Fidanlar ve ormanlar

Sefer Aşır Eraslan

Bu günlerde milyonlarca fidanın toprağa kavuşması veya başka bir ifade ile “fidanın toprakla buluşması” sloganlaştırılarak bir güzel işin müjdesi veriliyor. Milyonlarca fidan toprakla buluşacak lakin her toprağa kavuşan mutlu olamayacak. Çünkü bazısını toprak kabul etmeyecek, bazısı toprağı beğenmeyecek veyahut bazısı da kendi zayıflığı sebebiyle toprakta tutunamayacaktır. Yani çoğunluk hayat bulup boy boylayıp, dal budak salıp büyüyeceği gibi bazıları da kuruyup tekrar toprağa döneceklerdir. Bunlar tabii olanlardır. Bir de tabii olmayan durumlar olur. Yangın gibi, bir zalim baltanın devirmesi gibi veya hayvanattan gördükleri zararlarla yok olmaları gibi. Fidanların meyve verecek olanlardan seçilmesini tercih ederim. Fidan büyüdüğü zaman ondan faydalananlar olmalıdır. Faydalı olamayan ağaçlar, sadece varlığından fayda beklemek gibi yok denecek kadar az getirisi olan ağaçlar, tercih edilmemelidir. Daha düzlük olan yerlere zeytin dut badem fidanları dikilse ne güzel olur. Hele bir de ceviz fidanı dikilse gelecekte meyvelerinden de faydalansak. “Resmi ağaç” dediğimiz çamlardan ancak yeşil görüntüsü, suya fazla ihtiyacının olmaması ve yaz-kış yaprak dökmeden yeşil kalmasından faydalanıyoruz.

Azerbaycan’da bir güzel kelam-ı kibar vardır: “Meşe çakkalsız olmaz. ” Yani ormanda çakal mutlaka vardır. İnsan olarak sen de tedbirini buna göre almalısın. Topluma uyarlarsak bu sözü, toplumda olumsuz insanların da olacağını anlatır. Her insanın bir olamayacağını, her insan aynı kategoride değerlendirilemeyeceğini anlatır. Bunun bir benzeri söz de Özbeklerde vardır: “Gürüçnün (pirinç) içkerisinde taşı hem vardır”. Ne güzel değil mi? Tecrübe ile sabit olaylar ve bunlara göre söylenmiş özlü, veciz sözler. Pirincin taşsız olmayacağı elbette tabii haldeki temizlenmemiş pirinç için geçerli olandır. Toplumda her kalitede, her ahlakta, her vasıfta insan yaşar. Bunları yok etmek imkansızdır. Lakin bu olumsuzlara karşı diğerleri tedbirlerini alacaklardır.

Okullarımızı ve üniversitelerimizi bir ormana benzetirsek oraya aynen bu günlerdeki fidan dikme eylemi gibi öğretim yılı başlarında nice fidanlar dikilir. Bu fidanları diken, arzuludur. Hayalleri vardır gelecekle ilgili. Fidanın da hayalleri ümitleri ve beklentileri vardır yarınla ilgili. Bu onun varlığının durumunu belirleyecek en güzel zamanı işaret eder. Bu ormana dikilen her fidan da yeşerip boy boylayıp dallanıp budaklanıp hayat bulamaz. Kimi daha işin başında başka hayallerle yok olur. Kimi daha ileri safhada yok olur. Bazısı da yok olmaya kurumaya yüz tutsa da zar-zor tamam eder bu zorlu maratonu.

Nasıl ki ormana dikilen fidanların bazısı meyve verip faydalanmak veya boylanıp kerestesinden faydalanmak gibi beklentilerimiz varsa, üniversitelerimizde de o fidandan faydalanma yolları hesapları yapılarak büyütülmelidir. Sırf hayatta olsun, meyvesi faydası olamasa da olur” gibi bir anlayış hem fidana yazık etmektir, hem de fidanın varlık sebebine zarar vermektir. Ormandaki sararan fidanlara nasıl bir ihtimam gösteriyorsak, üniversiteli fidanlara da aynı hatta daha fazla alaka göstermek gerekmektedir. Çünkü insandır o. Bir insanın ziyanı gelecek nesilden binlercesinin ziyanı anlamına gelir. Hem “Faydasız ilimden sana sığınırım Allah’ım!” yakarışı bizim prensibimiz değil mi? Faydalı meyveli fidanlara hem de “yedi veren” fidanlara ihtiyacımız vardır.

Üniversitelerimizin özellikle de özel üniversitelerimizin birinci amacının ticari kaygılar olmaması gerekir. Devlet üniversitelerinde de amaç “salla başını al maaşını” anlayışı olmamalıdır. Çünkü fidanın birinci öncelik olmadığı bir ortamda kuruyan faydasız bir fidan ile baş başa kalacağız. Bilim üreten, bilim adamı yetiştiren kurumlar olmalıdır. (Gerçi şimdi bilim adamı yerine bilim insanı, iş adamı yerine iş insanı kelimesi kullanılmaya başlanmış. Böyle bir karar almışlar Milliyet gurubu yazarları. Yani kadınları da içermiyor bu “adam” sözü diye bizim elimizden “adamlığı” da aldılar bu kadınlar. Yoksa “bilim kadını, iş kadını” diyenlerin aklına “iş adamı” denilince kadın da geliyordu.) Evet her fidan meyve veremeyecektir. Bazısı meyve verirken bir diğerleri de kalabalıkta figüran olarak dolaşacaktır. Yani pirincin içerisindeki taş, ormandaki “çakal” olarak toplumda yer alacaktır. Bu doğal realitenin yanında, miktarın çok veya az olmasıdır esas önemli nokta.

“Kıyamet kopsa elinde bir fidan olsa onu toprağa yerleştirmek” bizim inanç sistemimizin güzel bir düsturudur. Haydi fidanları toprakla buluşturmaya! İmkanı olanlar da meyveli fidanlardan zeytin, ceviz, dut, badem… gibi fidanlardan dikmesi elbette güzel olur. Türk’ün yaşadığı her coğrafyada ya evinin önünde veya işyerinin etrafında veyahut da yaşadığı her mekanda ağaç, fidan ve hayat vardır. Özbekistan’da her su arkının kenarında dut ağacının olduğu gibi. Hem meyvesinden hem yeşilliğinden en önemlisi de yapraklarından ipek böceği vasıtasıyla iplik üretmekte faydalanmak gibi.

Bizdeki, “ormandan gelme” görgüsüzlerin, medeniyetsizlerin de toplumda varlığı elbette küçümsenemez. Toplumdaki ormanında yetişen bu keresteler de faydasız amaçsız bir hayat ile geçip gideceklerdir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.