Her kişiye, kuruluşa, olaya bir “gün” ya da “hafta” ayrılmasını, kapitalist sistemin tüketimi körükleme sinsiliğine bağlayanlara katılıyorum!
Ancak, bu tür “gün” ya da “hafta”ların kim veya ne adına tahsis edilmişse onu bu vesile ile gündeme getirme ve dikkatleri o “konu” üzerine çekmeyi sağladığı da inkar edilemez.
Her yılın 14 Mayıs’ında kutlanan “Anneler Günü”, bu iki hususun en yoğun yaşandığı "gün"lerden biri.
Kocaman ve içten bir öpücükle “Seni seviyorum anneciğim” demek varken; “annemi sevindireyim” diye hediyelik eşya dükkanlarına akın edenler ne kadar sistemin tüketim tuzağına düşüyorsa; eli kalem tutanların, ağzı laf yapanların bu günü için “anne” konulu yazılar yazma, konuşmalar yapma ihtiyacı duyması da bir “vesile” olarak öne çıkıyor...
*
Bir insanın dünyaya gelir gelmez ilk temas ettiği kişi annedir.
Ölüme giden yolun start çizgisi doğumdur! Korunmasız bir halde, himayeye duyduğu ihtiyaç ve açlık yüzünden çığlık çığlığa ağlayan minicik bebek, bu andan itibaren ölüm yolunda önce çocuk, sonra genç, ardından yetişkin ve nihayet yaşlı olmaya doğru koşarken; annesi bu yarışta kendisine en az iki-üç tur bindirmiştir...
Çocuk bu gerçeğin farkına varacağı yaşa geldiğinde, anne yolun sonuna yaklaşmıştır...
Evet, doğumla birlikte anne çocuğun gözünde hayattır...
Tüm sevinci ve hüznü anneye bağlı, tüm dünyası anne üzerine kuruludur...
“Uslu dur yavrum”daki şımarma toleransından, “derslerini bitirmeden sokağa çıkamazsın”daki tehdide; her adımda izleniyormuş hissi veren yakın takipten, evlendikten sonra bile devam eden, “üstüne kalın bir şey giymeden dışarı çıkma, üşütürsün”deki himayeye kadar annenin her müdahalesi, kimi zaman çocuğu rahatsız etse de, aslında her yaşta ihtiyaç duyulan bir anne duyarlılığıdır...
*
Savaşlarda sıkılan her kurşun, atılan her bomba ile yere düşen genç bedenlerin ana yüreğinde açtığı acı ömür boyu dinmez...
Ekonomik sıkıntıların dara düşürdüğü her insanın hali pür melali, ondan önce anasını ağlatır...
Damat olan her delikanlının, gelin olan her genç kızın mürüvveti bir kuş gibi uçurur ana yüreğini...
Evlatlarını düşünmek, onların acıları ile kavrulmak, sevinçleri ile coşmaktır annelerin gıdası!
Yemez yedirir analar...
Giymez giydirir...
Çocuğu değildir onu yoran, hayattır...
Ölümüne posta koyar hayata...
Yılmaz, durmaz...
Az güler, çok ağlar analar, gerisi yalan...
Bir de bakar ki; elden ayaktan düşmüştür...
Yolun sonu görünür...
*
Annenin ölümü; hangi yaşta olursa olsun, çocuğun ölümle tanışması, dahası, kendi ölümünü düşünmeye başlamasının “yas günü”dür...
Anne; çocuk için ölümle hayat arasındaki “çizgi”dir...
O çizginin kırılma noktası; hayat yorgunu annenin ebedi istirahatgah mekanı, çocuğun hayat yoluna annesiz devam etme noktasıdır...
Okul, askerlik, iş, evlilik derken tempolu bir serüvene dönüşen hayat, anne varken ne kadar tatlı ve kolaysa, onun yokluğu ile o kadar acı ve zordur...
Çünkü, bir zamanlar hiçbir menfaat beklemeden her derde koşan, her acıyı ve sevinci paylaşan “fedakar” yoktur artık...
*
Bahtiyar Vahapzade'nin destanlaştırdığı "Anne"sinden Maksim Gorki'nin mücadele "Ana"sına, senin annenden benim anneme kadar tüm analar, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, "Cennet annelerin ayakları altındadır" Hadis-i Şerif'i ile kutsadığı insanlardır...
"Anne" konulu her roman, şiir, öykü ve diğer edebi türlerin satırlarında ölümsüzleşen; şarkıların, türkülerin notalarında uçuşan analar; bir hasret duygusu, bir vuslat çığlığı, bir sevinç terennümü, bir hüzün ezikliği gibi siner benliğimize...
Analar ya adam eden çocuğu; annelerin ölümü, “adamlığı” bile eksilten bir kayıptır!
Tüm “adamlar” ve “adam olacak çocuklar” annenizi hep sevin, sevindirin. Annelerin ömrünü uzatan sevgidir...
Tüm anneler, (aramızdan ayrılanları rahmetle anarak) gününüzü bir dörtlük ile kutlamak istiyorum:
Anneler bugün farklı siz kusura bakmayın
Seçim var evet ama unutulduk sanmayın
Yeriniz gönül köşkü başka yere konmayın
Gününüz güzel olsun ömrünüze bereket