GÖKYÜZÜNDEKİ YILDIZLAR-6

Ahmet Sandal

Hz. Abdullah Bin Revaha

Bu gazetede 6 haftadır Sahabe Efendilerimizi, örnek şahsiyetleri tanıtıyoruz, bilenlere de tekraren hatırlatıyoruz. Hayat öyle bir çizgidir ki, o çizgide yürürken, hem bedenin, hem de ruhun devamlı zinde ve diri tutulması şarttır. Çizgi sona erdiğinde, yol bittiğinde, artık hiçbir şeye gerek yok. Ancak, yaşayanlara öğüt vermek ve kendilerine örnek almaları gereken kişileri anlatmak ve dikkatlere sunmak zorundayız. Bunu bizden öncekiler gerçekleştirdi. Sahabe Efendilerimizin hayatını çocukluğumdan beri etrafımdaki kişilerden duydum ve hayatlarına gıpta ettim. Şimdi örnek şahsiyetleri anlatma görevi bizde.

Bu görev doğrultusunda, Hz. Mus’ab Bin Umeyr’(ra), daha sonra Hz. Ebu Zer’i (ra) tanıttık. Üç hafta önce Hz. Abdullah bin Mesud’u (ra) hatırlattık. İki hafta önce Hz. Zübeyr Bin Avvâm’ı hatırlattık. Gelen hafta da Hz. Talha bin Ubeydullah’ı anlattık. Şimdi Abdullah bin Revaha’yı örnek almanız için tanımanızı istiyorum.

Türkiye Diyanet Vakfı’nca çıkartılan İslam Ansiklopedisinde Abdullah bin Revaha hakkında رواحة بن عبدالله

Ebû Muhammed Abdullāh b. Revâha (ö. 8/629)

Şair sahâbî, Mûte Savaşı’nda şehid düşen üçüncü kumandan.

 

Hazrec kabilesinin Benî Hâris kolundan Revâha b. Sa‘lebe’nin oğludur. Muhadramûn şairlerinden olup sanatını yalnız Hz. Peygamber’i ve İslâm dinini savunmak, müşrikleri hicvetmek yolunda kullanmıştır. Resûlullah’ın onun için söylediği bilinen, “şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir” cümlesi şairlik kudreti, “şüphe yok ki kardeşiniz bâtıl ve boş söz söylemez” cümlesi ise kişiliği hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır.

Şuarâ sûresinin, “Şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” meâlindeki 224-226. âyetleri inince, “Allah benim de şair olduğumu biliyor, demek ki ben de onlardanım” diyerek teessürünü belirtmiş; bunun üzerine, “Ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna...” şeklinde başlayan 227. âyet nâzil olmuştur (bk. eṭ-Ṭabaḳāt, III, 528). Bunun üzerine Hz. Abdullah bin Revaha’nın tereddütleri gitmiş ve şiir yolunda devam etmiştir.

Abdullah b. Revâha’nın şairliğinin yanı sıra çok etkileyici bir hitabet gücüne sahip olduğu da bilinmektedir. Mûte seferine çıkan 3000 kişilik İslâm kuvveti henüz yolda iken, yakın bir yerde büyük bir Bizans ordusunun bulunduğu haberi alınmış ve geri çekilip takviye isteme fikri benimsenmişken Abdullah b. Revâha’nın, “şehitlik mertebesine erişmek için yola çıktıkları ve savaşma güçlerini de sayılarıyla silâhlarından değil, Allah tarafından kendilerine lutfedilen İslâm dininden aldıkları” yolunda söylediği etkili sözler üzerine bundan vazgeçilerek savaşmaya karar verilmiştir.

Abdullah b. Revâha okuma yazma bilmesi, hassas bir şair, hatip ve aynı zamanda mâhir bir muharip olması, yüksek cesaret ve şecaate, ayrıca ileri derecede zühd ve takvâya sahip bulunması gibi hasletlerinden dolayı Hz. Peygamber’in özel teveccüh ve itimadını kazanarak ashâb-ı kirâm arasında temayüz etmiş ve önemli görevler yüklenmiştir. İkinci Akabe Biatı’nda Medineli Müslümanlar tarafından on iki nakibin biri olarak seçilip Hz. Peygamber’in idarî yardımcılığı sayılabilecek böyle şerefli bir göreve lâyık görülmesi, onun Câhiliye dönemindeki itibarının İslâm’dan sonra da artarak devam ettiğini göstermektedir. Hz. Peygamber de onu, nakibliğinin yanı sıra ayrıca özel kâtipleri arasına almak suretiyle ikinci defa şereflendirmiştir. Abdullah b. Revâha Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşları ile Hudeybiye ve Umretü’l-kazâ seferlerine katılmış ve Umretü’l-kazâ’da umre süresince Hz. Peygamber’in devesinin yularını tutmuştur. Hadis de rivayet etmiş olan Abdullah b. Revâha’nın yüklendiği önemli görevler arasında, Bedir zaferinin müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine’ye koşarak götürmesi ve İkinci Bedir seferi (Bedrü’l-mev‘id) sırasında Medine’de Hz. Peygamber’in vekili olarak kalması da bulunmaktadır.

Abdullah b. Revâha’yı Hayber seferinden önce Hz. Peygamber’in dört kişilik seriyyenin kumandanı olarak Hayber’e göndermesi ve “Hayber’i gözetle, halkın arasına karış, ne konuştuklarını ve ne yapmak istediklerini öğren” emrini vermesi (bk. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, II, 92; Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 566), onun İbrânîce bildiği ihtimalini akla getirmektedir. Çünkü o devirde Medine ve civarında yerleşmiş bulunan Yahudilerin Mûsevî Arap olmayıp ırken İbrânî oldukları ve kendi dillerini konuştukları bilinmektedir. Ayrıca onun bu görevden döndükten sonra, otuz kişilik bir heyetin başkanı olarak Hayber’e elçi gönderilmesi ve fetihten sonra da Hayber mahsulünün ortakçı Yahudiler ile bölüşülmesinde yetkili kılınması, bu olaylardan daha önce ise Hendek Savaşı sırasında Benî Kurayza kabilesine gönderilen dört kişilik elçi heyetinde yer almış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.

Hicretin sekizinci yılında (629) Mûte seferine çıkan ordunun başına, Hz. Peygamber tarafından, kumandan vekilinin de ölmesi üzerine komutayı ele almak üzere üçüncü kumandan adayı olarak tayin edilen Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Hârise’nin ve onun arkasından Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in şehid düşmeleri üzerine sancağı almış ve o da şehid olmuştur.

Bazı kaynaklarda Abdullah b. Revâha’nın ahfadının çok saygı gören bir topluluk olarak asırlarca Endülüs’te yaşadığı ileri sürülmekte ise de (bk. İA, V/1, s. 416; EI2 [İng.], IV, 1187) birçok kaynakta, onun Ebû Muhammed, Ebû Revâha ve Ebû Amr künyelerini taşımış olmasına rağmen, şehid düştüğü zaman arkasında çocuk bırakmadığını kaydetmektedir (bk. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 526). Bu durumda “ahfad” tâbiri ile bizzat kendi torunlarının değil, akrabasının kastedildiğine hükmetmek gerekmektedir ki kız kardeşinin çocukları olan bu akraba arasında, ünlü şairler ve büyük dedeleri Revâha b. Sa‘lebe’nin adını taşıyan, künyesi Ebû Revâha olan kişiler de bulunmaktadır. Endülüs’te Benî Abdüsselâm adıyla tanınan bu topluluğun, Abdullah b. Revâha’nın sahâbîlerden Beşîr b. Sa‘d ile evli olan kız kardeşi Amre bint Revâha’nın oğlu Nu‘mân b. Beşîr’in Emevîler’e cephe alması üzerine Halife Mervân’ın emriyle öldürülmesinden sonra Endülüs’e kaçan bazı çocuklarından geldiği anlaşılmaktadır (bk. İbn Hazm, Cemhere, s. 363-365).

Kaynaklarda Abdullah b. Revâha’nın bir divanından bahsedilmemektedir. Az sayıdaki şiirleri, elliye yakın beyti İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde olmak üzere, ceşitli siyer, tarih, megāzî ve tabakat kitaplarında dağınık vaziyette bulunmaktadır. Velîd Kassâb, çeşitli kaynaklardan toplandığı 37 parça şiirini Dîvânü ʿAbdillâh b. Revâḥa ve dirâse fî sîretihî ve şiʿrih adıyla yayımlamıştır (Riyad 1402). Bu şiirlerden altı tanesi Câhiliye dönemine ait olup düşman kabile Evs’e mensup şairlerden Kays b. Hatîm’in Hazrec’e yönelik taşlamalarına verdiği karşılıklardan ibarettir. İslâmî devirdeki şiirleri ise, Kureyş müşriklerinin İslâm dini ve Hz. Peygamber aleyhindeki şiirleri ile sözlü saldırılarına cevap teşkil eden irticâlen söyelnmiş recezler şeklindedir. Bu recezler, edebî sanatlara ve fazla duyulmamış kelimelere yer vermeden sade bir dille söylenmiş olup halk tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek niteliktedir. Abdullah b. Revâha şiirlerinde Kureyş müşriklerini, devrinin diğer İslâm şairleri Kâ‘b b. Mâlik ve Hassân b. Sâbit gibi kabilevî ve şahsî kusurlarından dolayı değil, imansızlıkları ve ısrarlı küfürlerinden dolayı yermiştir.

Hz. Peygamber’in Ahzâb (Hendek) Gazvesi sırasında hendeğin topraklarını taşıyanlara yardım ederken, toza bulanmış vaziyette ashapla birlikte Abdullah b. Revâha’nın şu şiirini söylediği rivayet edilmektedir:

“Vallahi, Allah bize hidayet etmemiş olsaydı hidayete eremezdik
Ne zekât verir ne namaz kılardık
Kâfirler bize saldırdılar
Onlar fitne çıkarmak istediklerinde biz bundan çekindik
Bizden yardım istendiğinde geldik
Yardım isterken de bize güvenin
Yâ Resûlellah, sana canımız fedâ olsun, kusurlarımızı bağışla
Yâ Rabbi, düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı yerinde tut
Ve üzerimize sabru sebat ihsan et
Biz senin fazlu kereminden müstağni değiliz.”

(Velîd Kassâb, Dîvânü ʿAbdillâh b. Revâḥa ve dirâse fî sîretihî ve şiʿrih, s. 139-140).

(https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-revaha)

Peygamberimiz, Medineli Müslümanlarla Akabe mevkiinde görüştü. Aralarında çeşitli konuşmalar cereyan etti. Medineli Müslümanlar teker teker Peygamber Efendimize biat etmeye başladılar. Abdullah bin Revâha biat ederken, “Yâ Resûlallah! Sana 12 Havarinin İsâ’ya (a.s.) biat ettiği şekilde biat ediyorum.” dedi. Abdullah bin Revâha, Medine’de İslam’ın yayılması hususunda büyük hizmetlerde bulundu. O, putlardan aşırı derecede nefret eder, insanların cansız ağaç ve taş parçalarına tapmalarına hiçbir mana veremezdi. Onları bu sapıklıklarından kurtarmak için de elinden gelen gayreti gösterirdi. Hz. Ebû Derdâ henüz İslam’la müşerref olmamıştı. Bir putu vardı. Onu çok seviyordu. Abdullah bin Revâha, Ebû Derdâ’nın putlardan yüz çevirip imanın huzuruna kavuşmasını çok arzuluyordu. Defalarca onu İslam’a davet ettiyse de istediği neticeyi alamamıştı. Aralarında kan kardeşliğinden fazla bir samimiyet ve dostluk vardı. Ne yapıp etmeli, onu kurtarmalı idi. Bir gün onun evden çıktığını gördü. Baltasını eline aldı, putun bulunduğu odaya girdi. “Allah’tan başka tapılan her şey batıldır.” mealinde bir şiir okuyarak putu paramparça etti. Ebû Derdâ’nın hanımı gürültüyü duyup geldiğinde Hz. Abdullah’ın putu kırdığını görünce, “Ey Revâha’nın oğlu, sen ne yaptın? Beni mahvettin!” dedi. Abdullah bin Revâha hiç aldırış etmeden putu kırmaya devam etti. Onu iyice parçaladıktan sonra da çekip gitti. Eve geldiğinde hanımının ağladığını gören Ebû Derdâ, niçin ağladığını sordu. Kadın, olup biteni haber verdi. Ebû Derdâ ilk anda çok kızdı. Sonra, “Putta bir hüner olsaydı, kendisini savunur, korurdu.” dedi. Hidayet meşalesi göğsünde yanmaya başlamıştı. Gidip Abdullah bin Revâha’yı buldu ve Müslüman oldu.[3] Abdullah bin Revâha, Peygamberimizin mümtaz ve kahraman şairlerindendi. Müşriklerin küfür ve cehaletlerini yüzlerine vuran, onları his ve şuuru olmayan putlara tapmakla ayıplayan şiirleri, Resûlullah’ın takdirini kazanmıştı.

Abdullah bin Revâha, Peygamberimizin bütün emirlerini hiç tereddüt etmeden hemen yerine getiren bir sahabiydi. Bu, onun en belli vasıflarından biriydi. Bunun için de teslimiyette müstesna bir yere ulaşmıştı. Çünkü gönül verdiği insan, Allah’ın Resûl’ü idi; her emrinde bir hikmet, her hareketinde büyük manalar vardı. Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna geliyordu. Resûlullah da o esnada mescitte hutbe irat ediyordu. Abdullah bin Revâha mescide yaklaşmış, fakat içeri girmemişti. Peygamberimizin cemaate, “Oturun.” dediğini işitti. Bu emri duyar duymaz hemen bulunduğu yere çöküverdi. Peygamberimiz hutbesini bitirinceye kadar bekledi. Ashâb, Peygamber Efendimize: “Yâ Resûlallah, Abdullah bin Revâha’nın nerede oturduğunu görüyor musunuz? Sizin cemaate, ‘Oturun.’ diye emrettiğinizi işitince, hemen olduğu yere oturdu!” dediler. Peygamber Efendimiz, Abdullah’ın teslimiyetini ve itaatini gösteren bu hareketinden çok memnun oldu ve: “Allah, senin Kendisine ve Peygamberine olan itaatini artırsın!” diye dua etti.

Abdullah bin Revâha, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber Savaşlarına katılmış, Hudeybiye ve Umre Seferlerinde bulunmuştu. Abdullah bin Revâha, son olarak Hicret’in 8. senesinde vuku bulan Mute Savaşı’na katıldı. Peygamberimiz, Hâris bin Umeyr’i (r.a.) bir mektupla Rum kayserine göndermişti. Hâris bin Umeyr, Şam valilerinden Şurahbil bin Amr tarafından şehit edildi. Umeyr’in şehit edilmesi, Peygamberimizin çok ağırına gitti. Hemen 3000 kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd bin Hârise’yi kumandan tayin etti. Şayet Zeyd şehit olursa, Câfer bin Ebî Tâlib kumandayı ele alacak, o da şehit olursa orduya Abdullah bin Revâha kumanda edecekti. Hazırlanan ordu Resûlullah tarafından uğurlandı. Abdullah bin Revâha: “Ben herhâlde geriye, ailemin yanına dönmeyeceğim. Umarım ki şehit olacağım!” diyordu. Nihayet iki ordu Mute’de karşılaştı ve birbirleriyle kıyasıya çarpışmaya başladılar. Zeyd şehit oldu, sancağı hemen Câfer aldı. Câfer şehit oldu, sancağı Abdullah bin Revâha aldı. Elinde sancak olduğu hâlde, düşmanlarla çarpıştı ve şehit olarak ahirete irtihal eyledi.

(http://hatuniyekizihl.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/13/01/750201/dosyalar/2019_01/31111546_Abdullah_Bin_Revaha.pdf)

Abdullah bin Revaha, bir hassasiyet ve cesaret insanıdır. Şiirde acaba yanlış bir şey söyler miyim, acaba şiir yazmak doğru mudur? Şiirle ilgili ayet nazil olduğunda, “şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” şeklindeki ikazı duyduğunda, şiir yazmamaya kara vermiş ise de, , “ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna...” şeklindeki ayet ile huzur bulmuş ve şiire devam etmiştir. Mute Savaşında  şehadete cesaretle yürümüştür. Allah O’ndan razı olsun.  Bizi de aynen Abdullah bin Revaha yolunda kararlı ve isabetli eylesin. Amin

Yazımın en sonunda, Abdullah bin Revâha Uhud Günü şehid olan Hz. Hamza için söylediği şiirin bir kısmını sizlere takdim ediyorum:

“Ey Ebû Ya’la (Ey Hamza)!

Senin için binanın duvarları yıkıldı.

Sen ki şereflisin iyisin hakka ermiş bir kimsesin.

Cennetlerde sana Rabbinin selamı olsun ki,

O cennetlerin karışımı, zail olmayan daima nimetlerdir.

Haberiniz olsun Ey Haşimî sülalesi, ey hayırlı kimseler!

Sabredin, bütün işleriniz güzeldir ve yerindedir.

Rasulullah sabredici ve keremli bir kimsedir.

Konuştuğu zaman Allah’ın emrini ifade eder.

 

Evet, bir yazımızda daha bir Sahabe Efendimizi bilenlere hatırlattık ve bilmeyenlere tanıttık. Elhamdülillah. Haftaya inşallah, Zeyd bin Harise, öbür haftaya Câfer bin Ebu Talib ve daha sonraki hafta da Usame bin Zeyd hakkında bilgi sunacağız. Altı sahabe hakkında bilgi verdik, 3 sahabe hakkında da bilgi vereceğiz. Bu 9 sahabi ile yazı serimizi sonlandıracağız inşallah. Haydi hayırlısı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.