Sarhoş oldumda,
Seni hatırladım yine,
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim.
Orhan Veli Kanık
Hemşire, açık mavi hatta yeşile çalar bir renkte, Dağıstan dayının donu gibi biraz haşema biraz da boksör şortu arası, yıkanmaktan havı dökülüp incelmiş bir giyeceği elime tutuşturup, soyunma kabininin perdesini yüzündeki zoraki gülümsemeyle çekti.
Zaten donu elime tutuştururken de sorduğu “Ahiret” sorularının yanında, donun kesik tarafının arkama yani, kıç tarafıma gelmesi gerektiğini bir iyice tembih etti.
Kabin duvarındaki çengellere gömleğimi, kazağımı pantolonumu rast gele taktıktan sonra sıra kendi iç çamaşırlarıma geldi.
Soyunma işlemi kapalı kabinde de olsa gene de ne olur ne olmaz hesabıyla, su içen bir serçe çabukluğunda ve ürkekliğinde sağıma soluma bakıp kontrol ettikten sonra kendi iç çamaşırlarımı da çıkarıyorum.
Takacağım yer konusunda tereddütlerim var. Öyle ya en alt çamaşırımı götürüp te gömleğimin, pantolonumun haşa, kazağımın üstüne takacak halim yok ya...! Herkes haddini, yerini bilsin canım! Çengelin birindeki asılı pantolonumu kaldırıp, iç çamaşırlarımı en alta alıyorum. “İç çamaşır”ı derken, fanilamı demiyorum elbette onun da yeri başka, o da üstlerde bir yerde olmalı. En alt çamaşırımdan bahsediyorum en alt.
Hemşire kapattığı perdeyi tekrar açtığında biraz da kendime güvenimi korkusuzluğumu göstermek adına;
* İch bin bereit!*
Ben hazırıım! deyip sedye''ye dogru yürüyorum.
Ürkek tavırlarla hemşirenin işaret ettiği sedyeye oturuyorum. Hemşire yılların verdiği mesleki alışkanlıkla önce sol sonra sağ kolumu kontrol edip, sağ kolumda karar kılmış olacak ki, serum hortumlarını büyük bir özenle acıtıp kanatmadan sağ koluma takıyor.
Sedye şeklindeki endoskopi masası ince ve uzun. Sanki uzunca bir adamın yatabileceği düşünülerek planlanmış gibi.
Başımın geldiği tarafta epeyce üstte bir monitörle bir alt kat etejerde endoskopi kameraları ve yan aygıtları sıralanmış. Beni sol tarafım üstüne yatırıp, sağ bacağımı sol bacağımın üstüne gelecek şekilde yükleyen hemşire ve diğer görevliler, benden kısa süreliğine izin isteyerek dışarı çıkıyorlar.
Ben ise son derece dezenfekte steril, ilaç kokan odada düşüncelerim ve açık olan kıçımın ayıbıyla baş başa kalıyorum. Yattığım yerden düşüncelerimin arasına odayı incelemeyi de alıyorum. Taban yani yer, koyu mavi lacivertin biraz daha açığı renkte muşambamsı bir taban örtüsüyle kaplanmış. Duvarlar açık mavi renkte kâğıt kaplı. Eşyalar düzenli, renkler uyumlu.
Geri döndüklerinde halimi hatırımı soran doktor son derece profesyonel tavır ve hareketlerle beni endoskopi muayenesi için uyutuyor.
Sabahları evden ilk çıktığımızda, iş yerine ilk girişimizde, otobüse uçağa vapura dolmuşa binişimizde, ya da kendi aracımızın kapısını ilk açtığımızda mutlaka sağ ayağımızı atıyoruz.
Su içtiğimizde yere çömelip sol elimizi başımızın üstüne koyarak sağ elimizle içiyoruz…
Binlerce yıl öncesinin, Cahiliye dönemi Arap yaşam biçiminin, kültürünün, gelenek göreneklerinin, Arap tabularının dayatmalarını yaşıyoruz 2019 Türkiye’sinde… Daha da acısı, dinden menfaat, istikbal, kariyer, sosyal statü sağlayan bazı grupların toplumu ikiye bölüp, diğer gruba da tahakkümüne şahidiz… Bunların ürettikleri, bunların icad edip insanlığın menfaatine sundukları bir tane örnek gösteremezsiniz…
Denilir ki, Yüce ALLAH yarattığı insanlara yani kullarına, vücudunu ve organlarını emanet vererek bu organlarını bir birinden ayırmaksızın koruması gerektiğini söylemiştir.
Her organ değerlidir, birbirinden üstünlüğü yoktur. Özenle korunmaları organlarımıza olan borcumuzdur. Rahatsızlık duyulduğunda gecikmeden, hastaneye doktora başvurmak gereklidir.
Bir ağız ne kadar önemliyse, bir burun da o kadar önemlidir. Bir sağ ayak ne kadar önemli ise bir sol ayakta o kadar önemlidir. Bir sağ kol ne kadar önemli ise, bir sol kol da o kadar önemlidir. Bir sağ göz bir sol göz, bir akciğer ne kadar önemliyse, cinsel uzuvlar, üreme organları da bir o kadar önemlidir... Kalp ise, vücudun motorudur, yeri ve konumu apayrıdır.
Organlarımızın önemini anlamak için illa yokluğunu yaşamamız gerekmez.
Böbrek taşı rahatsızlığından hastanede yatan arkadaşım, yaşlı yatak komşusunun ileri derecede kabızlık sorunu çektiğini sürekli inlediğini, sabahlara kadar uyuyamayıp dayanılmaz boyuttaki sancıları sonucu ağlayıp sızladığını tedavi sonucu her yellendiğinde;
*Ben senin sesine kurban oluruuum ! Bu güne kadar kıymetini bilmemişim* diyerek methiyeler dizdiğini anlatmıştı…
Endoskopi, son derece küçük, gelişmiş dijital kameralarla anal bölgeden girilerek barsak içinde tarama yaparken monitörde en ince ayrıntılarına kadar çeşitli boyutlarda, pozisyonlarda görüp barsak mide gibi organlarda, doğacak tedavi için tanı koymaktır.
Yüce Allah yarattığı organlardan elbette hicap duymaz... Sülalemizi devam ettirip, neslimizi sürdürmemizi sağlayan organlarımızdan bizlerin de hicap duymamamız gerekir.
Edep, ahlak, doğru örf adet, gelenek görenek çerçevesinde yaşadığımız toplumun kurallarına uymak zorundayız elbette.
Ancak hoca kılığındaki soytarıların;
*Eşekler gibi çıplak sevişmeyin, melekler sizi gözetliyor* gibi safsatalarına da itibar etmemeliyiz...
Her zaman her devirde ahlak adına din adına, Kur’an adına Hadisler adına ahkam kesenler, yalan yanlış bilgilerle bilhassa bizim toplumumuzda insanları zehirleyen, tarikatlar cemaatler din adamı kılığında soytarılar olmuştur. Tarikat ve cemaatlerin birçoğunun kurucusu yabancı ülkelerin ajanlarıdır.
Bizlere, Peygamberin bile lanetlediği Cahiliye dönemi Arap yaşam biçimini İslam adına din adına pazarlayanlar gene emperyalist ajanlara taşeronluk yapan tarikat ve cemaatlerdir.
Bu konuyu, *Usta Vuruldu* kitabımda;
*Göçmen Tevfik* başlığı altında Tevfik Milletsever''in anlatımıyla ayrıca öyküleştirmiş bulunmaktayım.
Sağlıklı bir yaşam dilerim.
Saygılarımla...