Ankara’da peş peşe yaşanan ‘gürültü cinayetleri’ tüm dikkatleri ‘gürültü’ konusuna yoğunlaştırdı. TDK, “Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü; kavara” olarak tanımlıyor ama ‘gürültü’, insan ruhunda / bedeninde bu kadar basite indirgenmiş bir tanımın çok ötesinde tahrifat, tahribat yaratıyor…
Herkes gibi bendeniz de gürültüden çok etkilenirim. İşim müsait olduğu için, herkes uyurken çalışma yöntemiyle gürültüden mümkün olduğu kadar uzak kalabiliyorum. Buna rağmen ruh / beden sarsıntısı yaratan ‘kavra’lardan tümüyle kaçınmam mümkün olmuyor…
“Dinleyene bir anlam ifade etmeyen hoşa gitmeyen sesler”e gürültü diyenler de var ama keşke bu kadar basit olsa! Yasa koyucular da basit görmemiş olmalı ki, TCK’nın 183. maddesi; “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır” diyor. ‘Gürültü’yle ilgili birçok yasa maddesi ve yönetmelik bulunmasına rağmen önüne geçilemiyor…
Daha önce başka şehirler ve ülkelerde de ‘gürültü cinayetleri’ yaşandı ama Ankara’da peş peşe işlenen cinayetler, konu üzerinde önemle durulması ve hem bireyin hem de toplumun bu konuda bilinçlendirilmesini, farkındalık yaratılmasını zorunlu kılıyor…
Önceki gün Keçiören’de gürültü nedeniyle çıkan silahlı kavgada 1 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi yaralandı. Başkentte aynı gün meydana gelen gürültü sebepli komşu kavgasında ise 2 kişi hayatını kaybederken 2 kişi de yaralandı… Bu olaylardan üç gün önce de çok kanlı bir olay yaşandı. Bir kişi, gürültü yaptığı gerekçesiyle, çocuk yaşlı demeden komşu evinde 5 kişiyi öldürdü…
23 YIL ÖNCEYDİ… 14 MART 2001 TARİHLİ YAZIM
“Mücadele edilmesi gereken bir kirlilik...” dediğim ‘gürültü’ özellikle son 30 yılda tahammülü zor bir kirliliğe dönüştü. 14 Mart 2001’de “Gürültü’ye Gidiyoruz!” başlı yazıma konu olan gürültüyle ilgili 23 yıl önceki gelişmeleri o yazımdan alıntılarla özetliyorum:
***
1998-99 yılları gürültü ile mücadele bakımından oldukça hareketli geçmişti.
Çevre Bakanlığı, toplumun huzur ve sükunu, beden ve ruh sağlığını bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesi amacıyla hazırladığı “Gürültü Kontrol Yönetmeliği”ni, günün koşullarına göre yeniden düzenlerken, Bakanlık, gürültü kirliliğinin önlenmesinde doğrudan denetim yapma gücünü sahip oluyordu...
1999 yılının yaz aylarında özellikle tatil beldelerindeki işletmecilerin büyük tepkisi ile karşılanan ve büyük gürültü koparan, ancak pabuç bırakılmayan gelişmelerin öncesini, o günlerde yayımlanan şu haberde görmek mümkün:
“Gelişen teknolojiye paralel olarak, gürültü limit değerleri artık Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanacak tebliğlerle belirlenecek.
Sanayi, yol ve inşaat makinaları gibi değişik gürültü kaynakları ve bu kaynaklardan yayılmasına izin verilen maksimum ses gücü düzeyleri, imal ve ithal edenler tarafından, gürültü kaynağı üzerinde etiket ile gösterilecek.
Gürültü kaynağı olarak belirlenen makine, araç, gereç ve benzerlerini bulunduran yeni açılacak işyerlerinin, yönetmelikle getirilen şartlara uygunluğu, valilik ve belediyelerce ‘Gürültü Kontrol Belgesi’ ile belgelendirilecek.
Yerleşim bölgelerinde trafik gürültüsü için verilen 35 dBA’nın (desibel) Türkiye için sağlanamayacak kadar düşük bir değer olduğu göz önünde tutularak, temel kriter 45 dBA’ya yükseltilecek.
(…)
Radyo, televizyon, müzik aletleri ve benzeri araçları, oturma alanları ve yakın çevresi ile gürültüye hassas bölgelerde, toplu taşım araçlarında, kamuya açık sulardaki bir deniz aracı içinde veya diğer alanlarda ve kamunun geçit hakkı olan alanlarda 15 metre mesafede dahi gürültü rahatsızlığı meydana getirebilecek şekilde çalmak yasaklanacak. Böylece, gürültünün günün her saatinde insanları rahatsız edeceğinden hareketle, saat sınırlaması kaldırılacak.
Sadece özel mülklerde değil, kamuya ait mülklerde de menfi etkilenme sınırlarının üzerinde titreşim meydana getirecek bir aracı çalıştırmak veya çalıştırılmasına izin vermek yasaklanacak.
Tabanca ve tüfek atış poligonlarının konut ve yerleşim alanları ile gürültüye duyarlı tesislerin bulunduğu yerlerde açılmasına izin verilmeyecek.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca yayımlanan tebliğlerle belirlenen makine, araç ve gereç, ulaşım araçları ve benzerlerini kullanan ve işletenler, gürültü düzeylerini 5 yılda bir ölçüm yaptırarak belgelendirmek zorunda olacak.
Büyükşehir belediyelerince ve turistik yörelerde mahallin en büyük mülki amirince, “Gürültü Kontrol Büroları” kurulacak.
Müzik yayını yapan ve yeni işletmeye alınacak işyerlerinden kaynaklanan gürültünün kontrol altına alınabilmesi amacıyla ‘izolasyon’ şartı getirilecek ve gerekli izolasyonların yaptırılması için 3 yıllık süre verilecek”
MÜCADELEYE DEVAM...
Hal böyle olunca, eğlenmek isteyen turistlerin kulak zarlarına göz dikenlerle; evinde, yazlığında, çay bahçesinde veya sahil kenarında kafa dinlemek isteyenlerin mücadelesi iyice kızıştı...
“Bu uygulamalar memlekette turist bırakmaz” diyenlerin serzenişleri ile, sessizliğin tadını çıkaranların “oh bee!” çığlıkları birbirine karışırken, 2000 yılı haziran ayına gelindi.
Yeni turizm sezonunda da gürültü ile mücadele açısından kararlı bir tavır sergilenmeye başlandı.
Bu çerçevede tüm illerin valilerine bir genelge gönderen İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, araçların korna çalması, konvoy yapılarak vatandaşın rahatsız edilmesi ve mevzuata aykırı sembol, resim, ilan asılmasına izin verilmemesini istiyordu.
Bakan Tantan’ın genelgesinde; araçların gürültü kirliliği yapmasına engel olunması istenirken, araçların, vatandaşların can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde konvoylar oluşturduğu, konvoyda yer alan araçlardan sarkma suretiyle yaralanmaların ve ölümlerin meydana geldiği, çalınan korna ve klakson seslerinin halkın huzuru bozduğu kaydediliyordu…
***
Evet, gürültü kirliliği uzun zamandan beri insan sağlığı açısından bir tehdit oluşturuyor ama son dönemde artan cinayetler konuya daha ciddi biçimde eğilmeyi gerektiriyor…