Bugünkü ekonomik gelişmişlik tablosuna bakıp ta iyimser olmak mümkün değil. Üstelik ekonomist falan olmaya da gerek yok. Şayet bir toplum özgürse üretebilir. Özgür olan toplumlarda rekabet olur. Bugün yemekten-içmekten tutun da giyime kadar her şey çoğunlukla tekelleşmiş durumda. Özgür olan toplumlar fikirlerini çoğulcu bir sesle seslendirirler ve sonuçta doğru olan yolu bulurlar. Özgürlüğü kısıtlanmış toplumlar hadım edilmiş erkeğe kısırlaştırılmış kadına benzerler. Üretimini çeşitlendiremeyen çoğaltamayan küçük girişimcisine fırsat tanımayan toplumlar da üretimde ki tekellerin baskısıyla yok olmaya mahkûm kalırlar. Tıpkı demokrasisini-yargısını-özgürlüklerini hadım etmiş toplumlarda olduğu gibi siyasetini de ekonomisini de geliştiremezler. Tek çıkmaz sokakları ithalata dayalı kalır.
Akademisyenlerini-gazetecilerini-siyasetçilerini yiyen öğüten bir toplum da bilimsel gelişme olur mu? Bilim ilerler mi? Teknoloji gelişir mi? Demokrasi ve hukukta gelişme olur mu? Ülkedeki bütünlüğü bozacaksın, ayrıştırıp insanları kutuplaştıracaksın, savaş çığlıkları atarak barışı unutacaksın, bu ülkenin kurucu değerlerine darbe üstüne darbe vurup Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal’e olmadık hakaretlere çanak tutacak ve göz yumacaksın sonrada ekonomide gelişme bekleyeceksin. Bütün bunlar istikrarı ülkedeki huzuru ve yatırım ruhunu köreltmeyecek mi? Öğle ulu orta meydan okumalarla yaptım oldularla rakamlarla oynamalarla gelişme sağlanmıyor.
Ekonomik gelişme kaydedebilmek için uzlaşma gerek, barış gerek, oevlet aklıyla yönetilen liyakat gerek, özgür bir toplum gerek. Ötekileştiren kavga ve inatla mezhep üzerinden yürütülen siyaset ancak böyle bir ekonomiyi ve dış siyasetteki yerimizi belirler. Yaşadığımız bu ülkede ortak paydamız bizi birleştiren ve pekiştiren Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Onu da iki sarhoş diye çizdiniz karaladınız. Kırılan heykellerine seyirci kaldınız. Ne asker bıraktınız ne polis ne gazeteci ne akademisyen, ne yargı kaldı ne hukuk. Hukukun yerini Kanun Hükmünde Kararnameler aldı. OHAL aldı. Umarız bu böyle gitmez köklü bir ekonomik yıkıntıya girmeyiz. Yoksa ekonomi denen bataklık her kesimi içine çekmek üzere.
Türkiye’nin, İran ya da bir başka az gelişmiş Ortadoğu ülkesine benzemesi veya dönmesi mümkün değil! Buna özenmemek gerek. Ya yine kendi Cumhuriyet değerlerimize geri dönerek kendimiz olacağız, ya da böyle sürüncemede kalıp biri birimizi yiyerek tüketeceğiz. Var oluş değerlerini tüketen toplumlar üretemezler. Ancak laf üretirler o da havanda su dövmenin ötesine gitmez. Bize devlet aklıyla hareket eden liyakat sahibi değerler lazım. Onu da mahpushanelerde çürüterek tüketmeyelim. Toplumsal barışı meydan okumalarla ancak üretimden-bilimsellikten-demokrasiden-Hukuktan soğutursunuz. Sahip olduğunuz yönetim anlayışı toplumun bütününü kucaklarsa ve bunu amaç haline getirirse ülke bir yılda toparlanır yeniden üretir duruna gelir.
Bütçeye bakın geçen yıl 5,5 milyar fazla veren bütçemiz bu yıl 3 milyar açık verdi. TÜİK verilerine göre gençlerde işsizlik %23,3 oranına ulaştı. Ekonomimiz durmadan kan kaybediyor. Piyasadaki sıcak para girişinde ve dövizde küresel şartların izin verdiği ölçüde bir iyimser hava oluşmasına rağmen gelecek endişesi var. Piyasa hareketli değil. Türkiye’nin 17 Nisan sonrası geldiği dönemde ekonomik alanda atılım yaparak reformlarını hayata geçirmesi gerekir. Ekonomideki kısıtlamaları ve hassasiyetleri azaltabilecek tasarruf oranlarının artırılması, dış finansmana bağlılığın azaltılması, üretimin artırılması, üretime dayalı istihdam alanlarının yaratılması, ekonomimize istikrar kazandırabilecek gelişmelerden olabilir. Önümüzdeki dönemde reformlar konusunda piyasalar yüksek beklenti içerisindedir. Ancak politik risklerin hala bu gelişmeleri baskıladığı gerçeği de ortada.
Geçici palyatif önlemlerle gümrük vergilerini düşürerek nohut, fasulye, kırmızıbiber, et ve buğday ürünlerini ithal yerine, üreticiyi destekleyecek teşviklere üretim ekonomisine giden yola girilmesinde yarar vardır. Makyaj tedbirlerle kalkınma olmaz. Ekonomide gelişme kaydedilemez. Yıllardır izlenen yanlış tarım politikaları yüzünden üretici tarım alanlarını ekemez oldu. Tarım ürünlerimiz ülke tüketimine yeter durumda iken ihracatını bile yaptığımız ürünleri yanlış tarım politikaları yüzünden ithal eder duruma düştük. Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine sığır ihracatı yapan ülke iken, ithal edilen ete kasaplık yapan bir ülke olduk.
Tarımsal ürünlerdeki girdi artışlarını karşılayamayan çiftçi bunu fiyatlarına yansıtamayınca üretimden de vazgeçmektedir. Tarım Bakanlığı ülkedeki tarım ürünlerinin ekiminin planlanmasından teşvikine, tarımsal ürün üreticisine bankaların vereceği faizsiz destek kredilerine ve bu ürünlerin piyasadan alınıp Toprak Mahsulleri Ffisince satın alınıp depolanmasına, satış ve ihracatına kadar izlenen yolda sorumluluk taşımaktadır. 80 milyon nüfusa sahibiz Hollanda’nın 7 katı tarım alanımız var ancak Hollanda’nın tarım ihracatı 100 milyar doları aşıyor. Biz ne kadar tarım ürünü ihraç edebiliyoruz 18 Milyar dolar kadar. Lafa gelince de işkembeden sallamak bedava “Bizi kıskanıyorlar” diyerek kendimizi kandırıyoruz.
Ya biz dünyayı okuyamıyoruz ya da biz bu işi beceremiyoruz. Sizce hangisi?