum ıslah olur ve hep birlikte eski şanlı tarihimizdeki gibi ihya oluruz ve zaferlere kavuşuruz. Bu yazı serisinin maksadı da budur. Bu maksad için yazmaya ve söylemeye devam edeceğiz. Bu uğurda yazarken Hak ile birlikteyiz, Halk için seferberiz. Haydi hayırlısı.