Bahattin Demiray
Yedi kat semânın da ötesi olan Sidretü'l-Müntehâda bulunan Beyt-i Mâmûr'u melekler inşâ ederken, onun yeryüzündeki izdüşümü olan Kâbe'yi de Hz. Âdem inşâ etmiştir. Kâbe, târih boyunca 11 defâ yıkılıp yıkılıp yapıldıktan sonra en son şimdiki hâliyle Sultan 4. Murat tarafından yaptırılmış ve günümüze kadar da hiç değişmeden gelmiştir.
1518'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethetmesiyle zamânın Mekke Emîri Şerif Berekât, Yavuz Sultan Selim Hân'a Kâbe-i Şerîf'in anahtarlarını teslîm etmiş ve böylece Yavuz, Sultanı “Hâkimü'l-Haremeyn” unvânını tevâzu göstererek bu unvânı “Hâdimü'l-Haremeyn” olarak değiştirmiş. Bundan sonra da Osmanlı Sultanları, tüm yeryüzü Müslümanlarının lîderi olarak son halîfe Abdülmecid Efendi'ye kadar bu unvânı taşımışlardı. Haremeyn hizmetçiliği unvânını öylesine benimsemişlerdi ki, başlarındaki kavukların tam ortasına, mücevherlerin arasına yerleştirdikleri süpürgeyi andıran tavus kuşu tüyleri, Kâbe'yi süpüren süpürgelerdi. Hizmetçiliğin sembolü olarak bu süpürgeleri mücevherlerin arasına yerleştirerek kavuklarına sorguç diye takıyorlardı.
Haremeyn hizmetlerinin Osmanlılara geçmesiyle bu kutlu topraklarda yepyeni bir dönem başlamış, Peygamberimiz ve ashâbının hâtırâlarını barındıran eserler, tâmir edilmiş veya yeniden yapılmıştı.
1610 yılında yağan şiddetli bir yağmur Kâbe'yi basan seller sonucu tahrip olmuş, Sultan 1. Ahmet, Kâbe'yi temeline kadar yıktırıp yeniden yaptırmak istemiş, Şeyhülislâm'dan fetvâ istemiş: “Kâbe'yi temeline kadar yıktırıp 1 taşı altun 1 taşı gümüş olmak üzere yeni baştan yaptırmaktır murâdımız” demiş. Şeyhülislâm muvâfık bulmamış ve “ Sultanım, Kâbe'yi aç gözlü küffârın hedefi hâline getirmek mi dilersiniz. Bırakın Peygamber Efendimiz zamanındaki hâliyle taş binâ olarak kalsın. Zîrâ Yüce Allah dileseydi Kâbe'yi zümrütten zebercetten yapardı” diyerek isteğine karşı çıkmış.
Gerek hac da gerek de Umre de gözyaşıyla Rabbımıza af dilenme, kulluğun arz makamı olduğu yeriyken, Kardeşlerimizin Allah c.c. Hac ve umrelerini kabul etsin. Beytullah'ın önünde selfie çekip poz veriyorlar. Kendi fotoğraflarını çekip sosyal medya üzerinden paylaşmak, giden hacıların bir parçası haline gelmiş durumda. İnsanlar hayatlarının herhangi bir anını selfie haline getirip tanıdıklarıyla paylaşıyorlar. Bu duruma inan çok üzülüyorum. Tavaf edilen mekanda resim çekilmez. Orası halıka mahlukun arz makamıdır. Gözyaşı dökerek af talep yeridir. Pür dikkat kulluğu ifa etmek için bulunulan kutsal alandır.
Diyanet işleri başkanlığı bu konuda tüm İslam ülkeleri dini kuruluşlarıyla birlikte ortak karar alması ve Beytullah'a jamer yerleştirip telefonları kilitleme ve o mekanda fotoğraf çekimini yasaklaması için gerekli çalışmalar yapması gerekir. Seyahatle ibadet birbirine karışmış durumda.
Yapılan Hac ve umre hem manevi ve insanı boyutumuzda bir eksiklikleri de gözler önüne sermektedir. Bin yıl İslam’ın temsilcisi olan biz Türkler, maalesef en agresif, tartışan kalp kıran, sabırsız ve tahammülsüz hacılığı sergilemekteyiz.
Asansörde, yemek kuyruğunda, servislerde, gezi yerlerinde ve kutsal mekan Kabe de, kalp kırma gönül yıkmada, en önde gelen bir millet durumundayız. Bunun sebeplerine baktığımızda yaklaşık tarihte yapılan karalamaların ve medyanın etkisi söz konusudur. Götüren firmaların hacıları eğitme ve yapacakları davranışlar konusunda rehberlerinde yetersizlikleriyle, Diyanet işlerinin de bu konuda aydınlatıcı gerekli bilgileri vermemesi söz konusudur.
Önemli olan tavafta verilen Nasuh Tövbesi sözünü hayata yansıtmak, Ülkemize gelince de H’si düşmüş hacı olmamaktır.
En güzel uyumlu ve bir dayanışma içinde olan hacılar ise, Endonezya, Malezya, Pakistan, Afrikalı ve Habeşistan’lı hacılar oranın ruhunu kavramış ve yaptıkları davranışlarıyla da, tevazu, hoş görü, sabır, mümin şahsiyetleriyle de adete örnek tavrı teşkil etmektedirler. Her keder bir kader ile takdir edilir. Kedere değil kadere teslim olan tathir edilir. Selam ve duayla.