Anadolu'da İlçe pazarlarına güneş doğarken sırtları yağır eşeklerle, atlarla, cılız atların çektiği at arabalarıyla ya da yaya yürüyerek seklem yüklü hayvanlarının yanında giren köylüler, pazar yerinde hayvanlarının sırtındaki yükü indirdikten sonra en yakın bir handa eşeklerini hancıya emanet ederler, sonra tekrar pazar yerine çuvallarının başına dönerlerdi.
İlçenin dört bir yanından yağmacı Moğol ordusu keşmekeşliğinde at kişnemesi, eşek anırması, inek öküz böğürmesi koyun keçi meleme sesleri arasında giren pazarcıların hayvanlarının, korkuyla çıkardığı dışkıya karışan tozlar, köfte sucuk tezgahlarının boğduğu acılı kekremsi yağ kokusuna karışır, o günün akşamına kadar ilçenin göğünde yapış yapış asılı kalırdı...
Bir gün öncesinden gelip bir hana yerleşmiş olan cambaz ekibi, pazar yerine yakın bir boşlukta direklerini dikip iplerini germiş olurlar, hevesli bir kaç çocuğu, pazaryerine salarlar, ellerine verdikleri hunilerle bağırtarak, çarşı pazar dolaştırıp müthiş (!) gösterilerinin reklamını yaparlardı.
Cambaz gösterileri önce, küçük basit skeçler, sihirbazlık gösterileri ile başlayıp sürerken, pazarda iki keçisini, iki kile buğdayını ya da iki tavuğunu satıp, parasını cebine koyan köylülerle çarşı esnafı, meraklı çocuklar gösteri alanını hınca hınç doldururlardı.
"Pazar sonuna kalınırsa fiyatların düşeceği" varsayımıyla hareket eden, alışverişlerini gösteri bitimine erteleyerek cambaz gösterisinin kalabalığına katılan köylülerin yanında çeşitli tip ve kılıkta insanları görürdünüz...
En son cambaz gösterisine sıra geldiğinde, cambaz aşağı yukarı yirmi metre uzunluğunda ve iki buçuk üç metre yüksekliğindeki direklere gerdirilerek hazırlanmış ip üzerinde elinde denge çubuğuyla bir o yana bir bu yana düşecekmiş gibi eğilip doğrularak, yalpalayarak gösterisini sürdürürdü.
Seyircilerin heyecanı dorukta, gözleri ip üstündeki cambazda, ağızlar açık, cambazla beraber eğilip doğrulurken düşecekmiş gibi sağa sola yatıp kalkılırken, kalabalığın arasına seyirci gibi karışıp, onların coşkusuna, hayretine ortak olan (!) yankesiciler, gariban köylünün pazar parasını çarpıp oradan uzaklaşmış olurdu.
Cambaz bir uçtan bir uca ip üstünde gösterisini tamamlar. Kendini direğin emniyetine verip seyirciyi selamlar, tevazu (!) içinde alkış beklediğini ima edip;
"Hani ya şak şak(!)
Hani ya şak şak(!)"
diye bağırdığı sırada;
Seyirciler arasında üstlerinde bir hafiflik hissederek cebini yoklayan gariban köylülerin;
"Yandım Allah yandıım (!)
Soyuldum arkadaşlar!
Cüzdanım yok, gitti paralarım!"
Gibi umutsuz haykırışlarla telaşlı koşuşturmalarını görür, acıklı feryatlarına tanık olurdunuz...
8 Kasım 1991 tarihli Milliyet Gazetesinde okumuştum; Rahmetli Süleyman Demirel, bir yurt gezisi sırasında otobüsünden indiğinde bir grup tarafından;
"Yallah" deyip omuzlara alınmış:
"Kurtar biz babaaa (!)
Kurtar bizi babaaa (!)
çığlıkları arasında sırtlanıp götürürken gruba dışardan katıldığı sanılan bir yankesici cebinden cüzdanı çekmiş, parasını ve kredi kartlarını çalmıştı...
Bu konuda Rahmetli Erdal İnönü sağlamcıydı (!)
Otobüsten ya da arabadan indiğinde kendisini yakalayıp omuzlara almak isteyenlerden önce kaçıyor, yakalanacağını aklı kestiğinde ise yüzükoyun, kolları bacakları açık bir şekilde yere uzanıyordu. İnönü böylece sırtlanıp omuzlara alınmaktan kurtulmuş oluyordu...
Dün Reyiz'in EYT' sorununun müjdesini verdiği salonda büyük coşku beklemiş olmalı ki, aradığı o coşkuyu bulamayınca kızıp;
"Hani ya şak şak (!)"
(Neden alkışlamıyorsunuz!) dediğini gazeteler yazdı.
Ne yapılırsa yapılsın, devlet şu anda; "İki yakası bir araya gelmez" durumda savrulmaktadır (!)
Saygılarımla...