Hz. Ebu Zer
Gazetemizde haftadan itibaren bir Sahabi Efendimizi (ra) size hatırlatıyor ve örnek hayatını kısaca yazıyoruz. Geçen hafta ilk olarak Mus’ab Bin Umeyr'i (ra) anlattık ve hatırlattık. Bu hafta Hz. Ebu Zer'i (ra) anlatmaya çalışacağız. Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) "ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz” buyurmaktadır. Gerçekten öyle, Sahabe Efendilerimiz (ra) her biri gökyüzünde birer yıldız gibi durmakta ve bizlere rehberlik sağlamaktadır.
İslam Ansiklopedisinde بو ذر الغفاري Ebu Zer Cündeb b. Cünâde b. Süfyân el-Gıfârî (ö. 32/653) başlığı altında aynen şu bilgiler mevcuttur:
Künyesiyle meşhur olduğundan adı âdeta unutulmuştur. Bu sebeple adının Berîr, Büreyr, Yezîd, Yüreyr, babasının adının Seken veya Abdullah olduğu da söylenmektedir. Haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfâr kabilesine mensuptur. Müslüman olmadan önce Ebu Zer‘in de yol kesip yağmacılık yaptığı, hatta kabilesinin en atılgan ve gözü pek yağmacılarından olduğu nakledilir. Ancak Gıfâr halkı gibi putlara tapmaz, onlardan nefret ederdi. Bizzat belirttiğine göre İslâmiyet’i kabul etmeden iki üç yıl önce Allah’a ibadet etmeye başladı. Hanîfler’le yakın ilgisi olduğu anlaşılan Ebu Zer, Mekke’de Hz. Peygamber’in bir olan Allah’a inanmaya davet ettiğini duyunca oraya gitti ve birçok güçlükten sonra Resûlullah’ı bularak müslüman oldu. Yine kendisinden nakledildiğine göre Hz. Peygamber Gıfâr kabilesinden birinin gelip müslüman olmasına hayret etmiş, Allah Teâlâ’nın dilediğine hidâyet nasip edeceğini söylemiştir (İbn Sa‘d, IV, 223).
İlk bedevî müslüman diye bilinen Ebu Zer’in dördüncü veya beşinci kişi olarak İslâmiyet’i kabul ettiğine dair rivayete göre bu olayın bi‘setin ilk yıllarında meydana geldiği söylenebilir. Kâbe’nin yanına giderek Müslümanlığını ilân eden Ebu Zer müşrikler tarafından kıyasıya dövüldü; ancak Abbas b. Abdülmuttalib’in araya girmesiyle ölümden kurtuldu. Ertesi gün yine aynı yerde müslüman olduğunu söyleyip dövülünce Hz. Peygamber onu, kabilesinin halkını İslâmiyet’e davet etmek üzere geri gönderdi ve çağrılmadıkça Mekke’ye gelmemesini istedi. Ebu Zer aldığı emri aynen uyguladı ve gayretleri sayesinde kabile halkının yarısı İslâmiyet’i kabul etti. Bu dönemde onun Kureyş kervanlarına baskınlar düzenlediği, bunlardan kelime-i şehâdet getirenlere mallarını geri verdiği, ele geçirdiği ganimetleri kabilesinden sadece müslüman olanlara dağıttığı rivayet edilmektedir (İbn Sa‘d, IV, 222, 224).
Ebu Zer Uhud (3/625) veya Hendek (5/627) Gazvesi’nden sonra Medine’ye hicret etti. Ashâb-ı Suffe ile beraber Mescid-i Nebevî’de yatıp kalktığı için her an Hz. Peygamber’in yanında ve hizmetinde bulundu. Hatta ashâb-ı Suffe akşam yemeklerinde zengin sahâbîlerin evlerine dağıtıldığı zaman bile o hep Resûl-i Ekrem’in evine misafir olurdu (İbnü’l-Cevzî, Telbîsü iblîs, s. 173).
Ebu Zer, Medine yakınlarında Gābe mevkiinde Hz. Peygamber’in sağmal develerine çobanlık ederken Uyeyne b. Hısn’ın baskınına uğradı ve çıkan çatışmada oğlunu kaybetti (Muharrem 6 / Haziran 627). Bu yılın muharrem ayında yapılan Zâtürrikā‘ Gazvesi ile şâban (aralık) ayında yapılan Benî Mustaliḳ Gazvesi esnasında Resûl-i Ekrem’in vekili olarak Medine’de kaldığına dair rivayetler zayıf görünmektedir. Aynı yılın şevval ayında (Şubat 628) Hz. Peygamber’in çobanlarını öldüren Ureyneliler’i yakalayan yirmi kişilik grubun içinde o da vardı. Emirlik isteği Hz. Peygamber tarafından uygun bulunmadı ve bu konuda yetersiz olduğu kendisine ifade edildi (Müslim, “İmâre”, 16-17). O günden sonra Ebu Zer ölünceye kadar hiçbir devlet görevine talip olmadı, verilen görevleri de kabul etmedi. Mekke fethinde ve Huneyn Gazvesi’nde kendi kabilesinin sancağını taşıdı. Hz. Peygamber onun hep yanında bulunmasını ister ve bazı konularda görüşünü alırdı. Resûl-i Ekrem son hastalığı sırasında da Ebu Zer’i yanına çağırtmış ve kendisini kucaklamıştı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifeliğe Hz. Ali’nin daha lâyık olduğu kanaatini taşımakla birlikte Hz. Ebu Bekir’e biat edildiğini görünce o da biat etti. Hz. Ömer’in hilâfeti söz konusu olunca hilâfetle ilgili görüşü değişmemekle beraber ona da biat etti. Hz. Ömer sahâbîlere maaş bağladığı zaman Bedir Gazvesi’ne katılmadığı halde Ebu Zer’i Bedrî kabul ederek ona Bedrîler kadar atâ bağladı. Bu dönemde muhtemelen fetihlere iştirak etmek üzere Suriye’ye gitti; kendisine bağlanan atâ ile cihad için at satın alıp besledi ve atları başka mücahidlerle nöbetleşe kullandı. Onun atlarının Humus’ta bulunduğu da söylenmektedir. Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’ün (18/639), daha sonra da Amr b. Âs ile Mısır’ın fethine (20/641) katıldı. Mısır fethedildikten sonra orada bir müddet kaldı. Hz. Ömer’in hilâfetinin son yıllarında Medine’de bulunduğu anlaşılmaktadır (İbn Sa‘d, II, 336).
Hz. Osman’a ilk biat edenlerden biri olmakla beraber onun yaşlılığı ve yumuşak tabiatı sebebiyle başarılı olamayacağından endişe ediyordu. Bu dönemde de fetih hareketlerinin içinde bulundu. Muâviye’nin idaresinde Ammûriye’ye kadar giden ordu ile Anadolu fetihlerine (23/643-44), yine onun Suriye valiliği esnasında yapılan Kıbrıs fethine katıldı. Suriye’de bulunduğu sıralarda Muâviye’nin bazı harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarfetmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetle eleştirdi. Ebu Zer’in bu görüşleri bilhassa fakir halk ile yönetime muhalif kimseler arasında ilgi gördü ve hem yönetim hem de zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına sebep oldu.
Suriye Valisi Muâviye ile araları açılınca Muâviye halkın onunla konuşmasını yasakladı ve kendisini ileri gelen bazı sahâbîlere şikâyet etti. Bu tedbirlerden bir sonuç alamayınca durumu Hz. Osman’a bildirdi. Hz. Osman Ebu Zer’i Medine’ye çağırdı (30/650-51). Görüşlerini açıklamaktan orada da vazgeçmemesi üzerine Rebeze’ye gidip orada yaşaması uygun görüldü. Medine’ye 3 mil mesafede Mekke yolu üzerindeki bir su kenarında bulunan Rebeze’de Gıfâr kabilesinin bazı mensupları zaman zaman çadır kurup otururlardı; kendisi de Hz. Peygamber zamanında zekât develerini burada otlatırdı. Hz. Osman, tenha olması ve burada Ebu Zer’in tanıdıklarının bulunması gibi sebeplerle bu yeri seçmişti. İbn Sa‘d ise Ebu Zer’in Rebeze’ye kendi isteğiyle gittiğini kaydetmektedir (eṭ-Ṭabaḳāt, IV, 227); buna karşılık Ya‘kūbî (Târîḫ, II, 172) ve muhtemelen ondan faydalanan Mes‘ûdî (Mürûcü’ẕ-ẕeheb, II, 350) onun Mekke, Basra, Kûfe veya Dımaşk’a gitmeyi arzu ettiğini, ancak Hz. Osman’ın bunu kabul etmediğini ileri sürmektedirler. Ebu Zer’in Rebeze’ye halife ile aralarındaki anlaşmazlık sebebiyle gittiği kesin olmakla beraber burayı hangisinin uygun gördüğünü tesbit etmek mümkün değildir. Hz. Osman’ın Ebu Zer’e Rebeze’ye giderken bir miktar deve ile iki hizmetçi verdiği, ayrıca günlük hesabıyla atâ bağladığı nakledilir (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 115). Ebu Zer ailesiyle birlikte Rebeze’ye hareket ettiği sırada Hz. Ali ile oğulları Hasan ve Hüseyin, Ammâr b. Yâsir ve Akīl b. Ebu Tâlib bir müddet birlikte yürüyerek onu uğurladılar.
Rebeze’de iki yıl kadar münzevi bir hayat süren Ebu Zer, Hz. Osman’ın isteği üzerine zaman zaman Medine’ye gidip geldi. Halifeye isyan edeceklerini söyleyerek kendisine liderlik teklif eden bazı yönetim aleyhtarlarına yüz vermediği gibi onlara halifeye bağlı kalmalarını ve onu küçük düşürecek hareketlerden uzak durmalarını tavsiye etti.
Ebu Zer el-Gıfârî, 32 yılının Zilhicce ayında (Temmuz 653) Rebeze’de vefat etti. Cenaze namazını, bir kafile ile oradan geçmekte olan Abdullah b. Mes‘ûd’un kıldırdığı söylenir. Evinde Ebu Zerr’e yetecek kadar kefen bezi bulunmadığı, kafiledeki bir gencin onu kendisine ait bezlerle kefenleyip cenaze namazını kıldırdığı da nakledilir. Bir rivayete göre ise cenaze namazını Cerîr b. Abdullah kıldırmıştır. Diğer bazı sahâbîler gibi Ebu Zerr’in de İstanbul’da Ayvansaray semtinde bir makam-kabri bulunmaktadır (İst.A, IX, 4860-4861). Hanımı, kızı ve bir hizmetçiden ibaret ailesine üç merkep, birkaç keçi ile diğer bazı hayvanların miras kaldığı ve Hz. Osman’ın ailesini Medine’ye götürüp kendi ailesi arasına aldığı zikredilmektedir.
Ebu Zer esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimseydi. İslâmiyet’ten önce yol kesen ve canlara kıyan bu sert tabiatlı insan İslâm’ın terbiyesiyle tamamen değişmiş, fakir ve düşkünlerin hâmisi olmuş, yaptığı bir kusurdan dolayı kendisini bağışlamasını istediği bir zencinin ayağının altına yanağını koyacak kadar mahviyetkâr, hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemeği yiyecek kadar mütevazi bir kimse haline gelmişti. Aynı zamanda cesur, doğru, açık kalpli bir kişiydi. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gökkubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur” demiştir (Tirmizî, “Menâḳıb”, 35; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 11). Allah’ın emirlerine te’vile kaçmadan uyar, cihaddan geri kalmaz ve dünyevî zevklere değer vermezdi. Rivayet edildiğine göre Ebu Zer, insanın helâl rızık kazanmak ve âhireti elde etmek için yaşaması gerektiğine inanır, üçüncü bir hedefi zararlı görürdü. Dolayısıyla paranın da aile fertlerine helâl lokma yedirmek ve âhiret yolunda sarfetmek için kazanılması gerektiğini söylerdi. Hz. Peygamber’in onun hakkında, “Ebu Zer yeryüzünde Îsâ b. Meryem’in zühdüyle yürür” dediği nakledilmektedir (Tirmizî, “Menâḳıb”, 35).
Ebu Zer’in ilmî kudret bakımından Abdullah b. Mes‘ûd’un dengi olduğu rivayet edilir. Hz. Peygamber’le devamlı bir arada bulunması ve aklına takılan her şeyi ona sorması sebebiyle ilimde üstün bir seviye kazanmıştır. Hz. Ali, Ebu Zer’in Resûl-i Ekrem’den elde ettiği ilimde âciz kaldığını ifade eden sözüyle (İbn Sa‘d, II, 346, 354; IV, 232) herhalde onun, bildiği her şeyi tam olarak öğretmeye ve yaymaya imkân bulamadığını anlatmak istemiştir. Çünkü Ebu Zer ömrünün büyük bir kısmını fetih hareketlerine katılarak geçirmiş, hayatının son döneminde de münzevi bir hayat yaşamak zorunda kalmıştır. Fakat ilmi yaymanın gerekli olduğuna inandığı ve Hz. Peygamber de kendisine bu yönde tavsiyede bulunduğu için, şartlar ne olursa olsun bildiği gerçekleri imkân ölçüsünde açıklamaktan geri kalmamış, duyduğu hadisleri rivayet etmiş ve kendisine sorulan konularda fetvalar vermiştir. Fazla hadis rivayet etmesi sebebiyle Hz. Ömer’in onu birkaç arkadaşıyla birlikte Medine dışına çıkarmadığı da söylenir (İbn Sa‘d, II, 336; Ahmed b. Hanbel, el-ʿİlel, I, 62). Halka bazı şeyler anlattığı bir sırada bir adamın Ebu Zer’e yaklaşarak Hz. Osman’ın kendisini bundan menettiğini hatırlatması üzerine, bir kelime de olsa Hz. Peygamber’den duyduklarını anlatmaktan geri durmayacağını söylemesi (Buhârî, “ʿİlim”, 10) onun bu konudaki titizliğini göstermektedir. Bununla beraber Ebu Zer’in rivayetlerinin en çok yer aldığı Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde tekrarlarıyla birlikte 281 hadisi bulunmaktadır; bu sayı Buhârî ve Müslim’de otuz üçtür. İlmî faaliyetlere yeteri kadar zaman bulamaması ve Hz. Peygamber’in vefatından sonra uzun yıllar yaşamaması, onun rivayetlerinin azlığının başlıca sebeplerini teşkil eder. Ebu Zer’den pek çok sahâbî ve tâbiî rivayette bulunmuştur. Enes b. Mâlik, İbn Abbas, İbn Ömer, Zir b. Hubeyş, Saîd b. Müseyyeb ve Atâ b. Yesâr bunlardan bazılarıdır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-zer-el-gifari)
Sevgili Peygamber Efendimiz'in (asm) Ebuz Zer için “yalnız yaşar, yalnız yürür ve yalnız ölür” şeklinde bir hadis-i şerifi mevcuttur. Aynen de öyle olmuştur. Uzak bir diyarda yalnız yaşadığı sırada vefat etmiştir. Çoğunluğun görüşlerine aykırı fikirleri vardır. Zenginlerin mallarını birikitirip de gösteriş yapmalarını değil "mallarından ihtiyaç fazlalarını fakirlere dağıtmalaırnı gerektiğini söylemiştir. Altın ve gümüşü Allah yolunda sarfetmeyip biriktirenleri” elem verici bir azap ile korkutan âyetlere dayanarak (et-Tevbe 9/34, 35) diğer sahâbîlerin aksine, ihtiyaç fazlası malın Allah yolunda harcanması gerektiğini savunur, hatta bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in de bu kanaatte olduğunu söylerdi.
Tüm Dünya'da fakirliğin ve gelir dağılımında adaletsizliğin arttığı bir ahvalde İslam'ın sosyal adalet fikrinin en büyük temsilcisi Ebu Zer'in görüş ve düşüncelerinin hayat bulmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.
Allah (ccc) Ebu Zer'den ebeden razı olsun ve bizleri de Ebu Zer yolunda yürüyenlerden, doğru sözlülerden ve sosyal adaletçi fikirleri savunarak uygulayanlardan eylesin. Amin.