Büyük bir imparatorluğun varisi olarak dünyaya gelen Japon Prensesi Aiko'nun hayatı, sarayın gizemli duvarları ardında geçen katı geleneklerle şekillenmişti. Babası imparator, annesi imparatoriçe... Ve o, bu soylu çiftin tek çocuğuydu. Ancak, bu zenginlik ve unvanlar altında gizlenen bir yalnızlık ve sıkı kurallar vardı.
PRENSES DE OLSAN 3. YOLU HER ZAMAN KENDİN OLUŞTURMAN GEREK!
Aiko'nun geleceği, ailesinin beklediği gibi olmayacaktı. Geleneksel kurallara göre, babasının yerine geçmesi mümkün değildi ve ondan beklenen, soylu bir damatla evlenmekti. Ancak günün koşulları, bu beklentiyi gerçekleştirmeyi zorlaştırıyordu. Soylu bir damat adayı bulunmuyordu ve seçenekler daralmış gibiydi.
YA EVLENECEK YA DA MANASTIRA KAPANACAKTI...
Genç prenses, kendisine çizilen bu sınırlı yolu reddetti. Ya geleneklere sadık kalarak soylu biriyle evlenip unvanını koruyacaktı ya da iffetini muhafaza etmek adına manastıra kapanacaktı. Ancak Aiko, kendi özgürlüğünü aramak ve farklı bir yol bulmak istedi.
PEKİ O NE YAPTI?
Aiko, geleneksel kuralları bir kenara iterek kendisine bir iş buldu. Japon Dili ve Edebiyatı dalındaki yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra, Kızıl Haç ile iş birliği yapma kararı aldı. Bu karar, onun için sadece bir iş değil, aynı zamanda kendi kimliğini bulma ve topluma hizmet etme fırsatıydı.
Aiko, resmi görevlerini etkilemeyecek şekilde planlanmış bu işi kabul ettiğinde, sarayın dört duvarının ötesinde kendi ayakları üzerinde durma yolunda önemli bir adım atmıştı. Genç prenses, Japon Kızıl Haç Örgütü'yle birlikte çalışacak olmanın mutluluğunu yaşarken, geleceğini kendi elleriyle şekillendirme kararlılığını hissediyordu.