Ruhunu doyur, aç bırakma. Ruhunu dolaştır ve onu ihmal etme.
Söze bir Kızılderili atasözü, (daha doğrusu) bir darb-ı mesel ile başlamak istiyorum
Darb-ı mesel, anlatılan bir şeyden, bir fıkradan, bir sözden, bir olaydan ders çıkarmaktır.
Kızılderili, yaşlı bilge ormanda koşar adımlarla ilerlerken yanındaki birkaç Kızılderili ile birlikte, birden durmuş.
Yanındakiler yaşlı Kızılderili’ye sormuşlar: “Niye böyle aniden, birden bire durdun?”
Kızılderili bilge şöyle cevap vermiş: “Çok hızlı gittik, ruhlarımız arkada kaldı. Onları bekleyelim.”
Bu darb-ı meseli günümüz insanları için söylemek gerekirse, Ankara’nın en merkezi yeri Kızılay’da, İstanbul’da Taksim’de ve İzmir’de Konak Meydanı'nda bu sözü kalabalıklara seslenerek söylemek gerekirse, o kalabalıklardaki binlerce kişinin ruhlarının yanlarında olmadıklarını, Dünya telaşıyla, dünya hengamesiyle hepsinin ruhlarını geride bıraktıklarını söyleyebiliriz.
“Ey sözde çağdaş toplumun, lafta uygar toplumun insanları nereye böyle, ruhlarınız nerede? Biraz durun bekleyin de ruhlarınız size kavuşsun.”
Şimdi bu satırları boş yere yazmıyorum.
Dün gece hasbelkader bir dini ve ilmi sohbet toplantısında neredeyse 2 saat bir hocamızın hitabını dinledik.
Hocamız, üstadımızın eserlerinden okudu ve bizlere ders sundu.
Kendi kendime şöyle düşündüm:
“Aaaa, ben yıllardan beri ruhumu aç bırakmışım. Eskiden mutad olarak bu tür sohbetlere katılır ve istifade ederdim. Ancak yıllardan beri ihmal ettik. Daldık Dünya’da ve “harala-gürele” gidiyoruz. Ruhum Allah (cc) dostlarının ve Peygamber (asm) sevdalılarının sohbetini o kadar özlemiş ki, dün gece adeta başka bir boyuta geçtim.”
O gece Allah rızası için katıldığım o dersten çıktıktan sonra Kızılay’da kalabalıklara karıştım.
Ah kalabalıklar ah!
Ruhsuz, gayesiz, başıboş ve dünyanın seline kapılmış kalabalıkla ah!
Sanki sırf bu dünya için yaratılmış gibi ahiretten bihaber kalabalıklar ah!
O gece dışarıya çıktığımda kafelerde, eğlence yerlerinde keyif içindeki kalabalıklara, sokaklarda sel gibi akan kalabalıklara şöyle seslenmek isterdim.
Biraz önce seslendiğim gibi seslenmek isterdim.
“Nereye böyle ey hissiz kalabalıklar ey! Ruhlarınız nerede? Biraz durun bekleyin de ruhlarınız size kavuşsun.”
Gerçekten bu toplumun ve kapitalist sistemde yaşayan tüm toplumların sorunu bu.
Herkes ruhlarından kopmuş son sürat gidiyor.
Ruhlarımız aç.
Ey bedeninin keyfi için gününü gün eden sefil insan, ruhunu da doyur. Ruhunu ihmal etme.
Sırf bedenimizi değil, ruhumuzu da yaşatmalıyız. Ruhumuzu da diri tutmalıyız. Ruhumuzu da zinde tutmalıyız.
Gel gör ki, durum bunun tam tersi. Yani, günümüz dünyasında çoğunlukla durum bunun tam tersidir.
Ruhlarımız açlıktan ölmek üzere. Ruhlarımız aç-sefil ve biçare durumda.
İşte bu ahvalde şairane şöyle sesleniyorum:
Ruhlarımız aç sefil,
Hayatımız rezil mi rezil.
Bedenlerimiz semirdikçe semiriyor.
Gel bu çelişkiyi gör ve bil.
Zira bu çelişki.
Beynimi kemirdikçe kemiriyor.
Yukarıdaki mısralarımda bu hakikati net olarak ifade ediyorum. Gerçekten de ruhlarımıza bakmamız ve onu beslememiz gerekirken, bedenlerimizi aşırı bir şekilde besleyip de büyütüyoruz.
Halbuki, aslolan ve ebedi olan ruhlarımızdır. Baki olan ruhlarımıza özen göstermemiz ve ruhlarımız için hassasiyet göstermemiz gerekirken, bunun tam tersini yapıyoruz. Gün geldiğinde çürüyüp de toprak olacak fani bedenimizle neredeyse an be an ilgileniyoruz.
Yemek-içmek, giyinmek, süslenmek, gezmek-eğlenmek ve nice nice faaliyetlerin hepsi de bedenlerimiz içindir. Yiyecek-içecek sektörü ve gıda piyasası, giyim-kuşam sektörünün ağırlığı zaten meydandadır. Bunların hepsi de bir gün toprak olacak fani bedenlerimiz içindir.
Ya ruhlarımız?
Ruhlarımız için, yukarıda özetlediğimiz bedenlerimiz için gösterilen bakım, ilgi ve masrafların acaba binde onu kadar bile olsa ilgileniyor muyuz?
Böyle bir dengesizlik olur mu ya!
Bedenlerimiz için % 99 ilgi ve bilgi içerisinde olmak ve ruhlarımız için %1 kadar bile ilgi göstermemek, olsa olsa şeytan işidir.
Bedenlerimizin sağlığı ve bozulmaması için 99 birim harcama yapmak ve ruhlarımızın huzuru ve mutluluğu için bir birim bile masraf yapmamak, olsa olsa şeytanın hilesi ve tuzağıdır.
Halbuki, akıllı ve mantıklı bir insan, ruhuna % 99 oranında ilgi gösterir, geri kalan %1 bedenlerimiz için yeterlidir.
Bir de şu hakikat mühimdir. Bedenlerimizi biz seçmedik ve bedenlerimiz bize verildi. Halbuki ruhlarımız bir veri değildir. Ruhlarımızı geliştirmek ve yaşatmak tamamen bize aittir.
İnsanoğlu çok cahil ve çok saçma işler yapıyor. Bedeni ve yüz güzelliğiyle öğünen her insan, Dünyanın en saçma işini yapıyordur. Ey İnsan, öğüneceksen ruh güzelliğinle öğün, çünkü onu sen seçtin ve geliştirdin. Halbuki, bedenindeki hiçbir güzellik senin eserin değildir. Güzelliği veren ve senin bedenini yaratan Allah’tır.
İnsanoğlu, bedenine sahip değildir. O bedeni bir gün yaşlanacak, gün geldiğinde ölecek ve toprak olacaktır. Bu muhakkak bir gerçektir. Bu gerçeği görmezden gelen insanoğlu ne kadar da cahildir, ne kadar da ahmaktır.
Ey insanoğlu cahillikten ve ahmaklıktan kurtul ve bedenine değil, ruhuna özen göster ve ruhunu geliştir. Ruhuna bakım yap. Ruhunu besle. Ruhunu zinde tut. Ruhunu kuvvetlendir.
Peki, bu nasıl olacak diyorsan? Ruhunu kuvvetlendirmenin ve zinde tutmanın yolunu arıyorsan, al sana en basit bir çözüm: “Her hafta en azından bir akşam, bir Allah (cc) dostunun, Peygamber (asm) sevdalısının sohbetine katıl ve dinle. Namaz, abdest, oruç ve zekat, hac ibadeti sana ruhunu doyurma imkanını verir. Ancak o yetmez. Bul bir Allah dostunu ve onun rahle-i tedrisinde diz çok ve öğren.”
Vesselam.