Fevkalade yüce bir insanla tanış oldum (2.yazı)

Eflatun Neimetzade

1975 yılında Saint Petersburg Rimski-Korsakov (Leningrad) Devlet Konservatuarını bitirdikten sonra atamam Yekaterinburg (Sverdlovsk) Devlet Opera ve Balesi’ne yapıldı. Oraya gönderildim ve “Karmen” operasının provalarına başladım. Son akış provaları yapıldığı günlerde beni Konservatuara acilen geri çağırdılar. Rektör, dünya ünlü piyanist Prof. Pavel Alekseyeviç Serebryakov benimle baba-oğul konuşması yaptı. Beş yıl boyunca aralıklarla beni davet ediyordu, sıcak konuşmalarımız oluyordu. Bu seferinde masadan ayrıldı, tam önümde oturdu ve konuşmaya başladı:

-Bak, Eflatun, sen çok duygusal, yetenekli Kafkas delikanlısın. Senin kabul sınavlarını ben yaptırdım, çünkü sınavlar bitmişti ve sen bana geldin, kendini sınamak istediğini söyledin. Sana özel sınav yaptırdım ve sen çok başarılı oldun. Ben seni izledim ve hayran kaldım, sen Azerbaycan dilinde oynadın dram parçaları. Sonra seni Rusça kursuna tabi tuttuk, orada da başarı gösterdin, sınıf atladın, dili öğrendin. Çok yetenekli bir aktör ve rejisörsün, bunu sınavlarından gördüm. Şimdi seni Azerbaycan Kültür Bakanlığı Bakü Operasına resmen talep ediyor. Bana göre Bakü nasıl olsa ana vatanındır. Sverdlovsk senin atama yapıldığın görev yerindir ve her zaman oraya döne bilirsin. Ama vatanına daha faydalı olacağını düşünüyorum. Beni oğlum gibi dinle ve Bakü’ye git. Seni orada bekliyorlar...

Pavel Aleklseyeviç banimle baba şefkatiyle çok samimi, içten, sıcak konuştu. Onun baba nasihatini dinledim, razılığımı bildirdim. Ben yüksek puanla okuyordum, yüksek aylık alıyordum. Rektör da ayrıca iki ayda bir defa maddi yardım ediyordu bana. İlk yılın kışı sert oldu ve benim kış giyimim yoktu. Rektör hemen maddi katkıda bulundu ve kendime palto, kış giyimleri aldım… Şimdi onu kıramazdım,  onun teklifini kabul ettim.

GARA GARAYEV’LE İLK TANIŞLIĞIM

Bakü Operasına davet olunduktan sonra, dünya bestekârı ve büyük insan, deha şahsiyet Prof. Dr. Akademik, Gara Garayev, beni nasıl savunduğunu öten yazımda anlattım.   Garayev olmasaydı, Bakü Opera ve Balesi`nde Rus bestekârı A. Borodin’in “Prens İgor” operasını besteci orijinaliyle sahneye koyamazdım.  Sovyet Opera tiyatrolarında bunu ilk defa ben yapacaktım. Bazı kıskanç, ruhtan yoksun, yalaka sanatçılar üzerime geldiler ve ben toparladım, önce Moskova’ya Hocam dünya ünlü Prof. Dr. Boris Pokrovski’ye gittim, olanları kendisine anlattım. Beni epeyce dinledi makamında, “Geri çekilme yok, karşı duracaksın. Bakü’de Garayev vardır. Ona Konservatuardan resmi yazı yazacağız, hepimiz imzalarız, Garayev’e götüreceksin, bu iş biter. Sana söylemiştim, üzerine gelecekler… Çünkü onlar zavallılar. Başarısızlar, bu kadar”, dedi ve rektör Serebryakov’u aradı, olayı kendisine anlattı, resmi yazı yazılmalıdır, dedi.

-Git,  rektör yanıma gelsin, dedi. Mektubu hemen hazırlarız, seni bekliyor. Bütün imzaları topla sonra bana getir. Unutma her yeni temsil bir savaşa eşittir, endişe etme. Bu savaşta tek değilsin. Bu hepimizin savaşıdır. Kolay değil, ilk defa öğrencim Eflatun, Arşivlerde Borodin’in el yazısını buluyor ve besteci orijinaliyle operayı sergiliyor. Çünkü kendileri bunu yapamıyorlar, olay budur. Hadi git Piter’e, yazıyı götür bana getir, dedi.

 Böylece yola koyuldum. Rektör, Serebryakov yazıyı bana verdi, sekiz imza vardı, -Pokrovski de imzalayacak, götür Garayev’e. Hepimiz yanındayız, unutma, iyi yokçuluklar, - beni baba şefkatiyle kucakladı. Moskova’ya döndüm, Hocam da imzaladı, “Hadi Eflatun, yolun açık olsun, dedi. Garayev’e selamlarımı söyle”.

Garayev beni Bakü Konservatuarındaki makamında kabul etti. Bütün bu kişiler deha sanat ustalarıdır, Pokrovski, Keldış, Dimitriyev, Serebryakov, Grigoroviç, Simeonov, Sokar… Onlar benim dostlarım ve meslektaşlarımdır… Sen endişe etme, her şey iyi olacaktır. Hadi gidelim ”, dedi ve sokağa çıktık. Opera üzerine sorular soruyor, Hocalarımdan söz ediyordu. Biz Nizami sokağıyla yürüyorduk. Sokaktakiler, sağdan, soldan Garayev’e selam veriyor, “Sizinle kurur duyuyoruz”, “Halkımızın onurusunuz”, gibi tezahüratlar ediyorlardı. Karganov Caddesindeki evlerinin girişine geldik. “Evimize gel, yemek yeriz, çay içeriz” teklif etti. “Gara muallim, çok sağ olun, bana siper oldunuz, bunu unutamam. Her şey için sağ olun”. Elini uzattı bana, “Sıkılma, böyle şeyler oluyor, unutma, Hocalar gibi ben de yanındayım, sana başarılar”, dedi. Derinden nefes aldım. İçimde, ruhumda hoş, sıcak duygular tüm vücudumu sardı. Dünyanın deha insanı bana siper olmuştu. Rahatça evin yolunu tuttum.

DEHA GARAYEV BENİ SAVUNUYORDU…

Mutlu duygular yaşıyordum. Garayev sırtını bana dayadı. Operada provalar hızla ilerliyordu. Prova sonrası arada oğlu besteci Ferec, şef Rauf Abdullayev ile birlikte Hazarın sahilinde dolaşıyorduk. Her ikisi temsilin muhteşem olacağını konuşuyordu... Sonunda temsil yüksek güzellikte seyircilere sunuldu… Basın “Olağanüstü “Prens İgor” temsili Sovyet opera sahnelerinde ilk defa Bakü Opera sahnesinde bestecinin yazdığı orijinaliyle genç rejisör tarafından büyük zevkle sergilenmiş oldu”, yazdı…

Garayev daha sonda genç bestecilerin orijinal, yeni yazmış oldukları “Aldanmış Yıldızları” ve “Cırttan’ operaların temsillerinden sonra beni yanına davet etti, özel kutladı bana teşekkürlerini iletti:

-Genç bestecilerin yeni yazdıkları operaları yüksek seviyede sergiledin. Besteciler İttifakı adına sana teşekkür ediyorum…-dedi.

 Bu deha şahsiyet ile samimi dostluğum Moskova’da.    Bolşoy Opera ve Balesi`nde çalıştığım yıllarda da devam etmiştir. Deha bestekâr Gara Garayev artık Moskova’da görev yapıyordu ve haftada en azından iki defa onunla birlikte Moskova Caddelerinde dolaşıyor, sanat, edebiyat konularını konuşuyorduk.  Bazen Bestekârlar İttifakındaki makamına davet ediyordu; bazen Bolşoy Opera ve Balesi temsillerinde, ya da Taganka’daki Efros’un Tiyatrosuna gidiyorduk. Ama en çok Gorki Caddesiyle yüzü yukarıya yürüyorduk. Bir defasında kendisine sordum: -Gara muallim, neden opera yazmıyorsunuz? Hocanız Şostakoviç de opera yazmıştır. “Katerina İzmaylova”. Hocam Pokrovski Bolşoy operasında bunu şahane sergilenmiştir”, dedim. Hocam Pokrovski ile birlikte bu opera üzerinde çalışmışım, temsil provalarında ona yardım ettim, bu operaya bayılıyorum, dedim. Moskova Kamera operasında ise Hocamla birlikte “Burun” (“Nos”, Rusça) operasını sergilenmesine yardım ettim.

Garayev, çalışmalarımdan memnun olduğunu ifade etti ve Bolşoy Operasında “Boris Godunov” temsilini izlemek istediğini arzuladı. Ben, derhal ona bilet getireceğimi söyledim, birlikte bir daha izleyelim, dedim. O da, “Olur”, dedi. Garayev opera yazmayı düşünüyordu.

Temsil için iki bilet aldım kendine telefon ettim ve biz, birlikte temsili seyrettik. İyi hatırlıyorum, Cumartesi günü, gündüz temsiline gittik. Perde arasında Bolşoy Operasının harika, çav-çavlı foyasında dolaştık sigara içiyor, derin düşüncelere dalmış beni dinliyordu. Ben ona yeni reji yorumumu anlatıyordum.  Önce merakla dinliyordu: nasıl sergileyeceğimi, nelerin nasıl yapacağımı anlatıyordum. Fakat bir ara his ettim ki, deha bestekâr beni formalite olarak dinliyordu. Hayali çok-çok uzaklardaydı ve hey düşünüyordu. Ben o anda onun düşüncelerini anlamaya çalıştım:

-Temsil sizi etkiledi galiba, doğru mu, Gara muallim?

-Evet, Musorgski’nin müziği düşündürücüdür, çok derin eserdir, ağır müziği vardır, zor bir operadır”, dedi. O anda şunları düşünüyordum, Garayev böyle bir yapıt üzerinde düşünüyordur, her halde. Bu harika olacaktı, sonunda böyle bir tarihe de imzasını atacaktır, içimde düşünüyordum. Ben ona Azerbaycan edebiyatından örnekler verdim, Hüseyin Cavit’in “Uçurum” eserini, ya da “Dede Korkut”, “Oğuznâme” üzerinde fikir söyledim. Garayev beni sakince dinledi, sadece:

-Neden olmasın, olabilir, dedi. Fakat o aralar hastaydı ve zaman-zaman derinden nefes alıyordu, hastalığı hakkında hiç konuşmazdı.

GARA GARAYEV,  CİDDİ HASTALANMIŞTI…

Bakü’de oğlu Ferec bana söylemişti, “Babam kalbinden rahatsızdır”, demişti. Daha sonralar usta besteci yurt dışına tedaviye gitti. O arada beni Bolşoy Operasından Yemen Cumhuriyetinde Milli Devlet Tiyatrosu’nu kurmam için göreve gönderdiler. Yemende iken Garayev’in vefat ettiğini Gazetelerden okudum. İçimden baya ağlamıştım… 

2008 yılında Bakü’de ilk defa Kültür Bakanımız Abulfes Garayev’le tanış oldum. Beni onunla tanıştıran şahıs, ünlü yazarımız Elçin Efendiyev oldu. “Bu kadar yıldır yurt dışında görevler yapmışsın, devlet tiyatroları yaratmışsın. Yemen’de, Türkiye’de Mersin Devlet Operası senin eserindir. Ayrıca Gazete sayfalarında sanatımızı, edebiyatımızı, müziğimizi, sanat dehalarını dünyaya tanıtıyorsun, ama Bakanımızla tanış değilsin”, dedi. Randevu ayarladı ve ben Bakan Abulfes Garayev’in önünde oturmuştum. Doğrusu deha şahsiyetin, ölmez bestekâr Garayev’in aile bireyi olduğundan çok seviniyordum. Fevkalade sakin duruşu insana ferah, cesaret ve onur veriyor. Gara Garayev’in yiyenidir, amcası oğludur, bu muhteşem bir ailedendir. Bunu yeni duyduğum için Abulfez Garayev ile çok yakın adam, aileden biri gibi sıcak konuşmalar yaptım...

Bu samimiliği Sayın, Bakan tarafından da his ettiğim için bu tanışlıktan çok çok memnun kaldığımı da ifade etmekten kurur duyuyorum. Uzun bir konuşma yaptık, her şeyden konuştuk. Abulfez Garayev, bir kere fevkalade kültürlü, samimi, mütevazı ve sade şahsiyettir. Bunu özellikle vurguluyorum, çünkü ender rastlanan kişiliğe, yüksek ahlaki değerlere, geniş bilgiye sahip adamdır. Onun bu göreve atanması vatanım için bir şans oldu, çünkü insanları iyi tanımağa gayret ediyordur. Konuşma sırasında:

-Sizinle tanış olmama sevindim, çünkü sizi az tanıyordum, şimdi tam bilgi sahibi oldum, dediğinde neye işaret ettiğini anladım. Sanat camiasında tarihin ta ötelerinden beri gelenek haline gelmiş zayıf insanların kıskançlık oldukları; özellikle aklı, mantığı, ruhu kirlenmiş kompleksli kişiler, hiç zaman başkalarının uğurlu çalışmalarını, uğurlu sanat harikalarını hep küçümsüyorlar. Vatanına, devletine sadıklığını, millet için faydalı olan tarihi görevlerinden söz etmezler; başarılı olsan bile seni hep kötülerler, hakkında doğru bilgi aktarmazlar, ne yazık ki. Çünkü ufku dar, manen zayıf olanlar hep olumsuz şeyler söylerler. Ben bunlara alışık olduğumuzdan dolayı görevimi ve çalışmalarımı titizlikle yüksek seviyede yürütüyorum. Vatanım için, millet için daha faydalı görevler yapmaya gayret ediyorum. Şimdiye dek “Ankara İL” Gazetesi’nde 2500’den fazla tam sayfa yazılar yazmışımdır ve hala da yazıyorum. Azerbaycan-Türkiye ilişkileri, millî kültürümüzün tebliği ile en yüksek seviyede meşgul oluyorum. Bundan da keyif alıyorum. Buna göre de Bakan, Sayın Abulfes Garayev’in kibarca, “Sizi yakından tanımağım iyi oldu” sözünü ifade etmesi onun ne kadar insancıl, kibar, medeni, uygar bir şahsiyet olduğunu tastık ediyor.

Konuşma sırasında operalardan, tiyatro temsillerinden konuştuk. Beni etkileyen ve ruhumu okşayan “Eyalet temsillerinden uzak olmalıyız” ifadesine hayran kaldığımı ifade etmeliyim. Ciddi, fevkalade önemli ifade olduğunu vurgulamak isterim. Çünkü hayatta en çok sevmediğim vaka, insanlarını eyalet ruhuyla yerinde saymalarıdır; ufku, düşüncesi dar, mantığı basit, dili uzun insanlardan millete fayda gelmez.

Ben bu duyguların çok ötersinde yaratıcılığımı devam etmekteyim. Hâlâ 1978 yılında birgün Gara Garayev Bolşoy operasını aradı, beni yanına çağırdı. “Bestekârlar İttifakı”nda buluştuk, kahve içtik, operalar hakkında konuştuk. Ona bir soru sordum:

-Gara muallim, siz neden opera yazmıyorsunuz? Şimdi düşünüyorum da yaşamış olsaydı, mutlaka yeni bir tarihi opera yazacaktı. Çünkü “Boris Godunov” Operası onu çok etkilendiğini söyledi ve sözü Hüseyin Cavid’e getirmiş oldu. Ben kendisine “İblis” yazmayı teklif ettim. “Neden olmasın, ola bilir. Ama “Dede Korkut” ve “Oğuz” konusu da beni düşündürüyor, demişti… Ben bunun canlı şahidiyimdir. Çok yazık. Bunlar hakkında yeni kitabımda daha etraflı yazacağım...

Devamı Vardır…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.