Ne kadar güzel, ne müthiş bir deyimler sandığına sahibiz öyle değil mi sevgili dostlar? Kimileri çeyiz misali sandıkta durmaktan sararsa da, şayet o deyimleri kullanmada nokta atışı yaparsanız, taptaze, dalından yeni koparılmış bir meyve gibi ağızda muhteşem bir tat bırakabilir. Hele bir de, o meyve, mevsiminde olmadığımız halde koparılıp soframıza getirilirse, yeme de yanında yat olur adeta…
Buraya nereden geldik diyeceksiniz. Kimilerine göre klişeleşmiş olacak ama bakın anlatayım sizlere. Aslında bu anlattıklarımın herkesçe, özellikle de malum güruhun, biatkar topluluğu tarafından, gerçekten klişeleşmiş olmasını o kadar arzu ederdim ki sormayın gitsin!
Sevgili dostlar, öyle bir dönemden geçiyoruz ki; gören gördüğünü, duyan duyduğunu söyle(ye)miyor. Adeta insanlar dilleri lal olmuş, gözlerine mil çekilmiş misali sessiz ve kör vaziyettedirler. O kadar ki; zavallı insanlar üç maymunu oynamayı bırakıp, onlara üç-beş maymun daha ekler hale gelmişlerdir.
Sokakta, pazarda, işyerinde, okulda, toplu taşıma araçlarında velhasıl havada, karada, denizde ama her yerde izleniyor ve dinleniyoruz. Ya da geçen yıllar içinde maalesef öyle inandırıldık ve hissettirildik. İki kişi bir araya geldiğinde “Aman arkadaşım yerin kulağı vardır, kapat bu konuları, duyan da hükümete darbe yapacağız zanneder…” diye birbirimizi susturup da, yüreğimize kurt düşürmüyor muyuz? Ya da gidişatın kötülüğü hakkında birilerinin bir şeyler konuştuğu topluluğu hızla terk etmiyor muyuz? Veya sessizce durup (!) güya tavır koymuyor muyuz? Yıllardır, bağıra bağıra nice ezberlerin bozulduğunu bilip de, susarak gitmek nasıl bir şeydir bileniniz var mı acaba? Vardır vardır biliyorum.
Güzel yurdumun güzel insanları; operasyonların en tehlikeli ve en vahim olanının algı operasyonu olduğunu maalesef yaşayarak öğrendiğimizi biliyorsunuz. En kötü ve en acımasız yargının ise ön yargı olduğunu da biliyoruz artık. Öyle ki; bu iki olguyu, üzerine bir takım kumpasları da eklersek, ülkemizde çok acı bir şekilde tecrübe ederek öğrenmiş bulunuyoruz. Bu yüzden canım ülkemde son yirmi yıl içinde o kadar çok sular kabarıp taştı, evlerimizde hatta en mahrem yerlerimizde öyle su baskınları yaşandı ki; eşyalarımızın kullanılamaz hale geldiğini geçtim, boğulmamıza ramak kaldı desem inanın abartmış olmam.
Yüz yılın, canım özgürlüğünü elimizin tersiyle iterek monarşi (tek erklik) düzenine geçmek, yıllar öncesinde aklın ve mantığın alamayacağı bir şeydi. “Hadi canım, olmaz böyle bir şey!” Hatta “Yok canım, bize bir şey olmaz…” derdik. Bütün bu olanları rüyamızda görsek kesinlikle inanmazdık öyle değil mi? Olmaz, olamaz dediğimiz ne varsa her şey tek tek oldu ve oluyor...
Bütün bunlar olurken, ülkede öyle kuvvetli bir korku cumhuriyeti oluşturulmuştu ki, doğrular yanlış, yanlışlar doğru, aklar kara, karalar ak olmaya başlamıştı zaman içinde. İşte; dokunursa yandığını/yanacağını bildiği içindir ki; hiç kimse suya sabuna dokunamıyordu (!)
Güzel yurdumda birileri çuvalın emceğinden tuttu, ne var, ne yok her şeyi baş aşağı döktü ve hala dökmekte… İşin kötüsü bizler de bütün bu olanları sadece seyrederek, korkmaya devam etmekteyiz. Sanki korkunun ecele faydası varmış gibi… Sanki böyle onursuz, özgürlükten yoksun yaşamak ölmekten daha iyiymiş gibi! Hani diyorum ki; artık korkmasak, bir yerlerden başlasak, atalarımız gibi davranıp, ülkemizi kurtararak, Cumhuriyeti bir daha, yeniden ilan ederek, çocuklarımıza, torunlarımıza tertemiz, özgür bir vatan toprağı bıraksak kıyamet mi kopar?
Aslında bu dediklerimizi yapmazsak işte o zaman, bence kıyametin en büyüğü kopacak ve de kopsun varsın!
Bazı yörelerde ‘çerçi’ diye bildiğimiz kap-kacak, kırık leblebi, keçiboynuzu gibi yiyecekler ile gaz lambası camı vs. gibi günlük hayat gerekliliklerini medeniyetten uzak coğrafyalara, köylere taşıma metodu ile hizmet veren tüccarlara fincancı dendiğini duymuşsunuzdur.
Bu taşıma işlerinde, genellikle dik yamaç vadilere inen ‘çarşak’ (Dağ yamacında döküntü taş parçalarıyla kaplı arazi) kenarı patikalarda ‘kıç atarak’ dönen uzun şaseli bir binek ve yük hayvanı olan at tercih edilmezdi. Eşek ise kısa şasesi ile bu yollarda gereğinden fazla hızlıdır. Katır ise orta uzunlukta şasesi ile dar ve riskli dönüşlerde yan yan, temkinli yürüme becerisi gelişmiş ‘torku’ yüksek, kontrollü ve dayanıklı bir hayvandır.
Dolayısıyla fincancılar da sürat ve sarsıntı sebebi ile istemezler yükleri kırılıp zarar görsün, ondandır ki nakliyelerini katır ile yaparlardı.
İşte canım ülkemde, muhtemelen herkes dokununca yanacağını bildiğinden olsa gerek, hiç kimse fincancı katırlarını ürkütmek istemiyor açıkçası. Sonra da fincancılar, aslında kendilerinin bile asla inanmadığı bir şey söylüyorlar: “Türkiye bir hukuk devletidir!” Kısaca; güler misin, ağlar mısın durumu yani.
Bunca yıl boyunca o kadar çok hicvedilecek şeyler birikti ki, hangi birini söyleyeyim bilmiyorum. Eskiden sadece büyük olaylarla ilgilenip yasak koyarlardı. Şimdi en küçük mahalli gazetenin köşe yazarıyla, hatta lise öğrencisi çocuklarla dahi uğraşır hale geldiler. Onların korku cumhuriyeti oluşturduğundan söz etmiştim ya, şu yaptıklarına bakılırsa yarattıkları bu korku cumhuriyeti galiba en çok da kendilerini korkutuyor.
İşte o fincancı katırlarını ürkütmemeye çalışanlardan birisi de ben olduğum için maalesef hayatım kısıtlılık ve sessizlik içinde geçmiştir. Öyle zamanlar gelmiştir ki; karşı tarafın “kar” ettiği halde bir şeyleri “feda” edenin hep ben olduğum durumlar çok olmuştur. Dolayısıyla çıkan sonuçta fedakârlık yapan taraf hep ben olmuşumdur.
Neyse efendim, artık diyorum ki; gelin fincancı katırlarını ürkütelim gitsin! Ürkütelim ki; gizli-kapaklı ne var, ne yok çıksın açığa. Olanca fincan ve kâseler şangır şungur dökülsün yerlere ve kırılsınlar. Herkes bir kere de olsun eteğindeki taşları dökerek, bırakın elini, gövdesini taşın altına koyuversinler gayrı diyorum. Yoksa öyle şeyler olacak ki, deyim yerindeyse, bizim yapamadığımızı onlar yapacak ve fincancılar katırlarıyla birlikte neredeyse üzerimizde tepinecekler. Ya da tepiniyorlardır kim bilir ha! ne dersiniz?
Gelin dediğim gibi, hep beraber bir yerlerden başlayalım. Herkes kendince işin herhangi bir ucundan tutsun artık. Şimdiye kadar çok örneklerini gördüğümüz gibi, zira onlar birlik olmamızdan acayip ürküyorlar ve korkuyorlar. ÖYLEYSE FİNCANCI KATIRLARINI ÜRKÜTMEYE NE DERSİNİZ?
Yoksa bakın bu işin sonu; “KIRK KATIR MI? KIRK SATIR MI?” demeye kadar gidiyor haberiniz olsun!
Hayır hayır geç kalmadık, hala bir şansımız var!..