Türk Batı Cephesi Komutanlığı da 26 Ağustos için düşmanın bütün cephelerde taarruza geçeceğini tahmin etmekteydi. Nitekim Mustafa Kemal de sabah saat 04.00'de yayınladığı emirde: «Ordu, 26 Ağustos günü başlangıçta bütün cephede düşman taarruzunu bekleyecek, mevzilerini kesin olarak savunacak ve muhafaza edecektir» diyor ve savaşın daha çok düşman kuşatma kanadında yoğunluk kazanacağına dikkat çekerek: «1’inci Grup, düşman taarruzunda ordu sol kanadını kesin olarak elde bulunduracak ve gerekirse süvari tümenlerini feda etmek suretiyle meydan muharebesine ağırlığını koyacaktır» diye ekliyordu.
Gerçekten de Türk komuta kademesinin beklediği gibi 26 Ağustos sabahı erken saatlerde Yunan taarruzu bütün cephede başladı. Beylikköprü bölgesinde, demiryolunun iki tarafında, Yunan 7’nci Tümen birlikleri hücuma geçerken buradan kilometrelerce uzakta, güneyde 90 kilometre genişliği bulan asıl cephede de üç Yunan Kolordusu bütün kuvvetleriyle saldırıya geçmişti. Yakıcı Ağustos güneşi ağır ağır yükselirken kulakları sağır eden top ve makinalı tüfek sesleri, Anadolu bozkırında zorlu bir kavganın çığlığı halinde yankılanıp duruyordu.
CEPHE İLERİ GERİ DALGALANIYORDU
Albay Platis komutasındaki 7’nci Yunan Tümeni’nin Porsuk kuzeyindeki bir başka alayı da emrine alarak kuvvetli topçu desteğinde giriştiği taarruz, bazı küçük toprak kazancının ötesinde bir başarı sağlayamadı. Albay Kâzım (Özalp), komutasındaki üç tümenli Mürettep Kolordu’yu ve Albay Halit (Karsıalan) komutasındaki takviyeli bir tümenli 12’nci Grup birliklerini yerinde tutarak, bir kısım kuvvetleriyle Güney cephesine yardıma gitmelerine engel olmasıyla görevini fazlasıyla yapmış oldu.
Yıldız Dağı ve Toydemir sırtlarında ise akşama kadar süren nefes nefese savaşlar sonunda, daha önceki üç günde olduğu gibi, pek bir ilerleme gösteremediler. Türk tümenleri, genellikle mevzilerini korumuşlardı.
Üç gündür Mangal Dağı ve Türbe Tepe savaşları sonunda bir hayli yıpranmış olan Gruplarımız, aralıksız akşama kadar süren çetin çatışmalar sonunda mevzilerini koruyamadı ve yer yer çekilmeye başladı. Türbe Tepe’yi savunan 57’nci Tümen de üstün düşman taarruzları karşısında bu tepeyi kaybetti. Cephe ileri geri dalgalanıp duruyordu. Bugün iki taraf da varını yoğunu ortaya koymuş, bütün kuvvetlerini savaş alanına sürmüştü.
KOCA TABUR ERİMİŞ BİR BÖLÜĞE DÖNMÜŞTÜ
Bizim için durum, yine de tehlikeli ve kritikti. Cephe, her an kopabilecek bir yay gibi gerilmiş, elde doğru dürüst bir ihtiyat kalmamıştı. Aralıksız süren bugünkü savaşlar sonunda zaten az olan topçu cephanesi ve diğer silah mühimmatı büsbütün azalmıştı. Ertesi günü de düşmanın aynı şiddetle taarruzu halinde cephenin dayanıp dayanamayacağı, korkulu bir soru halinde kafaları kurcalayıp durmaktaydı.
Evet, her şeye rağmen ordu dayanıyordu. Türk savunması büyük baskı ve ateş altında yer yer bükülüyor, kırılıyor, çöküyor, fakat ilk yamacın kıyısında yeniden duruyor, yeniden direniyor, yeniden karşı koyuyordu. Alptekin Müderrisoğlu, o günün kayıpları hakkında aşağıdaki bilgileri verir:
«15’inci Tümen, 38’inci Alay, 1’inci Taburu’nun yirmi kişilik subay kadrosu, üç günlük çarpışmadan sonra altıya inmişti. Tabur Komutanı emir subayı, iaşe subayı ve dört bölükte yalnızca üç yedek subay teğmen.. Teğmenler bölük komutanlığı görevini yüklendiler, çavuşlarda takım komutanlığı görevini.. Üç günlük boğuşmanın şehit ve yaralı yitikleriyle koca tabur erimiş, bir bölüğe dönmüştü.»
Cephenin yarılma tehlikesinin ortaya çıktığı bugünde acaba çarıklı ayakları parçalanmış bu ordu ölüm kalım savaşının yaşandığı bu toprakları canı pahasına savunacak mı yoksa çözülüp Anadolu içlerinde kaybolup tarih sahnesinden silinecek miydi? Tabi ki Türk ordusu her neye mal olursa olsun Sakarya'da direnecek, artık hiçbir çarenin kalmadığı son ana kadar şansını bu mevzilerde deneyecekti. Bir yıl sonra aynı günde (26 Ağustos 1922) ise Büyük Taarruz’la son darbeyi indirecekti.
26 AĞUSTOS TÜRK TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR GÜNDÜR
26 Ağustos 1071 – Büyük Selçuklu hükümdarı Alp Arslan komutasındaki ordunun, Bizans ordularını yenmesiyle Malazgirt Meydan Muharebesi kazanıldı.
26 Ağustos 1921 – Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki emri: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.”
26 Ağustos 1922 – Türk Kurtuluş Savaşı: Türk Ordusu, Batı Cephesi’nde Yunan Ordusu’na genel bir taarruza başladı. Türk Ordusu Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa taarruzu bizzat Kocatepe’den idare ediyordu.
Eğer Sakarya Savaşı kaybedilmiş olsaydı, bunların hiçbirinin konuşamayacaktık. Zafere ve Cumhuriyet’e giden Sakarya Savaşı’na dönelim.
Sakarya Savaşı’nda günün önemli olayları:
26 Ağustos’ta düşmanın, Türk kuvvetlerini güneyden kuşatma ve cepheden yarma harekatı, cephedeki Türk kuvvetlerinin direnişiyle mevzii başarılarından ileriye gidemedi. Türk kuvvetleri, bugünden itibaren kesin sonuçlu bir meydan muharebesi yapmak üzere direnişe azmetmişlerdi.
Başkomutan Mustafa Kemal, 2’nci Grup mevzilerini terk etmek, 1’inci ve 2’nci Grupların da mevzilerini düzeltmek zorunda kalmaları üzerine son TÜRK yurdunun savunulmasında uygulanacak taktiği en veciz şekilde şöyle emretti;
“Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder, yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tabi olamaz. Bulunduğu mevziide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”
Ayrıca bir tedbir olarak Başkomutan, Milli Savunma Bakanı Refet Bey’e telgraf çekerek Hükümet ve Meclis’in Kayseri’ye taşınması için hazırlık yapmasını istedi. Tabii ki bu tedbir, Yunanlılar’ın bu günkü hızla taarruz etmeleri düşünülerek alınmıştı.
Kadim Koç
Polatlı Belediyesi Tarihi Alanlar Tanıtım Merkezi (POTA) Koordinatörü