Çocukluğumda kuşluk vakti kuzuları eve getirip, köyün alt kısmında bulunan Kanlıgöl’de yüzer, acıktığımızda çevresinde bulunan bağlardan bostanlardan yolar, açlığımızı gidermeye çalışırdık Su içinde saatlerce kalıp oynayıp yüzmek, hareket etmek bizi iyice yorar ellerimizin ayaklarımızın derisini buruştururdu. İkindi güneşi fersiz de olsa, güneşe karşı köye doğru tekrar yürüdüğümüzde takatimiz kesilir, güneş ışıkları kulaklarımızı, burnumuzun üstünü kurutur, kahverengili morlu lekeler oluştururdu… Gücümüzün kesilip bir birimize dayanarak köyün altına kadar geldiğimiz bir gün, Gamer’in Ahmet’in oğlu Dursun’un evinin önünde bir kamyon ve kamyonun yanında da epeyce bir kalabalık gördük. Gördüğümüz kamyon bizi yeniden canlandırdı. Gidip ne olduğunu öğrenmek, kırmızı kamyonun karoserini, tekerleklerini okşamak, merdivenine tırmanıp sürücünün oturduğu yere, oturduğu zaman önünde kalan çeşitli göstergelere bakmak, toprak kokusuyla karışık havada asılı kalan katranımsı mazot kokusunu içimize çekip o coşkuyu yaşamak için koşarak kamyonun bulunduğu eve geldik.
Gamer’in Ahmet’in oğlu Dursun, şehre göçüyordu. Yakın akrabalar, konu komşu birikmiş, yüzlerde cenaze evlerinde görülen hüzün vardı. Ailenin yetişkinleri çok az konuşarak evden kamyona bir gün önceden belki de daha önceden yavaş yavaş toprak evin her köşesinde, her eşiğinde gözlerini bir birinden kaçırarak ağlayarak hazırladıkları yükleri bir bir kamyona taşıyorlar, asıl ağıtlarını üzünçlerini yüreklerinde kamyon yükleninceye kadar zor bekletiyorlar gibi kamyonla ev arasında başları yerde gidip geliyorlardı…
Kamyonun çevresini sarıp vedalaşmak için bekleyen köyün büyükleri de aslında bu gibi durumlarda ne konuşulacağını bilemediklerinden ilgisiz cümlelerle birbirine birşeyler anlattıklarını sanıyorlar, sesleri dipsiz kuyuda yankılanır gibi kesik kesik gidip geliyordu… Kamyon kasasının en önüne yatak yorgan, minder yastık gibi eşyalar, aralara mutfak malzemeleri, sofra sinisi ekmek tahtasını kap kacağı sıkıştırıp, üstünü kilimle örttüler. Ezilmemesi için olacak tezekleri en üste yerleştirip kamyon kasasının en önünden başlayıp arkaya kadar çaprazlamasına bağladılar. Kasanın arka tarafını ailenin oturması için boş bıraktılar…
Kamyon sürücüsünün kamyonun her tarafını kontrol edip, “Haydi binin, hazırız! Karanlık basmadan yola çıkalım” demesiyle göç edenlerle göç edenlerin köyde kalan yakınları, komşuları yüreklerinde beklettikleri acıları, hüzünleri ağıtlar halinde dışarı saldılar…
Göç acısı, ayrılık acısı bir perde olup önce kamyon ve çevresini daha sonra köyün üstünü kapattı… Şimdi ne horozlar ötüyor ne de köpekler havlıyordu. Bir bilinmeze, bir karanlığa, bir görünmeze doğru gidilecekti… Sabah kalktıklarında evin önündeki ambarı, yerli yersiz öterek tavukları kovalayan çil horozu, komşuya emanet ettikleri Karabaş’ı göremeyeceklerdi. Sığır güdenin;
“Ho ho ho, haydin sığır gidiyo, ho ho ho haydin sığır gidiyo!” diyen sesini duyamayacak, sığır güdenin ekmek toplayan karısı kapılarına gelemeyecek, dedi kodu edemeyip, komşularını çekiştiremeyecektiler...
Akraba olsun olmasın herkes duygulandı. Sadece kamyon sürücüsü metin, ketumdu. Kimbilir o da hangi zamanda hangi köyden yine böyle geçmişini, geçmişteki ayak izlerini anılarını, akrabalarını, arkadaşlarını köyünde bırakarak, aynı duygular içinde aynı korku ve hüzünle şimdiki göçünü götürdüğü şehre gelmişti. Kimbilir bunun gibi kaç defa köyden şehre, şehirden şehre göç taşımış belki de ondan yüreği nasır bağlamıştı… Ya da dışarı belli etmese de her seferinde bu göçen insanlarla kendi göç acısını yeniden yaşıyordu bilinmez!
Anneannemlerin şehre göçtüğünde daha da küçüktüm. Annem anneannem, teyzelerim birbirine sarılıp ağlamışlar, yaşım gereği ilgisiz ilgisiz bakıp neden ağladıklarını bir türlü çözememiştim. Ta ki ertesi sabah birlikte oynadığım yaşıtım olan teyzemin yokluğunu hissedinceye dek… Anılarımda bu göçle ilgili yanımızda bıraktıkları koskocaman bir ev ve önündeki yaşlı iğde ağacı vardır…
Ölümle göçün aynı olduğunu düşünürüm hep. Çünkü, göç’ te bir ayrılıktır. İkisinde de bir bilinmezlik, ikisinde de bir korku, ikisinde de bir kayboluş vardır. Ne kadar inançlı olursanız olun, ölüm korkutucudur, soğuktur. Bir bilinmeze yolculuktur… Bir yok oluştur…Evin köşesinde bir koltuğun boş kalması, sofradan bir tabağın yok olmasıdır…
Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan, İran’dan dünyanın çeşitli yerlerinden göçler geliyor, aileler geliyor, ülkemize sığınıyor… Ya da daha güvenli, daha huzurlu daha yaşanılır bir ülkeye geçmek için ülkemizi basamak olarak kullananlar var. Art niyetlileri saymazsak, bunların birçoğunun ülkesinde evi, işi, yanan bir ateşi, tüten bir ocağı vardı…
Kolaymıdır geçmişinizin üstüne bir sünger çekerek, varlığınızı bir bohçaya, ya da bir valize dolduracak kadar küçülterek, ateşin ihanetin, ölüm kusan silahların altında bir bilinmeze doğru yola çıkmak, göçmek!
Kolaymıdır, öpmeye koklamaya kıyamadığınız çocuklarınızı, eşinizi sevgilinizi annenizi, babanızı Akdenizin, Egenin karanlık sularında tanrılara kurban vermek! Kolay mıdır aşağılanmak…
Kolaymıdır hor görülmek, ezilmek, rencide edilmek, iğfal edilmek…
Emperyaistler parsa kapmak peşinde! Emperyalistler ülkelerin sınırlarını değiştirip devletçikler yaratarak daha kolay yönetmek peşinde… Emperyalistler dünyaya hakim olmak, kendi dinini, kendi dilini kendi adını yaymak peşinde… Emperyalistler, enerji kaynaklarının, Emperyalistler kıymetli madenlerin peşinde…Kendilerine taşeronlar, yerli işbirlikçiler bulma peşinde…Yağmalama yok etme tarih sahnesinden silme peşinde…
Suriye, Suriyeliler için en iyi çözüm; komşu ülke liderlerinin Suriye liderini tanıyıp bir masaya oturup, barışarak, ona (ESAD) yardımcı olup, ülkemizde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yok olan, ezilen hor görülen, sürünen, sürülen Suriye halkının tekrar ülkesine dönmesidir… Henüz geç kalınmış değildir.
Türkiye’de hükümetin Suriyeliler için harcadığı kırk milyar dolar, eğer SURİYE devletine hibe olarak verilseydi, belki de Suriye kalkınmasını tamamlardı… Şehit haberleri gelmez, Rusya Akdeniz’e inemez, ülkemizin sosyal ekonomik dengeleri bu kadar bozulmaz, ocaklara “ŞEHİT” ateşi düşmezdi...
SURİYENİN,SURİYELİLERİN, TÜRKİYENİN VE BÖLGENİN KURTULUŞU, SURİYELİLERİN ÜLKELERİNE GERİ DÖNMELERİDİR…
Saygılarımla…